HAKK’A DOST, DÜŞMANINA DÜŞMAN…

Sami GÖKSÜN

Ecdâdımız; «Kişi refîkından azar.» derdi. Yani; sevdiğin, muhabbet ettiğin, yanında durup râzı olduğun, rengine boyandığın insanların kimler olduğuna dikkat etmemiz gerektiğini belirtiyor ecdat. Bir insan; firavun ile yola revân olursa, onun âkıbeti Kızıldeniz’de boğulmak olur. Ebû Cehil ile yola çıkan birisi, hakikat güneşine gözlerini kapar da göremez olur. Nefsine tâbî olan zâlim ve câhillerle beraberlik; insanı, hüsrâna sürükler. Öz evlâdımız veya öz kardeşimiz de olsa; yalan ve yanlış üzere bir hayatın sahibi ise, yapılan hakkı tebliğ ve davete boyun eğmediği müddetçe, öz olma hüviyetini kaybeder.

Nitekim Nûh -aleyhisselâm-’ın zelle işlemesine ve ömrünün sonuna kadar istiğfâr etmesine sebep olan da böyle bir davranışı olmuştur. «Nuh Tûfânı» diye bilinen hâdisede; tûfan başlayıp sular yükselince, gemi su üzerinde harekete geçti. Hazret-i Nûh’un öz evlâdı olan Ken‘an; yapılan davete kulak asmamış;

“–Ben başımın çaresine bakarım, dağların zirvesine çıkarım!..” diyerek yanlış gidişâtını devam ettirmişti. Tûfanda sular yükselip gemi ile Ken‘an’ın arasına dalgalar girince Hazret-i Nûh -aleyhisselâm-; kendine tâbî olmayan oğlu için -duâ maksadı ile-;

“–(Yâ Rabbî!) O da benim ailemdendir, onu kurtar!” mânâsında ilticâ edince, Cenâb-ı Hak;

“–Hayır, o senin ailenden değildir. Çünkü o sana inanmadı ve kötü bir yolda bulunup, yanlış bir iş yaptı!” buyurdu. Böylece Hazret-i Nuh yanlış yaptığını anladı ve istiğfâr etti.

Bu hâdisede de görüyoruz ki Allâh’ın ve Peygamberi’nin yolundan gitmeyenlerle gönül bağı kurulamaz, onlara muhabbet gösterilemez. Esas olan can ve kan bağı değil, din bağıdır. Bu noktada şunu görüyoruz ki; mü’min ile kâfir arasında hiçbir yakınlık olamaz, onlara muhabbet ve sevgi duyulamaz.

Bu konuya dikkatlerimizi çeken ve üzerinde çok çok düşünmemizi gerektiren bir âyet-i kerîme var ki, o da Mücâdele Sûresi’nin 22. âyet-i kerîmesidir. Şöyle buyuruyor yüce Rabbimiz:

“Allâh’a ve âhiret gününe inanan bir toplumun; babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allâh’a ve Rasûlü’ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin.

İşte onların kalbine Allah, îman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır.

İşte onlar, Allâh’ın tarafında olanlardır.

İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allâh’ın tarafında olanlardır.”

İbnü’ş-Şeyh demiştir ki:

“Bu âyet-i kerîmeye göre, Allah ve Rasûlü’nün düşmanlarını dost edinmekle îman bir arada bulunmaz.”

«Allâh’a ve Rasûlü’ne düşman olanlar kimlerdir?» diye baktığımızda karşımıza; münafıklar, fâsıklar, zâlimler, yahudiler, hıristiyanlar, bid‘atçılar… çıkmaktadır. Böyle kimselerle gönül bağı kurmak, onlara muhabbet beslemek, Allâh’a ve Rasûlü’ne îmânın gerekleri ile taban tabana zıttır. Zira onlarla o durumda dostluk yapmak, küfre ve küffâra sevgi göstermektir. Çünkü Allah ve Rasûlü’ne düşmanlık etmek, küfrün en şiddetlisidir. Küfre muhabbet ise îmân ile bir arada bulunmaz.

Bu da bize gösteriyor ki, onları sevmememiz gerekir ve onlar sevilmemelidirler. Allah ve Rasûlü’ne muhalefette bulunanlara muhabbet ve sevgide bulunmak, onlardan râzı olmayı gerektirir. Böyle bir râzı oluş ise; ebedî hüsrâna sebep, azâba da vesile olur. İsterse onlar, babaları ve oğulları veya kardeşleri yahut hısımları olsun. Yüce Rabbimiz Kur’ân’ın birçok âyetinde onlarla dostluk edenleri; «Zâlimler!» diye belirtmektedir.

