DOKTOR AYŞE HÜMEYRA ÖKTEN ÎMAN ve İSTİKAMET ÜZERE BİR HAYAT -1-

Dr. Fatma ÇETİN*

ÖLÜM GÜZEL ŞEY!

İki sene kadar önceydi, Doktor Ayşe Hümeyra ÖKTEN Hanımefendi ile hac ibâdetimizi yapmak üzere Mekke-i Mükerreme’de iken ölümden söz açıldığı bir sırada bize;

“–Yok yoook, ölümden hiç korkmayın! Çok güzel bir şey ölüm; ooooh rahatlık oluyor, hiçbir ağrı-sızı, üzüntü-keder duymuyorsun, öyle yatıyorsun.” dedi ve daha önce hiç yaşamadığı bir tecrübesini anlattı. Şöyle ki rüyasında ona kendi ölümünü göstermişler. Ruh çekildiği andan itibaren bu yukarıda anlattığı duyguları yaşamış, o yüzden bize de; «Ölümden korkmayın, o güzel bir şey.» diye tavsiyede bulundu.

İşte o öldü. Biz yine boşluğunu içimizde fazlasıyla hissedeceğimiz, yeri zor doldurulacak bir ulu çınarımızı kaybettik.

Aslında «kaybetmek» bizim gibi âhiret hayatına inanmış insanlar için doğru bir ifade şekli olmasa gerek. Bizim burada kaybettiğimiz; eskiden olduğu gibi kendisine telefon ettiğimizde Doktor Abla’nın o telefonu açmaması, o kutlu şehirlere Mekke’ye ve Medine’ye gittiğimizde her zaman etrafında sevenleriyle sohbet ettiği yerlerde onu bulamamamız, onunla konuşamayışımız, her zaman güler yüzle bize bakışını bir daha göremememizdir. Benim için onu kaybetmek «hac arkadaşını kaybetmek». Çünkü benim Doktor Ablam’dır. Çünkü her hac zamanı Mekke’de bir otelde buluşur, her gün ziyaretçileri ile sohbet ederdik. O; her zaman nâzik, her zaman güler yüzlüydü, kimsenin sorusunu geri çevirmez, daralmaz ve daraltmazdı. Eski ya da yeni hiçbir hâdiseyi unutmaz, hâtıralarını her defasında kelimesi kelimesine aynı şekilde aktarırdı. Terviye gününe kadar birlikte hacılarla sohbet eder, sevinçli telâşlarla Mina’ya çıkar, Arafat’ta vakfe yapar, Müzdelife’de taş toplayıp bazen çadırlarda, bazen asfalt yolların kenarlarına sığınarak gecelerdik. Sabah saat 4’lerde kalkıp azıcık suyla abdest alıp, namaz kılar, duâlar yapar, sonra araçlarımıza binip Mekke’ye dönerdik. Mina’da kol kola yürüyerek «Büyük Akabe»yi taşlarken onun kolumda tüy kadar bile ağırlığını hissetmezdim. O; bizim, beraber yorulup beraber dinlendiğimiz, sıcak altında kaldığımız, beraber susuzluğumuzu giderdiğimiz, ziyaret tavafını yapmak için işaretini beklediğimiz rehberimizdi. Beraber tavaflarımız, duâlarımız, zemzem içerek dinlenmelerimiz, Merve-Safâ arası hac sa‘yını yapışımız, bitirdiğimizde; «Seneye tekrar buluşmak üzere…» deyişi, şükür namazları kılışımız, memnuniyetle yüzümüze gülüşü, bütün bu saatler boyunca; «Yoruldum!» demek bir yana yorgunluk emâresi bile göstermemesi, Rabbine şükrü, yakarışları ve bize yaptığı duâlar, liderlerimize ve bütün İslâm ümmetine yaptığı duâlar, hâtıralar ve hâtıralar… İşte biz bunları kaybettik.

