HÂLDEN HÂLE GEÇEN KALP

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

BİR HADİS:
عَنِ النُّعْمَانِ بْنِ بَش۪يرٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ :
سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ :
« أَلَا وَإِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ
كُلُّهُ ، وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ ، أَلَا وَهِيَ الْقَلْبُ »

Nûmân bin Beşîr -radıyallâhu anhümâ-’dan rivâyet edildiğine göre Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki; o iyi, doğru ve düzgün olursa bütün vücut iyi, doğru ve düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” (Buhârî, Îmân, 39)

BİR MESAJ: “Ey mü’min kardeşim! Hâlden hâle geçen kalbine dikkat et!”

Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler,
«Yevme lâ yenfau’»da kalb-i selîm isterler.   (Bağdatlı Rûhî)

“Sanma ki ey hoca senden altın ve gümüş isterler.
Hiçbir şeyin fayda vermeyeceği o günde sadece
kalb-i selîm (tertemiz bir gönül) isterler.”

İnsanın sahip olduğu en hassas ve en nârin organ kalptir. Kalp, insanın hem rûhuna hem de bedenine hükmeden bir yapıya sahiptir. Serlevhâ hadîsimizde de işaret edildiği gibi; eğer kalp, bedenen ve rûhen düzgün olursa bütün vücut düzgün olur. Eğer kalp düzgün olmazsa bütün vücut bozulur. Onun için mü’min olarak kalbimiz üzerinde hassâsiyetle durup kalbimizin maddî sağlığına ihtimam gösterdiğimiz gibi mânevî sağlığına da ihtimam göstermemiz lüzum etmektedir.

Bazı İslâm âlimleri, bedeni; sınırları, orduları, şehirleri ve yöneticileri olan bir ülkeye benzetmişlerdir. Buna göre bu beden ülkesinin sultanı kalptir. Yukarıdaki hadîs-i şerîfi bu teşbihe tatbik edecek olursak; eğer beden ülkesinin sultanı; ülkesini iyi idare eder ve her türlü saldırı ve taarruzlara karşı koruyabilirse, ülkesi selâmet içerisinde olacak, müreffeh bir hayat sürecektir. Yok eğer sultan; gaflet içerisinde bir idare sergilerse, ülkesi dâhilî ve hâricî düşmanlar tarafından işgal edilecek, ülkesindeki düzen altüst olacaktır. Eğer sultan; olanlardan ders çıkarıp gafletten uyanır, lüzum eden tedbirleri alırsa, yeniden ülkesinde hâkimiyet kurma fırsatı elde edebilecektir. Değilse ülkesi, yok olmaya mahkûm olacaktır.

Serlevhâ hadîsimizde kalbin; yapısı itibarıyla değişken olduğuna, hâlden hâle, renkten renge girebildiğine vurgu yapılmıştır. Bu değişken özelliğinden dolayı kalp, bukalemun denen sürüngene benzetilmiştir. Zira bukalemun; hangi renkteki zemine konarsa o zeminin rengini alır.

Kalbin bu değişken hâli hakkında Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle bir teşbih yapmaktadır:

“Kalbe kalp denilmesinin sebebi, onun çok değişken olmasıdır. Kalbin misâli çöldeki bir ağacın üzerinde asılı kalan kuş tüyünün misâli gibidir. Rüzgâr onu bir oraya bir buraya savurur.” (İbn-i Hanbel, IV, 409)

Yine Kur’ân-ı Kerim’de geçen bir âyet-i kerîmede kalp, hâlden hâle geçen taşa benzetilerek şöyle buyurulmuştur:

“Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hattâ daha katı oldu. Çünkü taş vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yarılır da içinden sular çıkar. Taş da vardır ki, Allah korkusuyla (yerinden kopup) düşer. Allah, yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir.” (el-Bakara, 2/74)

Öyleyse mü’min olarak üzerimize düşen vazife; kalbin bu hassâsiyetinin şuurunda olarak kalbimize dikkat etmek, kalbimizi her türlü menfî durumlardan muhafaza etmek ve arındırmaktır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir sözünde kalbini arındırmak için her gün yüz defa Rabbinden bağışlanma dilediğini bizlere haber vermiştir. (Müslim, Zikir, 41)

