YÂ ŞÂFÎ!..

Sami GÖKSÜN

İslâm dîninin temel maksatlarından biri de sağlığın korunmasıdır. Dînimizin emirlerine baktığımız zaman bunu kolaylıkla anlayabileceğimiz gibi, bazı şeylerin haram kılınmasında da beden ve ruh sağlığımızın gözetildiğini çok açık bir şekilde görebiliriz.

Şunu unutmamak gerekir ki sağlık, yüce Rabbimiz’in bize bahşettiği büyük bir nimettir. Onu korumak ise başta gelen vazifelerimizdendir. Bu konuda hassas olmak, sağlık nimeti elde iken değerini bilmeye bağlıdır. Sağlık nimeti elden gittikten sonra insan mutlaka onun farkına varır, değerini de anlar. Fakat insanın tekrar sağlığına kavuşması hem çok zaman alır, hem de pahalıya mâl olur; bazen de sağlığa kavuşmak mümkün olmaz. Bu sebeple sağlık nimeti elde iken kıymeti iyi bilinmeli ve korunması için de ne tedbir gerekiyorsa zamanında alınmalıdır.

Peygamber Efendimiz bu konuda uyarmak maksadıyla şöyle buyurur:

“İki nimet vardır ki, insanların çoğu bunlarda aldanmıştır. O nimetler; sağlık ve boş vakittir.” (Buhârî, Rikāk, 1)

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in;

“Allâh’ım! Sen’den dünya ve âhirette af, sıhhat ve nimet istiyorum.” (Ebû Dâvûd, Edep, 110) diye duâ etmesi ve her türlü hastalıktan Allâh’a sığınması, bu nimetin insan için taşıdığı değeri ve dînimizin sağlığa verdiği büyük önemi gösterir.

Görülüyor ki;

“Her şeyin başı sağlıktır.” sözü yerinde söylenmiş çok mânidar ve isabetli bir sözdür. Fiil ve davranışları bizim için en güzel örnek olan Sevgili Peygamberimiz, yukarıdaki hadisleri beyan etmekle kalmamış, hayatı boyunca daima sağlık kaidelerine riâyet etmiş, sağlıklı yaşamaya ihtimam göstermiş, bu hususta da biz müslümanlara örnek olmuştur.

Dînimiz İslâm’ın temizliğe verdiği ehemmiyet, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in;

“Temizlik îmânın yarısıdır.” (Müslim, Tahâret, 1) hadîsi ile en veciz şekilde ifade edilmiştir. Bu mevzuda yeterli ve dengeli beslenmek, yiyecek ve içeceklerin temiz ve mikropsuz olması; bedenimizin, elbisemizin, oturup kalktığımız ve gezip dolaştığımız yerlerin temizliği, sağlıklı yaşamamızın vazgeçilmez şartlarındandır.

Kanunî Sultan Süleyman ne güzel söyler:

Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

En büyük mutluluk; parada pulda değil, bir nefeslik de olsa sıhhatte aranmalıdır.

Bütün bunların yanında bedenen sağlıklı olmak, mutluluğumuz için yeterli midir? Elbette değildir. Bir insanın bedenen sağlıklı olması kimi zaman mutluluğu için yeterli olmuyor. Sağlıklı olan bedenin, rûhî olarak da beslenmesi gerekiyor. Öyle ki taşı sıksa suyunu çıkaracak nice güçlü kimselerin; sefahatin peşine düşüp, haramlarla düşüp kalktığı için perişan bir vaziyette hayatına son verdiğine şâhit oluyoruz.

Rûhî bakımdan sağlıklı insan demek; neye inanacağını, nasıl yaşayacağını bilen ve kendisini kontrol edip âhiret için hazırlayandır. Rûhen sağlıklı olmamız için de mânevî gıdâlara ihtiyacımız vardır. Bu gıdâlar ise; Allâh’ın bizlere verdiği ve yapılmasını istediği emir ve tâlimatlara uygun bir hayat sürmektir. Genel itibarıyla güzel ahlâk sahibi olabilmektir.

İki cihan güneşi Efendimiz, yine sıhhatin muhafazası noktasında;

“Hasta olmadan sağlığın, ölüm gelmeden hayatın, ihtiyarlamadan gençliğin, meşguliyetten evvel boş vaktin, yoksulluğa düşmeden servetin kıymetini biliniz.” (Buhârî, Rikāk, 3; Tirmizî, Zühd, 25) emri ile, sağlığımıza ne derece dikkat etmemiz gerektiğini göstermektedir.

Dînimiz İslâm; sadece kendi sağlığımızı değil, başkalarının sağlık ve mutluluğuna da yardımcı olmamızı ister. Temizlik üzerine kurulmuş olan dînimiz, sağlığımıza zarar veren her türlü madde ve yiyeceği haram kılmıştır.

Yüce Rabbimiz bu noktada Bakara Sûresi 185. âyet-i kerîmesinde;

“…Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız…” buyurarak, bizi her türlü tehlikeye karşı uyanık ve tedbirli olmaya çağırmaktadır.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaç!” (Buhârî, Ṭıb, 16) buyuruyor. Bulaşıcı bir hastalık olan cüzzamdan kaçınmamızın istenmesi, sağlığımızı tehlikeye düşürecek şeylere karşı daima tedbirli olmamız gerektiğini göstermektedir. Hastalığa yakalanmamak için alınan her türlü -karantina dâhil- tedbire uymalıyız.

Alacağımız bütün tedbirlere rağmen hastalandığımız takdirde, ne yapacağımızı da dînimiz bize öğretiyor ve nasıl hareket etmemiz gerektiği hususunda yol gösteriyor. Bugün karşılaştığımız «Covid 19» denen virüs hastalığı da aynıdır.

Evet; herhangi bir hastalığa yakalanan insanın yapacağı iş, bütün tedbirleri aldıktan sonra tedavi olmanın yollarını aramaktır. Hastalanmamak için tedbirler almak nasıl dînimizin emri ise, hastalandıktan sonra tedavi olmak hususunda her türlü çareye başvurmak da yine dînimizin emridir.

Bu konuda Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Allah Teâlâ Hazretleri hastalığı da ilâcı da indirmiştir. Ve her hastalığa bir ilâç var etmiştir. Öyleyse tedavi olun.” (Ebû Dâvud, Tıb, 11) sözleri ile her hastalığın ilâcının bulunabileceğini belirtmiştir.

Bugün içinde bulunduğumuz hâl de tıpkı buna benzemektedir. Korona virüs denen bu mikrobun şu an itibarıyla ilâcı bulunmamaktadır. Bize düşen, devletimizin aldığı bütün tedbirlere hakkıyla uymak ve bu süreçten en az zararla çıkmaktır.

Sonsuz kudret sahibi olan yüce Rabbimiz, şu noktada bizim tefekkür derinliği içinde düşünmemizi istiyor. İnsanların ister devletler, ister şahıslar esasında olsun; «Ben!..» diyenleri küçücük, yok mesâbesinde olan bir virüsle nasıl yerlere serdiğini görmemizi istiyor. «Çaresizliklerini görün!» diyor. «Zulüm ehlinin sonlarının nasıl perişanlık olduğunu bilin.» diyor.

Yüce Rabbimiz; insanlığı bu felâketten bir an önce kurtarsın, memleket ve milletimizi, âlem-i İslâm’ı muhafaza eylesin.

Âmîn…