«DOKTOR ABLA»

Onu anlatmaya öncelikle ona neden «Doktor Abla» hitâbıyla seslendiğimi açıklayarak başlayacağım:

Yıllar önce (80’li yılların sonu) henüz Kâbe’de son genişletme faaliyetleri başlamadan önce; Beytullah’ta, o dönemde Türk ailelerin buluşma noktası olan Haceru’l-Esved’in karşısındaki bölümde, ilk defa bana kendisini şahsen görmek nasip olduğunda, etrafında pek çok hanım vardı. O sırada yanımdaki arkadaşım İbadet;

“–Bak bu meşhur bir doktor hanım; onun duâları kabul oluyor, gidelim duâsını alalım.” dedi. Oturduk; hanımlar sorular sordular, o da cevapladı. Hanımlar kendisine «Doktor Abla» diye hitap ediyorlardı. Biz de dinledik.

Bundan sonra ben de ona hep; «Doktor Abla!» diye seslendim. Hattâ bir defasında kendisine;

“–Doktor Abla!” diye hitap edilince;

“–İşte böyle oldu, ihtiyarım ama ablayım.” diyerek tebessüm etti.

Sonradan kendisinden öğrendim ki ona ilk olarak; «Doktor Abla!» diye hitap eden kişi Merhum Mehmed Zâhid KOTKU imiş. Kendisi de bunu çok sevdiği için herkesin ona böyle hitap etmesini istemiş.

ANLATMA KABİLİYETİ

Doktor Abla, şâhit olduğu hadiseleri veya konuşmaları aktarırken her defasında aynı kelimelerle ve aynı üslûpla anlatıyordu. Bu durumu ona söylediğimde;

“–Hattâ dinlediğim kelimelerle, başka kelimelerle değil!” diyerek kendisinin bu konudaki hassâsiyetinin ne kadar fazla olduğunu ifade etti. Ve;

“–Babam benim bu özelliğimi bildiğinden bir şey anlatacağı zaman beni de mutlaka çağırır; «Gel sen de bunu dinle, sen iyi zaptediyorsun.» derdi.” Sonra da;

“–Halk Partisi devrinde yetişmeseydim çok güzel hâfız olurdum. Ama o zamanlar babam zaten neler çekti. Bana; «Hayatın ne getireceği belli olmaz; bir eve, bir aileye bir doktor lâzım.» diyerek benim tıbbiyeli olmamı istedi. Çok hac yaptık beraber, mekânı cennet olsun.” şeklinde babasına duâ etti.

Sonra;

“–Başımızı secdeden kaldırmasak Rabbimiz’in hakkını ödeyemeyiz.”

“–Bize bir kader çizmiş, ne kadar güzel! Elhamdülillâh; bu yaşa geldim, gözlüğümü nereye koyduğumu unutuyorum, bu eskileri hiç unutmuyorum, kelimesi kelimesine hatırlıyorum.”

“–Medine’de kaldığım evde hizmetçi kız var; «Gel! Ben gözlüğümü nereye koydum, ilâcımı nereye koydum?» diye ona soruyorum ama bunlar hep aklımda aynı duruyor.” dedi.

Doktor Abla’nın sohbetlerini dinlemek çok keyifliydi. Mekke’de otellerde hacılara konuşurken herkes onu pür dikkat dinlerdi. Hacıların sordukları sorulara cevap verirken, onlara tavsiyelerde bulunurken, sanki yüz yaşına yaklaşan biri değil de orta yaşta birisi vardır. Ve sanki karşınızda konuşan tek bir kişi değil de bir cemaat, bir topluluk var da onların konuşmalarını dinliyormuşsunuz gibidir. Allâh’ın verdiği uzun ömür nimetini en bereketli şekilde kullanmış ve çevresinde yardım isteyen herkese yardım etmiştir. Suudi Arabistan’da «serbest tabâbet» izni aldığı için Mekke ve Medine’de özel muayenehâne açmış ve hasta kabul etmiştir. Bu bakımdan sadece Kızılay ile hacılara hizmet etmekten fazla olarak bir de serbest doktor olarak İstanbul-Mekke-Medine yolculukları yapmıştır. Seyahatleri esnasında pek çok şey yaşamış, pek çok insanla tanışmıştır. Türkiye’de ve dünyada yaşanan hâdiselere de asla kayıtsız değildi. Cumhuriyet tarihini bir memuru olarak yaşayan ve hâlâ zihni yerinde, vatanını, milletini seven bir Türkiye vatandaşıydı. En büyük derdi İslâm âleminin başsız bir durumda olmasıydı. Anlattıkları, sadece uzun yaşamış insanların anlattıklarından farklıydı. Çünkü o; kendisiyle ilgili herhangi bir şeyden değil de tarihe ışık tutan veya ibret alınacak şeylerden bahsederdi. Onun tecrübelerinden etkilenir ve mutlaka kendinize bir pay çıkarırsınız. Babasını veya annesini anlatsa, hep ibret alınacak durumlarından söz ederdi. Sonra Doktor Abla bu bilgileri sadece aktarmakla kalmaz bir de şimdiki zamana uygun olacak yorumlar yapardı.

