İBÂDETTEN DAHA İYİ BİR AV YOKTUR!

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Şirin bir Trakya kasabasındaki kahvehânenin bahçesinde ballandıra ballandıra avcılık hâtıralarını anlatıyordu:

“–Dün akşam 300 tane bıldırcın avladım!”

“–Nasıl avladın o kadar kuşu?”

“–Teyp ile ses düzeneği kurdum; sesi duyan bıldırcınlar oraya doluştu, ben de onları avladım.”

İçimden;

«Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh…» çektim.

Çünkü birkaç gün önce de aynı yerde, ormanda artık av hayvanı kalmadığından yana yakıla bahsediliyordu.

Kasaba; ormana yakın olduğu için kahvehânedekilerin çoğu avcıydı, bu sebeple de genellikle avcılıkla ilgili muhabbetler oluyordu, bunu bildiğim için ertesi gün kahvehânenin bahçesine hazırlıklı gittim:

“–Bakın arkadaşlar! Size çocukken başımdan geçen bir hâdiseyi anlatayım.” deyince herkes etrafıma toplandı.

“Erzurum’un bir köyünde; vadideki askerî birliğe bakan dağın yamacında, lojmanlarda oturuyorduk.

Yaş itibarıyla hani pedagogların çetecilik dönemi dediği 10-12 yaşlarında, tabiri câiz ise de çetenin reisi idim.

Yaşıtlarımı ve kendimden küçüklerimi de ikna etmiş, 5-6 çocuk ağaç dallarından yaptığımız oklar ile kartal avlamak için dağa doğru tırmanmaya başlamıştık.

Çok geçmeden bir kartal, tepemizde daireler çizmeye başlamıştı.

Biz çocuklar neredeyse bizim kadar büyük o kartalı avlamak için oklarımızı hazır ederken uzaktan iki tane aslan göründü. Havlayarak üzerimize doğru koşuyorlardı, o kadar korkmuştuk ki aslında aslanların havlayamadıklarının bile farkında değildik.

O iki aslan gelip bizim başımızda dikildiler, biz çocuklar korkudan yere kapanmıştık.

Biraz sonra o yaşlı çobanın sesini duyduk:

«–Korkmayın çocuklar! Onlar benim çoban köpeklerim, kartalın sizin üzerinizde dolaştığını görünce, sizleri koruması için onları önden gönderdim.»

Hakikaten başımızı kaldırıp baktığımızda neredeyse aslan büyüklüğünde iki kangal köpeği ile karşılaşmıştık.

Ben tabiî çocukluğun verdiği aptal cesaretiyle;

«–Biz zaten onu avlayacaktık…» gibi bir şeyler geveleyince;

Yaşlı çoban gülümseyip bize şunları söylüyordu:

«–Bakın çocuklar avınızın iyilik olmasına gayret edin ki, öbür âlemde lâzım olur. Kul için ibâdetten daha iyi bir av yoktur.»

O sırada asker ağabeylerin sesi duyuldu:

«–Çocuklar! Haydi bakalım dönüyoruz!»

Meğerse rahmetli pederim; dağ yamacındaki karaltılara dürbünle bakıp da bizim olduğumuzu görünce, ardımızdan iki tane asker ağabeyi göndermiş.

Biz toparlanırken arkamıza dönüp baktığımızda şaşakalmıştık, çünkü arkamızda kimsecikler yoktu. Yaşlı çoban da aslanları da bir anda ortadan kaybolmuşlardı.

Biraz daha büyüyünce mahalle camimizdeki okumayı çok seven imam efendiye hâfızamda kaldığı kadarıyla bu lâfı söylediğimde gerisini o getirdi:

«Avınızın iyilik olmasına gayret edin ki, öbür âlemde lâzım olur. İyilikten murat, ibâdettir. Kul için ibâdetten daha iyi bir av yoktur.

Çünkü ibâdet yoluna girenler, ateşe benzer. Ateşi ne kadar alçak yerde yaksalar, alevi o derece yükselir. İbâdet yoluna varmayanlar da suya benzer, suyu ne kadar yukarı akıtırlarsa akıtsınlar, aşağı düşer. İbâdeti boynunuzun borcu bilin ki aleviniz daima yükselsin.

Belli ki derviş bir çobana rastlamışsın. Size öğütler vermiş ki hâlâ unutmamışsın. Bu sözler Keykāvus bin İskender’in 1082 yılında oğlu Gilân Şah için kaleme aldığı nasihatnâme türündeki Kabusnâme isimli Farsça kitabında geçer.» dedi.”

“–İşte böyle arkadaşlar!” dedim.

Tekrar kahvehâne cemaatine hitâben;

“–İmam efendi bunları anlattıktan sonra; av ve avcılıkla ilgili başka şeyler de söyledi, onları not defterime yazmıştım, onları da size okuyayım.” dedim ve yanımda sürekli taşıdığım, hoşuma giden şeyleri not aldığım defterimi ceketimin cebinden çıkararak okumaya başladım:

“Müslüman kişinin; yalnız insanlar karşısında değil, tabiat ve hayvanlar karşısında da uyması gereken bir edebi ve onlar için yapması gereken şeyler vardır.

Avlanma bir kıyım ve vahşete dönüşmeden, sadece bir ihtiyacın teminine yönelik olmalıdır.

Gerçekten İslâm fıkhında gelişmiş bir avlanma hukuku ve tabiat varlıklarının korunması konusunda gelişmiş bir ahlâk vardır.

Hayvanlara vahşî duygularla yaklaşanların insanlara yaklaşımları da vahşî olabilir.

İnsan elbet gereken yerde, avlanmanın hukuk ve ahlâkına uyarak tüm tabiatın nimetlerinden faydalanacaktır.

Önceden de söylediğimiz gibi Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bildirimleri içerisinde hayvanlara da haklar tanınmıştır.

O’nun bu tebliği sebebiyledir ki İslâm fıkhı/hukukunda hayvan haklarının son derece gözetilmesi istenmekte ve hayvanlardan af dileyip onlarla helâlleşmek mümkün olmadığından, öteki hayatta bunun mutlaka cezasının çekileceği hatırlatılmaktadır.” (en-Nahlavî, Hâlid bin Abdülkādir, el-Hazar ve’l-İbânâ, 271)2 deyip bitirdim. Kahvehâne sus pus kesilmişti.

Evet dostlar! Mevlânâ Hazretleri’nin dediği gibi, insan neyi ararsa, o olur:

“Araması ve bulması gereken yegâne şey ise, dünyaya gelirken unuttuğu, ilâhî ve sonsuz sevginin kaynağı değil midir?” Bu kaynağa ulaşmanın yolu ise ibâdettir.

Allah hepimizi ibâdet yoluna girenlerden eylesin.

___________________________________________

1 Kâbusnâme, Keykāvus bin İskender’in mîlâdî 1082 yılında oğlu Gilân Şah için kaleme aldığı nasihatnâme-siyasetnâme türünde Farsça bir kitap.

2 Celâl YENİÇERİ, Hazret-i Peygamber’in Çevreciliği.