SON NEFES

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber…
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!
(Necip Fazıl KISAKÜREK)

Gece bekçiliğinden tekāüt olan Murtaza Efendi vazifedeyken gittiği Çiçekçi Küçük Selimiye Camii’ne gitmeye ve camideki sohbet halkasına katılmaya devam ediyordu.

Duvar dibindeki evinden çıkıp Karacaahmet Mezarlığı’nın içinden geçen kestirme yoldan hemen caminin karşısına çıkıveriyordu.

Sabah namazlarında bu mezarlık arası yoldan geçmek ürkütücü olsa da Murtaza Efendi böyle durumlara mesleğinden dolayı alışıktı.

Bir gün yine sabah namazı için evinden çıkmış mezarlık arasındaki yoldan yavaş yavaş yürüyordu ki arkasından birisinin geldiğini fark etti.

O yavaşladıkça yavaşlıyor, o hızlandıkça hızlanıyordu. Camiye geldiğinde dönüp baktı ki arkasında kimse yok.

Birkaç gün sonra yine aynı kestirme yoldan camiye doğru yürürken, peşinden birinin geldiğini ayak seslerinden fark etti; durup bekleyince o da duruyor, yürüyünce o da yürümeye başlıyordu.

Her ne kadar tekāüt olsa da boşu boşuna gece bekçisi yapmamışlardı mangal yürekli Murtaza Efendiyi… Birden geriye doğru döndü ve hızla kendisini takip eden kişiye doğru yürümeye başladı.

Karşıdaki kişi şaşkınlıktan olduğu yerde kalakalmıştı.

Yanına geldiğinde gördü ki kendisini takip eden kişi, vazifedeyken vukûatlarını bolca duyduğu mahallenin kabadayısı Arap Hüsnü değil miymiş?

–Hayrola Hüsnü beni mi gözüne kestirdin?

–Ayıp ettin beybaba hiç öyle şey olur mu?

–Niye beni takip edersin öyleyse?

–Sen yanlış anladın beybaba, ben seni koruyup kollamak için ardından geliyorum.

–Öyle mi? Gel beraber yürüyelim o zaman…

–Olur beybaba, ama ben iki adım ardından geleyim.

Murtaza Efendi gülümsedi:

–Öyle olsun bakalım.

Böyle birkaç seferdir beraber mezarlık arasından geçerek camiye varıyorlardı, ama Arap Hüsnü durumuna istinâden müsait olmadığını ileri sürüp camiye girmeye yanaşmıyordu.

Yine günlerden bir gün; Murtaza Efendi, seher vaktini biraz geçe Karacaahmet türbesinin önünde Arap Hüsnü’yü kendisini beklerken buldu.

Hüsnü her zamanki gibi ayakta zor duruyordu. Murtaza Efendi’nin iki adım arkasından beraberce yürümeye başladılar. Tam mezarlık arası kestirmenin yarısına gelmişlerdi ki karşılarına dört-beş berduş ellerinde silâhlarıyla çıkıverdiler;

“–Ya canınız ya malınız!..” diyorlardı. Ayakta duramayan Arap Hüsnü bir mezar taşını siper almış, Murtaza Efendi ise tekāüt olurken kendisine verilen altıpatlarını belinden çıkarıp; «Tak! Tak! Tak! Tak!» sesleri arasında berduşların ellerindeki silâhları düşürüvermişti. Berduşlar darmaduman olup kaçışmışlar, bunu gören Arap Hüsnü ise Murtaza Efendi’nin bu yiğitliği karşısında saygı ile Murtaza Efendi’nin ellerine sarılmıştı.

Murtaza Efendi:

“–Eee demek ki benim kollanmaya ihtiyacım yokmuş değil mi?” dedi.

Arap Hüsnü hâlâ şaşkınlığını üzerinden atamamıştı. Bu sefer camiye kadar Murtaza Efendi’ye eşlik etti; sabah ezanına da daha vakit vardı, caminin bahçesine girmeden yol kenarındaki tahta sıraya oturdular.

