GÖZYAŞI CEHÂLETİ ARINDIRIR MI?

Haşim AKIN hasimakin42@hotmail.com

Güneş gene yerinde durmuyor. Buralarda gün kısa olur. Öğle sonu olmuş, gölgeler tozlu zeminin üzerinde gittikçe doğuya doğru uzamaya başlamıştı. Meryem de akşam için yapılacak yemeğin hazırlığındaydı. Kızlar su getirecek, Hüseyin kurstan dönecek… Yani herkes işinin başında… Önce kapının önünde, üzerinde tavukların gezindiği dibeği tozların içinden çıkardı. Onun içinde mil dövdü. Akşama çocukların çok sevdiği to yemeği pişecek.

Ama şimdi işin en zor kısmına gelmişti… Bu ocağın yanması lâzım… Neyse dün yeterince odun getirdiği için bugün ateşi daha çabuk yakması lâzım.

Ah bu Afrika’nın rüzgârı… Bazen ateşe bile imkân vermez. Eşi Daniel, geçen hafta bir teneke getirmişti de onu böyle zamanlar için saklıyordu. Onunla, ateşini korumaya aldı. Burkina Faso’da tozdan korkulmazdı. Dizini yere koydu, sol kolunu kırdı ve ateşe yaklaştı, birkaç kere üfledi ve nefes almak için doğrulmuştu ki bir hıçkırık sesi duydu. Buralarda ağlanmazdı. Hıçkırarak ağlamak zor iştir. «Kim bu ağlayan?» diye baktığında oğlu Hüseyin’i gördü. Hüseyin, evin bahçesine hızlıca girdi. Erkek çocukların kaldığı odanın önüne yere oturdu ve kafasını kollarının arasına alarak ağlamaya başladı.

Meryem, buna bir anlam veremedi. Yanına varıp, hışımla kolundan tutarak kaldırdı;

“–Ne var yine neden ağlıyorsun?” diye sordu. Sordu ama cevabını bile beklemeden rüzgâra dayanamayıp sönmek üzere olan ateşin başına döndü. Sümüklerine karışmış gözyaşlarını koluyla silen Hüseyin, hıçkırarak cevap verdi:

“–Ben, senin için ağlıyorum.”

Beklemediği bu cevap karşısında birden doğruldu ve sertçe oğluna doğru yöneldi:

–Bende ne varmış da ağlıyorsun?

–Anne, sen müslüman değil misin?

–Evet, müslümanım elhamdülillâh!

–Peki, senin baban Mahmut dedem müslüman değil miydi?

–O nasıl söz oğlum? Tabiî ki onlar da müslümandı. Babam müslüman olarak yaşadı ve öyle de öldü…

–Ama anne! Babam, bir hıristiyan. Müslüman bir kadının hıristiyan bir erkekle evlenmesinin yasak olduğunu öğrendim bugün camide… Seni baban neden müslüman birisiyle evlendirmedi?

Meryem’in kaşları çatıldı, ellerinin feri kesildi. Oğlunun yanına yavaşça çöktü. Ateşi de unutmuştu. Sanki ateş şimdi başka bir yerde yanmaya başlamıştı. Eteğinin ucuyla Hüseyin’in gözlerindeki yaşı sildi. Ama Hüseyin on beş yaşında bir delikanlı. Bunu bir gören olsa ne derdi? On beş yaşında değil de beş yaşında bile olsa bir çocuğa böyle muamele edilmez ve onun gözyaşı silinmezdi. Çocuklara gösterilecek her merhamet, bir taş gibi kafaya çarpardı. Bu topraklarda bu bilinir, bu uygulanırdı. Kendisi de öyle büyümüştü. Babası ve annesi de müslüman olmasına rağmen bir kez onun gözyaşını silmemişlerdi. Nihayet kendini toplayıp sorabildi titrek bir sesle:

–Oğlum bunu kim söyledi? Sen bunu nereden duydun?

–Bugün camiye şehirden bazı adamlar geldi. Camide vaazlar yaptılar. Orada evlilik konusunu anlattılar. Onlardan duydum. Anne, sen neden gelmedin?

Büyük bir şok yaşayan Meryem, ne diyeceğini bilemedi:

–Evde işlerim çoktu hem ben misafirlerin geleceğini duymamıştım. Ama…

Meryem haklıydı. Babası dînini çok iyi bilmeyen garip bir köylü müslümanıydı. Onun İslâm dîni adına bildiği, sadece namaz kılmak ve oruç tutmaktı. Meryem büyüyünce, onu evlendireceği erkeğin müslüman olması gerektiğini bile bilmiyordu. Çünkü köylerinde sadece bazı vakitlerde namazın kılınabildiği ağaç gölgesinde bir mescidleri vardı. Cuma namazı bile kılınmazdı o köyde. Meryem’in evlenerek geldiği köy de oradan farksızdı. Evlenip buraya geleli yirmi seneyi geçmişti. Daha geçen yıl içinde beyaz müslümanların da olduğu bir grup şehirli adam buraya büyük bir mescid yaptırmıştı. Bir de imam göndermişlerdi. Dinlerini daha yeni yeni öğreniyorlardı.