Yumuşak bir sesi vardı. Konuşurken hiçbir zaman îmâlı lâflar söylemezdi. Kimsenin aleyhinde konuşmadığı gibi, ağzından en ufak bir kötü söz çıktığını da hiç duymadım. Bizden duyduğunda ise mutlaka uyarırdı. Büyükle büyük, küçükle küçük olur. Gençlerle beraber genç gibi konuşur, kimseyi sıkmazdı. Ayrıca gayet nâzikti. Kimsenin kendisine hizmet etmesinden râzı olmaz; her işini kendisi yapar, zor zamanlarda hiç sızlanmaz, sızlanan ve şikâyet edenleri de uyarır ve sakinleştirirdi.

DUÂ ve DOKTOR ABLA

“–Doktor Abla’nın hayatındaki en mühim farklılık nedir?” diye sorulsa ben;

“–Aldığı duâlar ve onun yaptığı duâlardır.” derim. Doktor Abla tam bir duâ insanıdır. Kendisinin çok istediği hac ibâdetini yapması için bir hastasının yaptığı samimî duâsına, hasta dolabının yanında nasıl; «Âmîn!» dediği ve Doktor Abla’nın ayağının Mekke ve Medine’den hiç kesilmemesini bu duâya bağladığını çoğumuz duymuşuzdur.

Kendisi için nasıl duâ ettiğini sorduğumda;

“–Allah’tan akıllı, hâfızalı, sağlıklı, ibâdetli, güzel bir ömür niyâz ediyorum kendime. Eskiden; «Uzun… » derdim, şimdi demiyorum artık, kendi hizmetimizi kendimiz görerek, beş vakit namazı erkânıyla kılarak, kendi aldığım abdestle, îmân-ı kâmil ile gitmek nasip olsun.” dedi ve; “Âmîn!..” diye ekledi. Orada bulunanlara; “Siz de; «Âmîn!..» deyin.” dedi.

O gün Kurban Bayramı’nın 3. veya 4. günüydü. Sabah kahvaltı yaptıktan sonra yatağında oturur vaziyetteyken bize;

“–Hakkınızı helâl edin; çünkü kalbimde bir çarpıntı var, ne olacağı belli olmaz, tık tık tık, duracak. O zamanın da ne zaman geleceği belli olmaz, ama inşâallah Medine’de olsun, o bir milyonluk hastahânenin kapısında bekliyormuşum.”** dedi.

“–Ömrüm varsa seneye bir daha hac yaparız, ömrüm yoksa benim bu anlattıklarımı hatırlarsın.” dedi. Sonra;

“–Allâh’a ne kadar şükretsek azdır, Allah bize bu güzel yerleri nasip etti, müslüman bir aileden geldik, en kıymetli kapı Rasûlullâh’ın kapısı, ondan başka kurtarıcı yok. Tek O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şefaati var.”

Bundan sonra sesini biraz yükselterek şu beyti söyledi:

Âyînedir bu âlem; her şey Hak ile kāim,
Mir‘ât-ı Muhammed’den Allah görünür dâim.