Murtaza Efendi, firâsetiyle meseleyi çözdüğü için doğrudan konuya girdi:

–Anlat bakalım, korkunun sebebi nedir?

Mezarlık arasındaki o bâdireyi Murtaza Efendi sayesinde atlatmanın verdiği saygıya istinâden, Arap Hüsnü çözülmeye başlamıştı:

–Ben ölümden korkuyorum beybaba; öyle kabadayı filân olduğuma bakma, zıkkımı da onun için içiyorum ama bu ölüm korkusundan bir türlü kurtulamıyorum.

–Bak evlâdım; perşembe akşamı o zıkkımı içme, akşam namazına bu camiye gel, Allâh’ın izniyle bu sıkıntıdan kurtulacaksın.

–Tamam be beybaba!

Perşembe akşamı beraber akşam namazını edâ ettikten sonra sohbet halkası kuruldu ve İmam Efendi anlatmaya başladı:

“Ölüm sessizliğine bürünmüş her mezar taşı, lisân-ı hâl ile konuşan ateşli bir nasihatçidir. Kabristanların; şehir içlerinde, yol kenarında ve cami avlularında tesis edilmiş olması, bir nevî fiilî tefekkür-i mevt, yani ölümü düşünüp dünya hayatını ona göre tanzim etmek içindir. Ölümün ürkütücü ağırlığını kelimelerin zayıf omuzları taşıyamaz!..”

Beraber yatsı namazını kılıp camiden çıktılar, yol kenarındaki sıraya oturdular. Murtaza Efendi onun anlayacağı dilden ona anlatılanları îzah etti.

Sonraki perşembe yine sohbete katıldılar, sohbette bahsedilen konu yine «Son Nefes»ti:

“Ölüm, kişinin hususî kıyâmetidir. Kıyâmetlerimizden evvel uyanalım ki, nedâmete uğrayanlardan olmayalım. Zira her fânînin meçhul bir zaman ve mekânda Azrâil’le karşılaşacağı muhakkaktır. Ölümden kaçılacak bir mekân yoktur. O hâlde insan, vakit kaybetmeden; «Allâh’a koşun…» (ez-Zâriyât, 50) hitâbından nasip alarak, rahmet-i ilahiyyeyi yegâne sığınak ve barınak kabul etmelidir…”

Namazdan sonra yine sohbeti konuşup, pekiştirdiler.

Bu sohbetler böyle devam etti.

Bu arada mezarlık arasındaki o arbededen birkaç gün sonra, Üsküdar Ahmediye meydanında Murtaza Efendi; etrafına toplanan berduş giyimli dört-beş kişiye cebinden çıkardığı akçeleri dağıtırken görüldü.

Murtaza Efendi, artık sabah namazlarına giderken Hüsnü Efendi’yi göremez olmuştu.

Yine bir sabah; «Yol arkadaşımı kaybettim herhâlde…» diye düşünürken, birden arkasında ayak sesleri duydu, heyecanla arkasına dönüp baktığında arkasında kendisine gülümseyen Hüsnü Efendi’yi gördü. Hüsnü Efendi gelip Murtaza Efendi’nin elini öptü, beraber ve yan yana mezarlık arasından camiye doğru yürümeye başladılar, namazı da beraber edâ ettiler.

Aslına bakılırsa İmam Efendi ile önceden anlaşan Murtaza Efendi, Hüsnü Efendi’nin sıkıntısını ona anlatmış ve sohbetin; «Son nefes» minvâlinde geçmesi konusunda ricacı olmuştu.

Gösterdiği bu mârifet sayesinde, Murtaza Efendi’nin gözünde Arap Hüsnü artık Hüsnü Efendi olmuştu.

Âyet-i kerîmelerde buyurulmuştur:

“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de; «İşte ey insan! Bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir.» (denilir.)” (Kāf, 19)

“…Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver ve müslüman olarak canımızı al.” (el-A‘râf, 126)

Âmîn…