Bu hususta Sehl bin Abdullah el-Tüsterî -kuddîse sirruhû- şöyle demiştir:

“Îmânını sağlamlaştırıp, tevhid temeline dayalı dînini, ihlâs temeline oturtan bir mü’min; Allah ve Rasûlü’ne düşmanlık edenlerle dostluk edemez, onlarla oturup yiyip içemez, onlarla sohbet edemez. Aksine içinde onlara karşı düşmanlık ve kızgınlık ortaya çıkmalıdır. Allah Teâlâ bu güruhtan olanlara yağcılık ve yakınlık gösterenlerin gönlünden, sünnetleri yerine getirmenin zevk ve tadını söküp alır. Kim onlara yakınlık duyup, dünyada bir şeref ve itibar kazanmak veya bir menfaat sağlamak maksadıyla, sevgi ve muhabbet gösterisinde bulunursa; Allah onları kazandığı bu şeref ve elde ettiği bu zenginlik sebebiyle zillete düşürüp alçaltır. Bu gibi kimselere güler yüz gösterenlerin kalplerinden; îman nûrunu söküp alır. Buna inanmayan bir denesin!”

Mü’min, gönlünde kime ve kimlere yer vereceğine çok dikkat etmelidir. Bu noktada haram olan sevgi; kâfirlerin, münafıkların ve onların dostlarının menfaatini ve iyiliğini istemektir.

Bu noktada şöyle de söyleyebiliriz:

Hakikî mü’minler, Allah ve Peygamber’ine düşmanlık eden yakınlarına veya yakınları olmayanlarına hiç sevgi ve muhabbet beslemezler.

O mü’minler; Allâh’ı unutmazlar, âhiret yolunu ve yurdunu görür, sevilecek ve sevilmeyecek kimseleri bilir ve tanırlar. Allah ve Rasûlü’ne itaat eder ve Allah yolunda her fedâkârlığa katlanırlar. Böyle olunca da Allah onları âhirette köşklerinin altından dört çeşit ırmak akan cennetlerine koyacak. O ırmaklar ise; bal, süt, cennet şarabı ve su ırmaklarıdır. O sûretledir ki; içlerinde sonsuza dek kalmak üzere. Öyle ki; kendilerine yokluk, zeval, ölüm, hastalık ve fakirlik yaklaşmayacak bile.

Nitekim Peygamber Efendimiz de şöyle buyurur:

“Bir münâdî seslenerek şunları söyler:

«–Bu andan sonra, sizler artık sağlık içinde olacak ve hiç hastalanmayacaksınız. Ebediyyen yaşayacak ve hiç ölmeyeceksiniz. Gençleşecek ve öyle kalıp hiçbir zaman kocamayacaksınız. Nimete kavuşacak ve hiçbir zaman mahrum ve sefil olmayacaksınız.»” (Müslim, Cennet, 2827)

Allah onlardan hoşnut, onlar da Allah’tan hoşnut oldular, hem kendilerinden râzı olunmuş, hem de kendileri ondan râzı olmuş olarak Allâh’ın rızâsına erdiler.

İşte bu özelliklerini işittiğin mü’minler, Allâh’ın taraftarlarıdır yani Allâh’ın askerleridir, Allâh’ın dininin yardımcıları ve Allah yolunda cihad eden mücâhidlerdir, Allâh’ın değer verdiği kahramanlardır. Böylece Allâh’ın yanında ve tarafında olanlar her zaman felâh bulanlardır. Dünya ve âhirette hayır ve isteklerine kavuşanlar ancak onlardır

İmam Sa‘lebî nakleder:

Dâvud -aleyhisselâm- Allah Teâlâ’ya kendi taraftarlarının kim olduğunu sordu. Allah’tan şöyle bir hitap geldi:

«Kimin gözleri harama bakmaya kapalı ise, eli insanlara zarar vermiyor ve haram olan şeyi almaya uzanmıyor ise, kalbini Allah’tan başka her şeyden temizlemişse bunlar Allâh’ın taraftarlarıdır.»”

Rabbim bizleri de Habîb-i Kibriyâ’sı hürmetine onlardan eylesin inşâallah.

Âmîn…