Yine bulunduğumuz ortamlara; arkadaşlık yaptığımız insanlara hassâsiyet göstermemiz, hattâ dinlediğimiz müziğin bile kalbimiz üzerinde bir etki oluşturduğunun farkında olmamız lüzum etmektedir. Kalbin bu hassas durumundan dolayıdır ki Sevgili Peygamberimiz sık sık şöyle duâ ederdi:

يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْب۪ى عَلٰى د۪ينِكَ

“Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Rabbim! Benim kalbimi de dînin üzere sâbit kıl.” (Tirmizî, Deavât, 89)

Bu rivâyetin devamında Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e;

“–Ey Allâh’ın Rasûlü neden bu duâyı çokça yapıyorsun?” diye sorulmuş o da şöyle cevap vermiştir:

“–Hiç kimse yoktur ki onun kalbi Allâh’ın parmakları arasında olmuş olmasın; dileyenin kalbini düzeltir, doğru yola kor, dileyenin de kalbini kaydırır, yoldan çıkarır.” (Tirmizi, Deavât, 89)

Bu bakımdan kalp, hangi ortamda bulunursa o ortamdan etkilenir ve ona göre şekil alır. Öyle kalpler vardır ki hassâsiyet sahibidir, Allah Teâlâ’nın zikriyle nurlanmış kalplerdir. Bu kalpler, Allah Teâlâ’nın adı anıldığında ürperir, rakîk bir hâle bürünür. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır.

“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; kendilerine O’nun âyetleri okunduğunda (bu, onların) îmanlarını artırır ve (onlar yalnız) Rablerine tevekkül ederler.” (el-Enfâl, 8/2)

Bu kalp, içinden suların fışkırdığı taş misâli diri kalptir. Kalb-i selîm deniyor bu kalbe. Ve hatırdan çıkarılmamalıdır ki âhirete kalb-i selîm ile gidebilenler felâha erebilecektir. Zira âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:

“O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allâh’a kalb-i selîm ile gelenler müstesnâ.” (eş-Şuarâ, 26/89)

Kalb-i selîme sahip olan mü’minler, nefs-i mutmainne mertebesine ermiş kişilerdir. Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine lâyıkıyla ittibâ edip, men ettiklerinden titizlikle sakınmak sûretiyle mânevî hastalıklardan kurtulmuşlardır. Bu hâlleri ahlâklarına da yansımış, ahlâk-ı Muhammedî ile muttasıf olmuşlardır. Sabır, şükür, tevekkül, teslîmiyet ve rızâ gibi hâllerle hâllenmişlerdir.

Kalb-i selîme sahip olanlar, el kârda gönül yârda mefkûresi ile yaşarlar ve her dâim Rableri ile beraberdirler.

Bir de tedaviye ihtiyacı olan hasta kalpler vardır. Hasta kalbe sahip olanlar, nefs-i levvâme mertebesinde olup içinde bulundukları çirkin hâl ve hareketlerinden kurtulabilmek için gayret gösterirler.

Hasta kalbin tedavi yöntemlerinden biri tövbedir. Kalp tövbe ile temizlenir. Hattâ öyle ki Sevgili Peygamberimiz; tövbe ederek kalbini temizleyen kişinin, hiç günahı olmayan kimse gibi olacağını müjdelemiştir. (İbn-i Mâce, Zühd, 30)

Yine kalp zikirle temizlenir, zikirle nurlanır. Kalp, Allah Teâlâ’yı anmak ile huzur bulur. Nitekim âyet-i kerimede;

“Biliniz ki, kalpler ancak Allâh’ı anmakla huzur bulur.” buyurulmaktadır: (er-Ra‘d, 13/28)

Kalpteki siyah noktacıklar tövbe ve istiğfar ile nurlanır. Nitekim bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

