HACCIN FAZÎLETLERİ

İrfan ÖZTÜRK

Hazret-i Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:

“Hac ve umreyi beraber yapın. Çünkü körüğün demir, altın ve gümüşün kir ve pasını giderdiği gibi hac ve umre de günahları ve fakirliği giderir. Kabul edilmiş haccın sevabı ise ancak cennettir.” (Tirmizî, Hac, 2)

Yine buyurmuşlar ki:

“Hacca gidenler ile umreye gidenler, Allâh’ın elçileridir. Allâh’a duâ ederlerse, Allah onların duâlarını kabul eder ve Allah’tan günahlarının bağışlanmasını isterlerse Allah onların günahlarını bağışlar.” (İbn-i Mâce, Menâsik, 5)

Tefsîr-i Vecîz’de bildirilir ki:

“… Her kim ona girerse emin olur, kurtulur…” (Âl-i İmrân, 97) âyet-i kerîmesinde buyurulan mânâ şudur:

“Her kim, Kâbe’nin içine girince nasıl cehennemden emin olursa, dünyada da şerîatın ve örfün günah tanıdığı bütün kötülüklerden öylece kurtulur. Çünkü o, «Dâru’l-emân»dır. (Emniyetli evdir.)”

Hazret-i Rasûl -aleyhisselâm- buyurdular ki:

“Her kim, şu Kâbe-i Muazzama’ya hac niyetiyle gelip de, fısk ve refes işlemeden haccını îfâ ederse, anasından doğduğu gibi günahsız bir şekilde tertemiz olarak evine döner.” (Müslim, Hac, 438)

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- Hazretleri buyurdu ki:

“Bütün nebîler hac eylerlerdi. Ali oğlu Hüseyin -radıyallâhu anhümâ-, yaya olarak 25 kere haccetti. Muğîre İbn-i Hakem; yaya olarak ve ihram ile 50 kere hac eyledi. Ebû Abdullah el-Mağribî; yaya olarak 97 kere hac eyledi ve 120 yaşında vefat eyledi. Ahî Sinân Dinûrî, 16 kere yaya; yalınayak, azıksız ve susuz olarak hacceyledi.”

Bunun gibi menkıbeleri yazmaktan maksat, yaya olarak haccetmenin fazîletini beyan etmektir. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki; yaya olarak haccetmek, bu yolculuğun zahmetlerine katlanamayan ve buna sabredemeyen kimseler için nice günahlara sebep olabilir. Bunun için böyle zahmetlere katlanamayan kimselerin yaya olarak haccetmeye girişmemesi lâzımdır. Aksi hâlde, böyle bir işe girişmekle zorluklara dayanamayıp pişman olarak nefsini darıltabilir. Böyle bir pişmanlıktan sakınmak gerektir.

Yine denilmiştir ki:

“Hac yolunda ziyan olmak (ölmek), haccın kabul olunduğunun alâmetidir. Yine bir kişinin haccettikten sonra evine gelince Rasûlullâh’ın şerîatı üzere istikamet etmesi, evvelkinden ziyade olursa bu da o kimsenin haccının makbul olduğunun alâmetidir.

Bunun aksi ise, o kimsenin haccının makbul olmadığının alâmetidir. O hâlde bir kişi, her zaman istikamet üzere bulunmak mecburiyetinde olmakla beraber, eğer haccetmişse ve haccının makbul olmasını istiyorsa, bu alâmetlerin kendisinde bulunup bulunmadığına çok dikkat etmeli ve ona göre hâl ve hareketlerini düzenlemelidir.”

Rivâyet olunur ki:

«Evliyâullah»tan biri, birçok kereler haccettikten sonra bir kere yine haccedip, arkasını Kâbe duvarına vermiş otururken dedi ki:

“–Bu kadar hacceyledim, fakat hiç bana bu yüzden bir haber kapısı açılmadı.”

Böyle söyleyerek kendi kendine teessüf ederken üzerine uyku hâli gibi bir hâl gelip, o hâl içinde bir nidâ geldi:

“–Ey kulum! Biz senin ne dediğini işittik. Şimdi sen kendinden kıyas eyle ki, sevmediğin bir kimseyi hiç evine koyar mısın? Bizim evimizin harîmine kabul edilmiş ve duvarına arkasını dayamış bir insan olarak nasıl böyle düşünüyorsun?”

Peygamber Efendimiz buyurmuşlardır ki:

“Bir kimse, yiyecek, içecek ve binecek masraflarına mâlik olup da Beytullâh’a gitmek mümkün iken haccetmezse, onun yahudi veya hıristiyan olarak ölmesine hiçbir mânî yoktur! (Bu kadar ağır bir cürüm işlemiş olur!)” (Tirmizî, Hac, 3)

Çünkü o kimse, İslâm’ın beş büyük rüknünden birini terk etmiş demektir. O kimsede İslâm şiarları tam yoktur, demek olur.

Âyet-i kerîmedeki emir açıktır:

“Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmeleri, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır…” (Âl-i İmrân, 97)

Ebû Yûsuf’a göre; bir kimse, zahîre ve yük hayvanına mâlik olup da hac eylemezse âsî olur. Eğer buna muktedir olduğu yıl hacca gitmeyip gelecek sene gitse de yine muktedir olduğu zaman gitmeyip tehir ettiği için âsî olur.

Kenz’de bildirilir ki:

“«Ömürde bir defa farz olanı süratle işlemek gerektir.» buyurulduğu içindir ki, hac hakkındaki hadislerin mânâsına bakarak haccın da süratle yerine getirilmesi gereken bir farz olduğu anlaşılır. Meselâ; bir kimse zekât nisabına mâlik olduktan sonra, o nisap ortadan kalksa zekât da sâkıt olur. Fakat bir kimse, hac eylemeye kādir olduktan sonra hac eylemeden malı yok olsa hac sâkıt olmaz. Ne denli çok hayır etse de yine hac ondan sâkıt olmaz. Fıtır sadakası da bunun gibidir. Zira bu ikisinde kudret mutlaktır, edâsı vaktine kadar geri bırakmak gerekli değildir. Buna muktedir olur olmaz edâsı gerekir. Çünkü; kudret bâkî, emir de bâkîdir. Ancak zekât, öşür ve haracda kâmil kudret ve kolaylık kudreti olduğu için, ödeme vakti gelinceye kadar uzatmak lâzımdır. Çünkü malın ortadan kalkmasıyla emir de ortadan kalkar.”

Saîd İbn-i Cübeyr -radıyallâhu anh- buyurdu ki:

“Eğer kendilerine hac vâcib olup da hacca gitmeyenleri kesinlikle bilsem, öldükleri zaman onların namazlarını kılmazdım.”

O hâlde bu hac emrini yerine getirenlerin sevapları ne kadar çok ise, bu emri yerine getirmeyenlerin günahları da o kadar çoktur ve belki ondan da fazladır. Allah, hepimize hayırları kolaylaştırsın ve âkıbetimizi hayreylesin.

Anlattım sana haccı,
Durma git sen de bacı,
Terkinin yok ilâcı;
Bize de ol duâcı. (Gülzâr-ı İrfan)