“–Şair böyle demiş.” dedi ve sonra bunu şöyle açıkladı:

“–Yani Peygamberimiz’in yolu o kadar sağlam ki dâimen Allâh’a götürüyor. Biz Peygamber Efendimiz’in aynasından bakacağız ki Allâh’ı göreceğiz. Yani Rasûlullâh’ın yolundan gidenler muhakkak Allâh’ı bulurlar, o demek bu.

Bütün önceki kitaplar bozuldu, bir tek o bozulmuyor. Çünkü Allah koruyor:

اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ

“Kur’ân’ı kesinlikle Biz indirdik; elbette onu yine Biz koruyacağız.” (el-Hicr, 9) buyuruyor Allah. Kur’ân’ın bir kelimesi bile bozulmaz. Kıyâmete kadar bu böyle devam edecek.

«Kur’ân’ı gömeceğim.» diyenler kendileri ertesi gün öldü ve gömüldü. (Doktor Abla bu şahsın ismini söylemeyeceğini söyledi ve Allah taksirâtını affetsin, zavallı işte o zamanlar böyle dedi.” dedi.)

“–Babam bu hususta çok dikkatliydi. Bir ahbabıyla münakaşaya girmiş. Ahbabı zamanın yenilikçi ve dîne ters icraatlarını savunuyor. Babam, ona tabiî ki onların böyle din aleyhindeki sözlerini söylüyor. Ona demiş ki:

«Bak sen bu kafayla gidersen ya kâfir babası olacaksın ya kâfir dedesi!» Babam;

Ben adamı gördüm, adamın yolu öyle. On beş sene sonra, Fatih’ten sonra Atik Ali var ya işte biz orada oturuyorduk; o zât ile karşılaştık, geldi elimi tuttu;

«Hocam sen haklıymışsın.» dedi.» diye aktarmış.” Doktor Abla’nın babası.

TÜRKÇE İBÂDET ve EZAN HAKKINDAKİ HÂTIRALARI

Halk Partisi’nin iktidarı döneminde doğan ve o dönemde gelişen bütün o hâdiselerin yakın şâhidi olan Doktor Abla’nın o dönem ile ilgili olarak en çok etkilendiği hâdise, şüphesiz ezanın Türkçe okunması ve İstanbul’da bazı camilerde namazın Türkçe olarak kıldırılması olmuş. Çünkü bu yasak 1933 ile 1950 yılları arasında olmak üzere 17 yıl devam etmiş ve dediğine göre İstanbul’da minarelerden hep Türkçe ezan okunmuş.

Bu hususla ilgili olarak Doktor Abla’nın anlattığına göre, Ankara’da herkesin Kur’ân-ı Kerîm’i kendisinden dinlemek istediği meşhur bir hâfız varmış. O da bu kanuna göre namaz kıldırmak için mihraba geçtiğinde;

“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı’nın adıyla başlarım.” deyince arkasındaki cemaat camiyi boşaltmış.

1950 yılının nisan ayında genel seçimler yapılıp Menderes’in kurduğu Demokrat Parti iktidara gelmeye hak kazanınca; meclis toplanıp milletvekillerinin yemin etmesinden hemen sonra ilk icraatı;

“Ezanı Arapça okumak yasaktır.” maddesini kaldırmak oldu. Bu karar haziran ayında alındı ve böylece Ramazân’a yetişmiş oldu.

Teravihleri camide kılıyorduk. O gece;

“Teravih namazını kılmaya Süleymaniye Camii’ne gidelim.” dedik. Ama tabiî evimiz hoca evi olduğu için, annemin işleri çok olduğundan, beni komşumuz Emine Hanım ile gönderdi. Süleymaniye Camii’ne gittiğimizde avlusu da dâhil olmak üzere her tarafın dolduğunu gördük ve insanlar o gece namazı ağlaya ağlaya kıldılar. Hepimiz çok ağladık; «Çünkü artık ezanlarımız eskiden olduğu gibi Arapça okunuyor, camilerimizde imamlarımız namazlarımızı Arapça kıldırmaya başladı.» dedi.

