MÜ’MİN, GEÇİM EHLİDİR

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

Gelin tanış olalım, işin kolayın tutalım,
Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz! (Yûnus Emre)

Kur’ân-ı Kerim âyetlerinde ve hadîs-i şeriflerde; mü’minde bulunması gereken ahlâkî vasıflar, tafsilâtlı bir şekilde yer almaktadır. Hakikatte bunların her biri, insân-ı kâmil olma yolunda, mü’minin imtisâl etmesi gereken köşe taşlarıdır. Mü’min; bu ahlâkî vasıfları hayatına tatbik ederek, tâbir câizse ilmek ilmek halı dokur gibi şahsiyetini inşâ eder.

İşte yüce dînimizin bu güzel hasletlerinden biri de insanlarla iyi geçinmektir. Âyet ve hadisler; biz mü’minlere insanlarla iyi geçinmemizi, onlara yumuşak davranmamızı ve nezâket göstermemizi tavsiye buyurmaktadır. Bu bakımdan mü’min; yumuşak huylu, cana yakın olmalıdır. Mü’min; yaratılmışların en şerefli varlığı olan insanı sevmeli, onlara karşı nezâket içerisinde davranmalıdır. Kısacası mü’min, geçim ehli olmalıdır.

Serlevhâ hadîsimizde de ifade edildiği gibi mü’min; insanlarla iyi geçinen, yakınlık kurabilen kimsedir. Bunun yanında mü’min, insanların da kendisiyle iyi geçinebildiği kimsedir.

Güzel ahlâk sahibi mü’min, o kadar cana yakındır ki; insanlar onunla ülfet etmede zorlanmaz, kendisiyle hemen yakınlık tesis eder. Zira hadîs-i şerifte de ifade edildiği gibi kendisiyle iyi geçinilmeyen, yakınlık kurulamayan kimsede hayır yoktur.

Mü’min öyle güzel ahlâk ortaya koymalı, öyle cana yakın olmalıdır ki insanlar onunla kaynaşabilmeli ve; «Ne yapacak? Ne söyleyecek?» diye ondan çekinmemelidir. Zira böyle bir durum, onun için hoş olmayan bir durumdur. Nitekim bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

“İnsanların en kötüsü, şerrinden dolayı insanların kendisinden çekindiği kimsedir.” (Muvatta’, Husnü’l-hulk, 1)

Dolayısıyla mü’min; sevmeli, sevilmelidir. Mü’min, yumuşak huylu ve mülâyemet sahibi olmalıdır. Zira bu, mü’mine dünya ve âhirette çok şeyler kazandırır. Hazret-i Âişe Vâlidemiz’den nakledildiğine göre Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona şöyle demiştir:

“Rıfktan (yumuşak davranmaktan) nasibi verilen kimseye, dünya ve âhiret iyiliklerinden de nasibi verilmiştir.” (Ahmed, VI, 159)

Yine bir sözünde;

“Allah refîktir (yumuşaktır), yumuşaklığı sever ve yumuşaklığı sebebiyle (mü’minden) râzı olur. Sert insanlara yapmadığı yardımı, yumuşak tabiatlı kişilere yapar.” buyurmuştur. (Muvatta’, İsti’zân, 15)

İşte âlemlere rahmet olarak gönderilen Fahr-i Kâinât Efendimiz, insanlara karşı çok nâzik ve çok merhametli idi. Hattâ O, bir sözünde; insanlara karşı güler yüzlü olmanın sadaka olduğunu bildirmiştir. (Tirmizî, Birr, 45)

Cana yakın ve yumuşak huylu olan kişi, cehennem ateşine uzaktır. Zira o, cana yakınlığı ve yumuşak huyu ile cehennem alevini bile söndürür. Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

“Kendisi cehennem ateşine ve cehennem ateşi de kendisine haram olan kişiyi size bildireyim mi? Cana yakın, yumuşak huylu, kolaylaştırıcı kimse.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 45)

Cana yakınlık ve yumuşak huyluluk, insanları cezbeder. İnsanlar, yumuşak huylu kişilerle kolayca ülfet tesis eder ve yakınlaşır. Ama bunun aksi sert ve kaba olmakta iticilik vardır. İnsanlar, sert ve kaba olan kişilerle yakınlık kuramadığı gibi ondan uzak durmak isterler. Nitekim bu husus, âyet-i kerîmede şöyle dile getirilmektedir:

“Sen onlara Allâh’ın lutfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz onlar etrafından dağılır giderlerdi.” (Âl-i İmrân, 3/159)