Kocası Daniel, sadece pazar günleri köydeki âyine katılan ve orada sallanarak şarkılara ritim tutan bir hıristiyandı. Niçin hıristiyan olduğunu o da bilmiyordu. Ailesi ve köydeki diğer arkadaşları da böyle kaldığı için o da dînini değiştirmemişti. Bu köyde puta tapan diğer komşular da vardı. Ama onlarla aralarında ciddî bir yaşantı farkı olduğu söylenemezdi. Alkol, domuz eti gibi birçok konuda ortaklardı.

Meryem’in aklına, sönen ateşi geldi. Hızlıca onun yanına gitti. Hüseyin de odunları kırıyormuş gibi yaparak annesinin yanına çömeldi. Buradaki evlerin bahçe duvarı olmazdı. Çoğu daire şeklinde plânlanmış ve yan yana odaların olduğu evler olurdu burada. Bunlarda sadece dört oda vardı. Birisi babanın, birisi annenin, diğerleri de kız ve erkek çocuklarına ait… Bir de tarladan kalkan ürünlerin konulduğu gıdâ depoları vardı. Yani bahçeye girmek için kimse, olmayan kapıyı çalamazdı. Gelen olursa ve Hüseyin’in gözyaşlarını görürse… Veya anne oğlun konuşmasını fark ederlerse… Böylesi ayıp(!) şeylere kimse katlanamazdı. En azından diğer kardeşler kıskanırdı yahut baba da; «Çocukları şımartacaksın!» diye kızardı.

–Oğlum, yarın seninle tarlaya gideceğiz. Oradan odun getirmemiz lâzım. Orada konuşsak olur mu? Hem benim işim var. Hem de bu acımıza başka dertleri eklemeyelim…

Hüseyin o gece uyuyamadı. Annesi ona ne diyebilirdi ki? Babasına ne demeliydi? Ama bu mümkün değildi. Babasıyla böyle bir konu asla konuşulamazdı. Sabah gün ışırken bahçedeki horozlar herkesi davete başladı. Hüseyin ve annesi erkenden kalkıp sabah namazlarını kılmışlardı. Mil unundan yapılan feg adı verilen çörekle sabah kahvaltısı tamam oldu. Herkes işine… Anne-oğul evler geride kalıp da ormanın içinden yürümeye başlayınca, daha rahatça yan yana geldiler:

–Bak oğlum! Ben müslüman bir ailede doğdum. Ama bizim zamanımızda senin gibi camiye vaaza gidemedik ki… Adımız müslümandı ama gerçekte dînimizi öğrenemedik. Dînimizin emirlerinden daha çok toplumun âdetleri geçerliydi.

Birden durdu. O durunca Hüseyin de durmuştu. Yüz yüze bakıştılar. Sanki ikisi de anlamıştı ne diyeceklerini; diller sustu, gözler konuştu, yüzlerinde acı bir gülümseme belirdi ve sonra da yürümeye devam ettiler:

–Biliyorsun bizim köylerde gençlerin eş seçme hakkı yoktur. Babanı da bana babam rahmetli bulmuştu. Ben o gün sadece namazlarımı kılmak istediğimi söyleyebilmiştim. Babanın ailesi de bunda bir problem olmayacağını söylediler. Gerçekten de engel olmadılar. Doğruyu söylemek gerek… Ben burada namazlarımı düzenli kıldım. Buna karışan da olmadı.

Sen daha küçükken amcanların hepsiyle beraber yaşardık. Sen doğunca senin adını da Albert Hüseyin koymuştuk. Sen büyüyünce hangi dîni istersen onu seçecektin. Ama elhamdülillâh geçen yıl köyümüzdeki hidâyet töreninde sen de müslüman oldun.

Ben ablan, baban ve diğer kardeşlerin için de hep duâ ediyorum. Onların da müslüman olmasını istiyorum.

Bundan sonra ne mi yapacağım? Onu ben de bilemiyorum.

–Tamam, anne seni anladım. Ama bunun tek örneği sen değilsin ki… Senin küçük kardeşlerin de mi öyle oldu? Bu köyde müslüman olup camiye gelen birçok kadın var. Ama ben biliyorum onların kocası müslüman değil… Biliyor musun ben bunu cami imamına sordum?

