HAZRET-İ KUR’ÂN

SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

-Besmele, meded ve edeb, edeb-

Bir hitap var bize ey cân, okunurken Kur’ân,
Ey diyor kalbe bir îlân, okunurken Kur’ân:
Sen de duy, dinle; hakîkat dolu bir mushaf bu,
Merhamet üzre, günahkâra sunulmuş, af bu!
En güzel, en yüce, en doğru ve en faydalı söz,
Levh-i mahfuzda mecid, Hazret-i Kur’ân, nûr öz.
Ey gönül, Fâtiha’dan Nâs’a kadar tam dinle,

Mutlakā dinle; sağır olma sakın, fikreyle:
Es-selâm der, coşar îmân, okunurken Kur’ân,
Dinle bir bak, neler âyân, okunurken Kur’ân!
Ezber et, dinle; ne duydunsa, görürsün, ey kul,
Dinle Allâh’ı ki, sevsin seni etsin makbul.

Vâh içip yan gidenin hâli yaman, rengi siyah,
Ey civan! Dinle aman; işte liman, işte sabah!

Edeb ister, yüce Yezdân, okunurken Kur’ân,
Dinle yalnızca budur şân, okunurken Kur’ân.
Ey duyan, dinle, uyan; en öteler, en beride,
Bak da bir dinle; ne çığlık kopuyor mahşerde.

Ey beşer, dinle ki, yangınlara yağsın rahmet,
Dinle âdâb ile baştan sona göster hürmet!
Ey beşer, Hazret-i Allah seviyor dinleyeni,
Bir ömür dinle; yarın kurtaracaktır bu seni.

Taht-ı mîrâca çıkartan, okunurken Kur’ân,
Dinlemek tâcı, ey insân, okunurken Kur’ân.
Taç giyip sen de kanatlan o mekânsız «taht»a,
Dinle; refref ve Burak’tır bu edeb, her bahta.
Dinle; tâ yerden alır, ay gibi eyler gökte,
Dinle; son vahy-i Hudâ’dır bize sonsuz reçete.
Dinle Kur’ân’ı; bu fânîde yaşanmaz onsuz,
Öyle bir dinle; Rasûl’ün yanı olsun sonumuz.
Hem kıyâmette verilsin bize bayram ve selâm,
Dinle; «Eyvah!» değil «el-hamdü» dedirtir bu kelâm.
Bu kitap.. Sırr-ı elif, lâm ile mîm.. hikmeti çok:
–Ehl-i takvâ için Allah yolu, hiç şüphesi yok!1
Dinle; Mevlâ, ne diyor Sûre-i İsrâ’da, kula;
Dinle ey yolcu: –Bu Kur’ân, iletir doğru yola.
Müjdeler, her işi sâlih, inanan halka nice,
Şüphe yok, onlara mahsus bir ecir var ki, yüce!
Kim inanmazsa fakat ahrete, mutlak bilsin;
Hazır ettik, dayanılmaz bir azâb, onlar için!2

Kim, nasıl bir yere kervân, okunurken Kur’ân?
Ölmeden duy bunu her ân, okunurken Kur’ân.

Ölmeden çünkü duyarsan, açılır sende şuur,
Ölmeden duy diye zâten yüce Allah buyurur:
–İnanan kullara Biz, indiririz Kur’ân’dan,
Öyle bir şey ki, o rahmet ve şifâ, -ey insan-
Artırır lâkin o, zâlimlere ancak hasarı.3
Dinle; fark et ebedî kârı ve terk et zararı!
Dinle her âyeti, Hak’tan bize mektup bu Kitap,
Canlı Kur’ân olarak sundu Nebî, etti hitap:
–İki şey var ki emânet size, benden sonra,
Biri sünnet, biri Kur’ân ki, Hudâ’dan tuğrâ.
Olunuz; hem okuyan, hem işiten, hem yaşayan,
Tam sarıldıkça sapıtmazsınız aslā Hak’tan!4
Ey beşer, dinle, bu tembih, nice bin derse bedel;
Kara topraklara gömmez, yaşayan rûhu, ecel!

Dinle, hak sırrını Hak’tan, okunurken Kur’ân,
Dinlemek, bil ki, tek unvân, okunurken Kur’ân.

