HAYRIN BEREKETİNİ KAÇIRMAK!

Ali AĞIR aliagir70@gmail.com

İnsanlar; hakikatin, hikmetin ve imtihanın bir îcâbı olarak farklı karakterlerde, çehrelerde, özelliklerde yaratılmıştır. Bunun yanında insanlara maddî olarak farklı imkânlar verilmiş; fakirler zenginlere zimmetlenmiş; zekât, sadaka gibi dînî emir ve tavsiyelerle insanlar aralarında yardımlaşma esas kılınmıştır.

Bakara Sûresi’nin üçüncü âyetinde müttakîlerin özellikleri sıralanırken; gayba îmân etmek, namaz kılmak bahsinin hemen ardından infak zikredilir ve âyet şu şekilde tamamlanır:

“Kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.”

Medeniyetin ana caddelerinde işlerine gidip gelirken arka sokaklardaki kimselerden haberdâr olmayan, haberdâr olsa da kazandıklarını kendinden bilerek yardımdan uzak kalanlar vardır. Ancak bunların yanında; vahyi muhatap alarak, paranın, malın birer emânet olduğunun şuurunda olup hayatının merkezine merhameti koyanlar da bulunmaktadır.

Yardımlaşma, zenginle fakir arasında bir köprü vazifesi görerek iki tarafı birbirine yakınlaştırır, bağlar; birlik ve beraberlik temelini sağlamlaştırır.

Yardımlaşma sayesinde imkânı yerinde olanlar; malı hususunda kendisine verileni bir emânet olarak görmüş, Allâh’ın rızâsını kazanmak için gerekli adımları atmış, peygamber hissesinden nasipdâr olmuş, malının şükrünü edâ etmiş, hırs bataklığına saplanıp kalmaktan ve cimriliğe olan bağımlılıktan kurtulmuş olurlar.

Yine bunun sayesinde fakirlerin, zenginlere olan bakış açısı değişir; kalplerdeki kıskançlık ve haset gibi duygular yerini sevgi ve saygıya bırakır. Kardeşlik bağları güçlenir. Toplumdaki insanların kalitesi yükselir.

Allah -celle celâlühû-’nun rızâsını kazanmak için yapılan yardımların, insan için ne kadar bereketli olacağı aşağıdaki âyetlerde açıklanmış ve şöyle buyurulmuştur:

“Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği, her başağında yüz tanenin bulunduğu yedi adet başak çıkaran bir tohum tanesi gibidir. Allah dilediğine katlayarak verir; Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilmektedir.

Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının arkasından başa kakıp incitmeyenler için Rablerinin katında özel karşılık vardır. Artık onlar için korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.” (el-Bakara, 261-262)

Ancak bu müjdenin ardından hemen ilâhî îkaz gelir. Vermenin, ikrâmın da bir âdâbı vardır: Saflıktan, temiz olmaktan, ihlâstan uzak, riyâyla bezenmiş bir niyetle yapılan yardımların, kişiye bir fayda sağlamayacağı açıkça belirtilir:

“Ey îmân edenler! Allâh’a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde malını insanlara gösteriş yapmak için harcayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek sûretiyle boşa gidermeyin!

O kimsenin misâli, üzerinde toprak bulunan düzgün ve yalçın bir kayadır; kayanın üzerine şiddetli bir yağmur yağmış, onu çıplak hâlde bırakmıştır. Bu gibilerin kazandıkları hiçbir şeyden istifâdeleri olmaz ve Allah, inkârcı topluluğa hidâyet vermez.” (el-Bakara, 264)

Zaman zaman bazı ortamlarda maddî imkânı iyi olan insanlarla bir araya geldiğimiz oluyor. Sohbet ederken -nasıl oluyorsa- söz dönüp dolaşıp yapılan yardımlara geliyor. Nereye, ne kadar yardım yapıldığından falan caminin arsasının verilmesine, yıllık kaç öğrenciye yardım edildiğinden yurtdışına kaç kurban gönderildiğine kadar hepsi ortaya dökülmeye başlıyor.

Bu tür insanlar -belki- ilk zamanlar teşvik gayesiyle bunları anlatırken, bir süre sonra anlatmadan edemiyorlar. Bu kişilerin çevresi; kendileri gibi insanlardan oluşuyorsa, bir araya geldiklerinde bu mevzular sıklıkla tekrar ediliyor. Bir süre sonra bu tavır, kişide alışkanlık hâline geliyor. «Sağ elin verdiğini sol elin duymaması» hakikati göz ardı edilip unutuluyor ve yapılan yardımlar büyük bir heyecanla anlatılıyor. Anlatıldıkça, yapılan yardımların karşılığı olan sevaplarda yavaş yavaş erimeler oluyor.

Doktor bir arkadaşın düğününe katılmıştım. Babasının olduğu masada beş-altı kişiyle oturuyorduk. Tanışma faslına geçildi. Baba; «Şu kişi şudur, bu kişi budur…» derken elini göstermek için uzattığı son kişi şöyle deyiverdi;

“–Doktoru okutan kişi benim. Doktor olması için maddî olarak çok destek verdim.”

Babanın gözleri doldu. Ne diyeceğini bilemedi. Çaresizliğini kelimelerle anlatmak mümkün değildi.

Okul yıllarında fakir, ancak başarılı olabilecek öğrencilere yurt idarelerinin izni ve yönlendirmesiyle bazı zengin kişiler destek oluyorlar. Allah hepsinden râzı olsun. Ancak düşünülmeyen, görmezden gelinen bir husus var: Sadece yurt parasını vermekle yahut aylık 150-200 lira destek sağlamakla bir öğrencinin okul masrafları bitmez. Bu paralar, çocuğu okuyan insanlara ciddî mânâda destektir belki, ama öğrencilik sadece yurt parasından ibaret değildir. Belki yurt parasının birkaç katı kadar da baba masraf eder. Giyim kuşamı, cep harçlığı, yeme içme, ulaşım/servis parası vb. Hepsi üst üste konulduğu zaman bir hayli yekûn tutar. Bunlar hep babanın cebinden gider.

Bu tür açıklamalarla ve başa kakmalarla insanlar rencide olmakta, minnet altında kalmakta; anne ve babaların emekleri, çocukları için yaptıkları harcamalar görmezden gelinmektedir. Ayrıca yardımı yapan kişinin de hayrı uçup gitmekte, belki de elinde (amel defterinde bu yardımla alâkalı) hiçbir şey kalmamaktadır.

Bizim atalarımız zarif insanlardı. Verilenin önce Allâh’a ulaştığının farkında olarak sadaka taşlarıyla ihtiyaç sahibi insanlara ulaşmışlar, veresiye defterlerindeki borçları ödeyerek defterleri imha etmişler ve kimse, birinin karşısında gururdan heykele dönmemiş yahut bir diğeri eziklik hissetmemiştir.

Yapılan hayrın bereketini bitirmemek/yitirmemek, kaçırmamak adına bu tür tavırlardan kaçınmak gerekir.

Hayrı yaparken riyâdan uzak kalalım, ihlâslı olalım. Belki bizlere yapılan bir duâ, Allâh’ın rızâsını kazandıracak ve cennetin kapısını sonuna kadar aralayacaktır.