–Gerçekten mi? Ne dedi o zaman?

–O da durdu, düşündü… Uzun uzun tavana baktı. Bu konunun zor olduğunu söyledi. «Burada kocasından önce müslüman olan birçok kadın var. Bunlar için kocalarını terk etmelerini mi söyleyelim? Hüseyin, onlar için de ancak bolca duâ ediyoruz.» dedi ve benim başımı okşadı. İlk kez bir büyük adam başımı okşadı. Anne bu çok harika bir duyguymuş. Sevilmek yani… Yaşı on beş olsa da insanı mutlu ediyor.

Bisikletin selesine bir deste odunu sardılar. Biraz da Meryem başının üzerine yerleştirdi. Hüseyin çok istese de ona vermedi. Çünkü burada yaşı on beş de olsa bir erkek böyle odun taşımazdı. Bisikletle olabilir ama başında veya sırtında olamazdı… Hüseyin, camide öğrendikleriyle köyde var olan âdetleri birleştirmekte zorluk yaşıyordu… Aklında başka bir konu daha vardı… Ancak bunu bir sonraki sefere sakladı. Konuşunca yol dayanmıyor. Burkina Faso’nun ataları ne demişti:

“Yolu kısaltmak istersen arkadaşınla konuş, uzatmak istersen kendinle…”

Hüseyin için aklındaki sorular bitmemişti. Bir ara bunları babasına sormayı istedi. Ama bu çok zordu. Babalarla böyle konular konuşulmazdı. Bu çok ayıptı. Hem de babası akşam gelince gene alkol içecek ve sarhoş olup yatacaktı. Onun aslında ne İslâm ne de Hıristiyanlık adına hiç bilgisi de yoktu. Dînine çok bağlı olduğu için değil, bu hayat hoşuna gittiği için dînine sarılıyormuş gibi yapıyordu.

Şimdi Meryem’in içine başka bir kurt girmişti. Oğlunun bu hassâsiyeti onu hem mutlu ediyordu hem de endişelendiriyordu. Bu mevzuların evde konuşulduğu duyulursa, çok tatsız hâdiseler çıkabilirdi.

Üç gün sonra Hüseyin ve annesi yine ormana doğru yola çıktılar. Aslında bugün başka bir işleri vardı. Annesinin tarlasının kenarındaki ormanlık arazide bulunan bazı ağaçların kökünü yakacaklar ve bu ağaçlar düşünce de burası tarla olacaktı… Meryem, kızlarının evlilik hazırlıkları için daha çok fıstık ekmeliydi. Bunun için de daha geniş tarlaya ihtiyaç vardı.

Hüseyin aklındaki soruyu bir ara sordu artık:

–Anne, senin küçük annenin kızı Ayşe teyzem geçen yıl evlendi. Ama biliyorum ki o özellikle hıristiyan bir adamla evlenmek istedi. Haydi, seninkinde câhillik vardı. Burada ne var?

–Burada da başka bir câhillik var oğlum… Biliyorsun ki Mahmut dedenin dört hanımı vardı. Yani müslümanlar birden fazla ve dörde kadar eş alırlar. Bu İslâm’ın verdiği bir izindir. Ama hıristiyanlar genelde bir evlilik yapıyorlar. Putperestlerde sınır yok bilirsin… Bazı kızlar da özellikle hıristiyan bir erkekle evlenmek istiyor. Böylece eve başka bir kadının gelmesini engellemiş oluyorlar. Ben bir müslüman olarak buna katılmıyorum. Meselâ ablan müslüman olmayı kabul etmedi. Aklında bunun olduğunu sanıyorum. Babam, ilk olarak annemle evlenmişti. Sonra yeni hanımlar gelince annem iş ortağı geldiği için sevinmişti. Ama dedeni paylaşmak istemediği için de yaşadığı bazı problemleri hatırlıyorum.

Ağaçlar yakıldı, tarla genişledi, konuşmalarla da gönüller ferahladı mı yoksa daha mı daraldı bunu bilmek zor. Akşama namazı cemaatle kılıp beraberce duâ etmeye karar verdiler. Evde İslâm’ın müşfik kanatlarına ihtiyaç duyan başkaları da vardı. Ancak Hüseyin’in beynindeki kurt büyüyeceğe benziyor. Şehirden gelen hocalarla konuşmalı bunu… Ama bu da çok zor… O yaşta birisini kim muhatap alır ve onu dinler ki? Veya onlar buna nasıl bir çözüm bulabilecek ki?

Ah bu âdetler, ne zaman âyetlerin arkasına geçecek?