Hak Nebî, örneğimiz, olmalısın farkında,
Bize Kur’ân’ı getirmiş, ne demiş hakkında:
–Bu kitap hatrına her halkı yüceltir Allâh,
Hor eder, ondan uzak halkı da!5 Çarpar billâh!
Dinle ey kul, onu dinlersen eğer, kaymaz ayak,
Sor kütüphâneye, Kur’ân’da huzur var ancak!
Dinle; Kur’ân, diriliktir… Buyurur Bedr-i Münîr:
–İçi Kur’ânsız olan kalp, ölü bir ev gibidir!6
Der ki: –En şanlı melekler, o mutî, has kullar,
Muhteşem vahyi getirmiş, yüce bir yönleri var!
Kim bu Kur’ân’ı okur şartına uygun ve güzel,
O meleklerle olur, aynı o kıymette özel!
Kim de zar zor, kekeler olsa da, Kur’ân’ı okur,
İki kat fazla sevaplarla büyük ecri dokur.7
Dinle; –Kur’ân okuyan mü’minin (ulvî dokusu),
Portakal benzeri, hoştur tadı, hoştur kokusu.
Ama mü’min kişi Kur’ân okumaz olsa biraz,
Hâli bir hurmaya benzer, tat olur, hoş kokmaz.
Okuyan kimse bu Kur’ân’ı münâfık ise, hey,
Fesleğen misli kokar hoş, tadı lâkin acı şey.
Bir de Kur’ân okumaz türde münâfık (dokusu),
Bû Cehil karpuzudur; hem tadı yok hem kokusu.8
Dinle; –Allah, kime Kur’ân vererek, verse değer,
Gece-gündüz, o da Kur’ân ile meşgulse eğer;
Der ki Peygamberimiz: –İmrenilir böyle kula!9
Gıpta âlâ! Ne imiş hizmet-i Kur’ân, anla!

O’dur O’ndan bize îlân, okunurken Kur’ân,
Dinle; rûh, işte bu ihsân, okunurken Kur’ân.

Der ki Mevlâ: –İnanan kimseler onlar ancak:
Ürperir kalpleri Allah denilirken, coşarak!
Artar îmanları âyetler okundukça yine,
Her bakımdan güvenirler yalınız Rablerine.10
Dinle; Hakk’ın şu beyânında da ibretler var:
–İnanan her nice mü’min yüreğin, ey kullar,
Hak’tan inmiş yüce Kur’ân’ını fikretmek için,
Hem de Allâh’ı anıp aşk ile zikretmek için,
İçten ürpermesinin vakti henüz gelmedi mi?11
Dinle ey kul, kavurur yoksa cehennem elemi.
Duydu, atlar bile şahlandı, bu mânâ az mı?
Kalb-i insan daha hassas, daha şahlanmaz mı?

Emri duy, dinle ve davran, okunurken Kur’ân,
Sen de «Allah!» deyu şahlan, okunurken Kur’ân!

Şakısın, Sûre-i Yâsîn ile bülbül şakısın!
Dinlesin Fâtiha’dan Nâs’a kadar gül şakısın!
Okusun hâfız-ı Kur’ân, okusun sûreleri,
Dinlesin yer ile gök, gün gibi yansın ciğeri!
Okusun burda, ezel sırrını anlatsın ebed,
Dinlesin kurtuluşun şartını kul, işte meded!
Okusun vecd ile, tekrâr ile, ihlâs ile dil,
Dinlesin şevk ile cân, ufku donatsın kandil.
Okusun, öyle, şu hâfız olanın tâ kalbi,
Dinlesin taş bile, her zerre desin yâ Rabbi!
Çınlasın kubbe, cihan bağrını sevdâ yaksın,
Dinlesin dursun içerden nice ırmak aksın!
Ağlasın şimdi fakat sonra sevinsin şu yürek,
Dağlasın bağrı derinden nice mânâ, bu gerek,
Bağlasın kulları Mevlâ’sına şeksiz bu eser,
Çağlasın her çağa, her kıt’aya tekrar bu zafer!
Şerefin böylesi her dem ki mukaddes, haydi,
İnlesin dağ, ova, sahrâ, yine coşsun vâdi!
Bu kadar zirve, güzel başka kelâm yok, okunan;
Bu kadar güçlü, özel, gönle meram yok, dokunan.
Yok bu evsafta derinlik, yazamam katre ile,
Kürelerden yücedir ondaki bir nokta bile!
Ona uydukça yağar nur ve feyiz kalbimize,
Rabbimin emri açık Sûre-i A‘raf’ta bize:
–Size şefkatler edilsin diye, ey kullar, siz,
Sesli Kur’ân okunurken susunuz, dinleyiniz!12
Dinle; ey hâce ve kurrâ, bu düşürmez nâra,
Dinle; ey emri işitmiş beşeriyyet, zîrâ;