“Kul bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta oluşur. Bundan vazgeçip tövbe ve istiğfâr ettiği zaman kalbi parlar. Günahtan dönmez ve bunu yapmaya devam ederse siyah nokta artırılır ve sonunda tüm kalbini kaplar. Allâh’ın (Kitâbında);

«Hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları kalplerini paslandırmıştır.» (el-Mutaffifîn, 83/14) diye anlattığı pas işte budur.” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 83)

Hadîs-i şerifte geçtiği üzere hasta kalbe derman olunmazsa, zamanla paslanır ve siyah noktacıklar tüm kalbi kaplar. Kişinin söylediği bir yalan veya kötü bir söz, harama uzanan bir el; kalpte yaralar açar, kalbe siyah noktacıklar kondurur. Küçük olsun büyük olsun işlenen cürümler, kalbi gittikçe karartır, zamanla kalp simsiyah hâle gelir. Sonrasında Allah korusun mânevî ölüm gerçekleşir. Böyle kalplere ölü kalpler denir.

Artık bu kalpler, hassâsiyetini yitirmiş kalplerdir. Kur’ân-ı Kerim’de ölü kalbe sahip olanlar hakkında şöyle buyurulmaktadır:

“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hattâ daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (el-A‘râf, 7/179)

Bu kalpler, Kur’ân’ın ifadesiyle; katılaşmış kalplerdir, taşlardan da sert kalplerdir. (el-Bakara, 2/74) Bu kalpler, kördür (el-Hac, 22/46). Bu kalpler perdelidir (el-Bakara, 2/88), mühürlüdür (el-Câsiye, 45/23). Bu kalpler, Kur’ân’da; esfel-i sâfilîn (et-Tîn, 95/5) ve bel hüm edall (el-A‘râf, 7/179) olarak tavsîf edilen kalplerdir. Bu kalpler zâhiren yaşıyor olsa da, hakikatte ölü olan kalplerdir.

Bu kalpler kilitlidir. Kur’ân böyle kalbe sahip olanlara;

“Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 47/24) diye bir soru tevcih etmektedir. Açamazsınız bu kalpleri. Hak nâmına bir şey girmez bu kalplere. Duymazlıktan, görmezlikten gelir bu kalpler. Kur’ân tilâvetinden, ezandan haz duymaz, rahatsız olur bu kalpler. Îman nedir, takvâ nedir, Allah için sevmek, Allah için kızmak nedir bilmez bu kalpler. Küfür, inkâr ve isyan ile dolup taşan kalplerdir bunlar. Enâniyet yüklüdür bu kalpler. Her tarafından kibir fışkırır bu kalplerin. Hattâ öyle ki tanrılık iddiasında da bulunurlar. Ama bilmezler ki bir karınca veya küçük bir sinek onların hakkından gelir…

Ölü kalbe sahip olanlar, nefs-i emmâre mertebesinde kalmışlardır. Bunlar, şehvetin esiri olmuş, şeytanın elinde oyuncak olmuş insanlardır. Bunların bu hayattaki yegâne maksatları, fütursuzca hevâ ve heveslerinin peşinden gitmektir.

Velhâsıl kardeşlerim! Nazargâh-ı ilâhî olan kalbimize dikkat edelim. Zikir ve istiğfâr ile onu arındırmaya, nurlandırmaya çalışalım. Beşer hâli bir günah işlediğimizde de hemen tövbe edelim. Kalb-i selîm ile Rabbimiz’in huzûruna varmak için elimizden gelen gayreti gösterelim.

Ve her birimiz, Sevgili Peygamberimiz’in yaptığı duâlarla Rabbimiz’e şöyle ilticâ edelim:

“Allâh’ım! Günahlarımı kar ve dolu suyu ile yıka ve beyaz elbiseyi kirden temizler gibi kalbimi hatalardan arındır!” (Buhârî, Deavât, 39)

“Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Rabbim! Benim kalbimi de dînin üzere sâbit kıl!” (Tirmizî, Deavât, 89)

Rabbimiz, cümlemizin kalplerini arındırsın ve nurlandırsın!

Rabbimiz, kalb-i selîm ile huzûruna varmayı cümlemize nasip ve müyesser eylesin!

Âmîn…