DUÂ TALEPLERİ

Onunla hac yaparken herkesin kendisinden duâ istediğine şâhit olurdum ve kendi kendime; «O bütün bunlara nasıl yetişir ki?» diye düşünmüştüm. Bunun üzerinden bir-iki gün geçmişti ki bana;

“–Benden herkes duâ istiyor. Ben de bunların altında kalmamak için, benden duâ isteyenler ve duâ bekleyenler için her gece yatmadan iki rekât namaz kılıyorum, çünkü herkesin ismini söylemem veya hatırlamam mümkün değil.” dedi.

Hacılar ondan çocukları için duâ istediğinde onlara, İbrahim Sûresi’nin 40. âyetindeki;

“«Ey Rabbim, beni dosdoğru namaz kılmakta dâim eyle. Zürriyetimden de (böylece namaz kılanlar yarat). Ey Rabbimiz, duâmı kabul et.» duâsını, son teşehhüddeki «Rabbenâ» duâsınâ ilâve etmelerini tembihledi ve onlara âyetin açıklamasını da yaptı. Hattâ sonunda, ne diyorsunuz bak; «Rabbim duâmı kabul et!» diyorsunuz.” dedi.

MS hastası olan yakın arkadaşıma da Haşr Sûresi’ni 21. âyetinden başlayarak sonuna kadar olan bölümünü, kesintisiz her gün 41 tane olmak üzere 41 gün okumasını tavsiye etti ve;

“Çaresiz hastalıklar için bu okunur.” dedi. Hattâ henüz âdetten kesilmemiş olanların kesintisiz okumaları mümkün olamayacağı için, bu durumda olmayanların okuyabileceğini de özellikle belirtti.

Yemek yedikten sonra Mehmed Zahid KOTKU Hazretleri’nden ezberlediği şu duâyı Arapça aslı ile:

اَللّٰهُمَّ ارْزُقْنَا نِعْمَةً كَث۪يرَةً مُطْمَئِنَّةً مُتَّصِلَةً مِنْ يَوْمِنَا هٰذَا اِلٰى يَوْمِ الْجَنَّةِ

şeklinde telâffuz ediyordu. Mânâsı:

“Allâh’ım bizi bolca ve doyurucu bir şekilde bugünümüzden cennet (ile müşerref olacağımız) gününe kadar, muttasıl olarak / kesintisiz bir şekilde nimetlerinle rızıklandır.”

ANNEANNESİNİN DUÂSI

Doktor Abla’nın hayatının duâ olduğuna dair bir başka şâhit de daha küçük yaşlardan itibaren aile büyüklerinden aldığı duâlardır. Kendisi hem uzun, hem sağlıklı ve çok hizmet yaparak geçirdiği ömrünü, anneannesinin şu duâsına bağlıyor:

“Anneannem bana; «Allah sana ömür bereketi versin.» diye duâ ederdi. Bu duâya binâen Allah da bana ömür verdi, Rasûlullâh’ın kapısındayım, bu yaştayım ve ayakta namazımı kılıyorum. Haccımı yapıyorum. Daha ne isteyeyim.” dedi.

BABASININ DUÂSI

Baba duâsı da alan Doktor Abla babasının kendisine duâsını şöyle anlattı:

“–Babam benden bir şey istediğinde ben onu yerine getirmeden önce;

«–Dur sana bir duâ edeyim.» der ve ellerini kaldırır, duâ ederdi. Yani, elhamdülillâh, benden o kadar memnundu;

«–Allah senin hem bu dünyanı hem de âhiretini mâmûr eylesin.» derdi.”

Doktor Abla bana dedi ki:

“–Sen de böyle duâ et evlâtlarına. Dünyan mâmûr olursa öbür taraf da mâmûr olur, tabiî ki.”

“–Vefatından sonra gördüğüm rüyada, babamı böyle nehir akan bir yerde otururken gördüm.” dedi. Kendisi bu rüyayı, babasının inşâallah cennetlik olacağına yorduğunu söyledi. (Devam edecek.)

____________________________
* Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Öğretim Görevlisi.
** Bu sözlerinin açıklaması (ikinci kısımda); «Son Vasiyeti» bölümünde anlatılmaktadır.