Onun için mü’min, bulunduğu yere güller saçar. Onun gelmesiyle insanların gönülleri teskin olur. Zihinlerde; «Acaba ne söyleyecek? Nasıl davranacak? Nasıl tepki verecek?» diye soru işaretleri olmaz. Aksi takdirde sert ve kaba olacak olursa, insanlar ondan uzaklaşır ki bu da onun için çok kötü bir durumdur. Zira hadîs-i şerifte bildirildiğine göre;

“Kıyâmet günü insanların Allah katında en kötü vaziyette olanlarından biri de, kötülüğünden sakınmak için insanların kendisini terk ettikleri kişilerdir.” (Buhârî, Edeb, 38)

Bir sözünde Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Mü’min; insanların kendisine nasıl davranmalarını istiyorsa, o da onlara öyle davransın.” (Müslim, İmâre, 46) buyurmuştur. Buna günümüz tabiriyle empati deniyor. Yani kendimizi başkasının yerine koymak.

Öyleyse kendimiz nasıl ki sevilmek ve saygı duyulmak istiyorsak biz de başkalarına karşı böyle davranmak durumundayız.

Mü’minler arasındaki bu sevgi ve ülfet; fert olarak mü’minlere çok faydalar sağlayacağı gibi cemiyetin birlik ve beraberliğini temin etmede, İslâm kardeşliğini pekiştirmede de mühim role sahiptir. Zira mü’minler arasındaki muhabbeti, Cenâb-ı Hak tesis etmiştir. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:

“Allâh’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.” (Âl-i İmrân, 3/130)

Yüce dînimizde mü’minler arasında sevgi ve ülfet tavsiye edilirken, nefret ve düşmanlık da men edilmiştir. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

“Birbirinize nefret ve düşmanlık beslemeyin. Birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allâh’ın kulları! Kardeş olun! Bir müslümanın (din) kardeşiyle üç günden fazla küsmesi helâl değildir.” (Buhârî, Edeb, 57)

Zira kin ve haset gibi mânevî hastalıklar, kişinin gönlünü darmadağın ettiği gibi cemiyetteki kardeşlik, birlik ve beraberlik gibi bağları neredeyse kopma noktasına getirir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“Geçmiş toplumların hastalığı size de bulaştı:

Haset ve kin beslemek!

İşte bunlar, kökten yok edicidir. «Saçı tıraş eder» demiyorum, aksine dîni kökünden kazıyıp yok eder.

Bu canı bu tende tutan Allâh’a yemin ederim ki îmân etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden de mü’min olamazsınız.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 56)

Bu bakımdan mü’min; sevmeli, sevilmeli hattâ bu uğurda eziyet ve sıkıntılara katlanmalıdır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz, insanların vereceği ezâ ve cefâya katlanmayı ashâbına öğütlemiş ve şöyle buyurmuştur:

“İnsanların arasına karışarak onların eziyetlerine sabreden kimse, insanların arasına karışmayıp eziyetlerine sabretmeyen kimseden daha hayırlıdır.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 55)

Onun için mü’min;

“Hiç kimseye ilişmeyeyim, ne ben zarar göreyim ne de başkasına zarar vereyim.” diyerek cemiyetten uzaklaşmamalıdır. Zira kendisine vahiy gelmesine, onca güzellikleri yaşamasına rağmen Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; yalnız yaşamayı tercih etmemiş, cemiyetin içerisine girip insanlarla birlikte olmuştur, Allah Teâlâ’nın rızâsını gözeterek onların ezâ ve cefâsına râzı olmuştur.

Öyleyse mü’minler olarak birbirimizi sevelim, sevilelim; haset, kin ve nefret gibi kötü duygulardan gönlümüzü arındıralım. İnsanlarla iyi geçinelim. İnsanlar da bizimle iyi geçinebilsin. Zira sevmek ve sevilmek bir mü’minin en güzel ahlâkî hasletlerinden birisidir.

Velhâsıl mü’min, geçim ehlidir. Mü’min, insanlarla iyi geçinir. Mü’min; ailesiyle, akrabalarıyla, dost ve arkadaşlarıyla, iş arkadaşlarıyla iyi geçinir. Mü’min, bütün bu insanlarla iyi geçindiği gibi onların da kendisiyle iyi geçinebildiği kimsedir.

Mümin; cana yakındır, sever ve sevilir.

Ne mutlu insanlarla iyi geçinen ve insanların da kendisiyle iyi geçindiği kimselere…

Rabbimiz, cümlemizi insanlarla iyi geçinen ve kendisiyle de iyi geçinilen sâlih kullarından eylesin!..

Rabbimiz; cümlemizi cana yakın olan, seven ve sevilen kullarından eylesin!..

Âmîn…