–Dinle ey kul, dedi Rahmân, okunurken Kur’ân,
Oldu susmak, yüce fermân, okunurken Kur’ân:

Kâinat sustu; –Ne müthiş, dedi, devran sustu,
Bin edeb tâcı giyip kul-köle-sultan sustu.
Nûru seyrân ederek aşk ile gözler, sustu,
Durmadan hıçkırarak dinledi özler, sustu.
Hem felek sustu, fezâ sustu onun hürmetine,
Hele kalbiyle okurken, okuyan kimse yine,
Şâd olup sustu elem, sustu dokuz kat âlem,
Sustu söz, sustu şiir, sustu sanat, sustu kalem.
Canlıdan cansıza dek sustu bütün varlıklar,
Sustu hasretle gönül, mum kesilip fecre kadar.
Okunurken o beyan, yaktı derin bir heyecan,
Ciğerinden tutuşup titredi, Allâh’ı duyan!
Hem de bir sayfa değil cümle kitaplar sustu,
Hem de baş kesti kulak, başka hitaplar sustu.
–Kalbe ancak ebediyyet bu, deyip sustu nabız,
Dinle; bir etti tilâvet, yaşayan bir hâfız;
Sustu kuşlar, bu cihan sustu, şu bülbül sustu,
Hay çekip durdu sular, mest olarak gül sustu.
Daldı sessizliğe her şey, o kadar sustu mekân,
Sanki hiç yoktu lisân, sustu bütün diller o an.
O ne Kur’ân okumaktaydı çok içten bir ses,
Aşkının cân eriten bestesi olmuştu nefes!
Okunan sûre biterken, içi yangın epeyi,
Çekti hicrân ile tekrâr o yanık besmeleyi;
Hey Hudâ âşığı kul, âyet-i sevdâ dokudu,
Bağrı; «Yâ Hak!» diyerek, öyle yürekten okudu;
Oldu her şey yine lâl, sâdece; «–Allah!» dedi dil,
Sustu yer, sustu semâ; «–En yüce Allah!» dedi dil.

Her nefes, gönle küheylân, okunurken Kur’ân,
Dinle; her zerre şadırvan, okunurken Kur’ân.

Okunurken, bu gönül toprağı doymaz o suya,
Okunurken, o suyun çağladı her hâli huya.
Okunurken bu kelâm, rûhu tecellî bürüdü,
Nice dilsiz bile «Hû!» çekti, ayaksız yürüdü.
Aktı gözyaşları seller gibi ırmak oldu,
Her lâfız, candaki mânâlara kundak oldu!
Okunurken bu kitap; «–İşte bu ‘din’dir.» dediler,
–Câhilin şi’rini hak Kâbe’den indir, dediler.

Çatlasın kahr ile şeytân, okunurken Kur’ân,
Doğrulur bir sürü noksân, okunurken Kur’ân.

Dinlemek gerçeği, gözden öte bir kābiliyet,
Dinle Kur’ân’ı, biter sendeki her câhiliyet.
Bu ne kudret, ebedî mutlu eden kutlu edâ,
Bu ne izzet ve nidâ, dinleyen ömrünce fedâ!
Bu ne hikmet dolu minber, bu ne şâhâne hüner,
Bu ne emsâlsiz eser, her sözü mestâne eder!
Misli yoktur dedi devrân, okunurken Kur’ân,
Ceddimiz oldu hükümrân, okunurken Kur’ân.

Onu, maksat yaşamaktır, yaşayıp anla oku,
Bir de her âyeti, Peygamber-i Zîşan’la oku!
Okuyan var, yarış eyler yüce hizmette, bu kâr,
Okuyan var, yine zâlim, ne felâket bu zarar!
Okuyan var, ne şeref, her şeyi Kur’ân olmuş,
Okuyan var, ne yazık, kibr ile şeytan olmuş.
Okuyan var, ona Kur’ân; bu da cennetlik, der.
Okuyan var, bu kelâm, yuh çekerek lânet eder.
Renge, âhenge de sor, lâfza ve mânâya da sor.
Hak ne verdiyse bu söz hatrına ancak veriyor,
Olmamış olsa bu Kur’ân, ne olurduk, şunu bil;
Yaratılmazdı kulaklar, yaratılmazdı bu dil!

Bitti çöllerdeki hicrân, okunurken Kur’ân,
Dinle; can buldu gülistân, okunurken Kur’ân.

Rabbimin rûh ile gönderdiği âyet bu kelâm,
Ey beşer, çâre bu, îman bu, hidâyet bu kelâm.
Acı bir köhnede ballar balı lezzet bu kelâm,
Göğe yerden çıkışın rehberi, izzet bu kelâm.
Bir hayat merkezi, her millete devlet bu kelâm,
Şu yalan gurbeti en doğruya dâvet bu kelâm,
Hastanın derdine dermân ile hikmet bu kelâm,
Haydi, Allâh’a ve Peygamber’e hicret bu kelâm.
Bir şefâat, sarılırsan, ne kerâmet bu kelâm,
Sırt dönersen seni mahşerde şikâyet bu kelâm!

Can senin; nefsi aşarsan, okunurken Kur’ân,
Şan senin; hakkı yaşarsan, okunurken Kur’ân.

Hem ümid, hem de çetin korkuyu gösterdi Hudâ,
Bin tevâzuyla okurken onu her perde sedâ;
Oldu pervâne bu dünyâ ile gökler, o sese,
Doğdu ay, doğdu güneş, doğdu muazzam hisse!
Müjde indirdi semâdan yere milyonla melek,
Uçtu her yanda o sesten yana bin bir kelebek;
Döndü seccâdeye toprak, ne çiçekler açtı,
Coştu rahmet, o sesin uğruna kevser saçtı.
Kumlu sahrâ bile bağ oldu, devâ buldu umut,
Oldu hayrân o sesin sırrına aşk, etti sükût.
Savt-ı Kur’ân’dı o ses, kalbin o eşsiz nabzı,
Âyet âyet, okunurken, yaşanırken lâfzı,
Kendi nûr eyledi Allâh, o sesin çehresini,
Fark et ey kul, bu kelâmın ebedî behresini!

Seslenir Hazret-i Sübhân, okunurken Kur’ân,
Dinleyen bir daha kurbân, okunurken Kur’ân.

Bu kelâm; rûha nefes, akla nefes, gönle nefes,
Bu kelâm; dinleyen insan dirilir, öyle nefes!
Öyle bir ses ki, bu sesten daha evlâ ses yok,
Tâ ezelden daha bâlâ, daha âlâ ses yok!
Ebediyyen; daha hoş, tatlı lisan yok ağza,
Madde-mânâ, eşi yok, benzeri yok, bak lafza;
Yok, sözünden daha üstün ve misilsiz bir söz,
Yok, özünden daha engin ve mükemmel bir öz!
Yok, ilinden daha şiddetli ve sâkin bir il,
Yok, dilinden daha yumşak, daha keskin bir dil.
Dinle; karşında cehennemleri seyret, ne yaman,
Dinle; îmân ile cennetleri gör, şimdi uyan!
Dinle duy; işte hitap, işte kitap, işte sevap,
Dikkat et; işte hesap, işte gazap, işte azap!
Yok, bu candan daha cevher, daha elzem bir can,
Yok, bu şandan daha kudsî, daha yüksek bir şan!
Tek budur, her sesi, her nağmeyi yenmiş hutbe,
Duy, işit, dinle; günahsız ulaşırsın Rabbe!

Çelmesin kalbini düşmân, okunurken Kur’ân,
Kaynasın sendeki ummân, okunurken Kur’ân!

Dinle illâ, oku lâkin, yaşa ancak ebedî,
Çünkü Seyrî, o büyük şanlı Nebî, böyle dedi.

vezni: feilâtün / feilâtün / feilâtün / feilün
(fâilâtün) (fa’lün)

1 el-Bakara, 1-2.
2 el-İsrâ, 9-10.
3 el-İsrâ, 82.
4 Muvatta’, Kader, 3.
5 Müslim, Müsâfirîn, 269.
6 Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 18.
7 Buhârî, Tevhîd, 52; Müslim, Müsâfirîn, 244.
8 Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân, 17; Müslim, Müsâfirîn, 243.
9 Buhârî, İlim, 15; Müslim, Müsâfirîn, 266-268.
10 el-Enfâl, 2.
11 el-Hadîd, 16.
12 el-A‘râf, 204.