Şanlı Mâzîmizden Seçme Nükteler-YÜCELTEN AMELLER…

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Bişr-i Hâfî Hazretleri, 769 yılında Merv’de doğdu. Yolda giderken üzerinde «Besmele» yazılı bir kâğıdı îtinâ ile temizleyip kaldırdı. O gece rüyasında, bu hareketine karşılık âhirette güzel bir makam verileceği kendisine müjdelendi. O da eski hatalarına tevbe edip, ömrünün geri kalan kısmında Allâh’ın emir ve yasaklarına titiz bir şekilde riâyet etti.

Bişr Hazretleri’nin «el-Hâfî» yani yalınayak lakabını alışına dair üç rivâyet vardır:

1. Hücvîrî’ye göre; müşâhede (Allâh’ın zuhur ve tecellîlerini görme, seyretme ve temâşâ etme) hâlinin kendisine hâkim olması sebebiyle ayağına hiçbir şey giymemiştir.

2. Attâr’a göre; “O yeryüzünü size bir döşek kıldı.” (el-Bakara, 2/22) âyetine işaretle; “Allah tarafından döşenmiş bir yerde ayakkabı ile gezilmez.” diyerek yalınayak gezmeyi tercih etmiştir.

3. İbnü’l-Mülâkkın’a göre ise; bir ayakkabı tamircisinin kendisine söylediği; “Ayakkabını tamir ettirmek için insanlara ne çok sıkıntı veriyorsun!” ifadesi üzerine ayakkabısını fırlatıp atmıştır. (Mustafa KARA, «Bişr el-Hâfî», TDV İslâm Ansiklopedisi)

Bişr-i Hâfî Hazretleri, 832’de altmış üç yaşında Bağdat’ta vefat etti.

*

Kendisi anlatır:

“Bir gece rüyamda Fahr-i Âlem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i gördüm. Bana dedi ki:

«–Ey Bişr! Allah senin kadrini niçin yüceltti, bilir misin?»

«–Hayır yâ Rasûlâllah!» dedim. Buyurdular ki:

«–Benim sünnetime ittibâ etmen, sâlih kimselerin hizmetinde bulunman, din kardeşlerine vaaz u nasihat etmen, ashâbımı ve ehl-i beytimi sevmen seni sâlihlerin makamına yükseltti.»” (Mahir İZ, Tasavvuf, İstanbul 1969, s. 184)

BAKİYESİ YALIN BİR KILIÇ

Salâhaddîn-i Eyyûbî, 1138’de Tikrit’te doğdu. Askerî eğitimin yanı sıra sanat ve ilimle meşgul oldu. Öklit geometrisi, astronomi, matematik ve aritmetik ilimlerinin yanında; hadis, mantık, felsefe, sosyoloji, fıkıh ve tarih öğrendi.

Amcası Şîrkûh’un Mısır’a düzenlediği seferlere katılan Salâhaddîn-i Eyyûbî, usta bir kumandan ve devlet adamı olarak yetişti. Vekâleten idareciliğini yaptığı Mısır’dan Şiî Fâtımîleri tasfiye etti. Bu sayede İslâm dünyasındaki iki başlılığı sona erdirdi. İslâm dünyasının tek bir halîfe etrafında ittihâdında, müslümanların haçlılara karşı birleşmesinde tarihî rol üstlendi. 2 Ekim 1187’de yapılan Hıttîn Muharebesi’nde 88 yıldır hıristiyanların elinde olan Kudüs’ü haçlı kuvvetlerinden alarak tarihe mühür vurdu.

Salâhaddîn-i Eyyûbî, 4 Mart 1193 tarihinde 55 yaşında Şam’da vefat etti. Kabri, Şam/Emeviyye Camii hazîresindedir.

*

Hayatı i‘lâ-yı kelimetullah adına hep at sırtında geçmiş, Kudüs’ün haçlıların elinde olmasından dolayı gülmeyi kendisine haram kılmış olan büyük İslâm mücâhidi Salâhaddîn-i Eyyûbî vefat ettiği zaman, yanında bulunan kumandanlardan Mahmud Han, elinde tuttuğu kılıcı havaya kaldırıp;

“–Ey cemaat-i müslimîn! İşte hükümdarınızın bütün serveti, bu kılıçtan ibarettir.” diye haykırdı. (Burhan BOZGEYİK, Meşhurların Son Anları, s. 205)

YUNAN KADININ «ÂH»I

Son dönem Osmanlı âlimlerinden Mustafa Sabri Efendi, 22 Haziran 1869’da Tokat’ta doğdu. Tokat’ta başladığı ilim tahsiline Kayseri ve İstanbul’da devam etti. Fatih Camii’ne müderris olarak vazifelendirildi. 1908’de siyasete girdi. Tokat’tan meb‘us seçildi. İttihat ve Terakkî’ye başlarda yakın durduysa da kötü emellerini fark edince muhalefet etti. 1913’te baskılardan dolayı önce Mısır’a oradan da Avrupa’ya gitti. Birinci Dünya Savaşı sırasında Bükreş’te tutuklanarak İstanbul’a gönderildi. Savaşın ardından serbest kalarak tekrar siyasete girdi. Meclis üyeliğiyle beraber şeyhülislâmlık makamına getirildi. Cumhuriyetin ilânından sonra ailesiyle birlikte yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. 12 Mart 1954 tarihinde Kahire’de vefat etti. Kabri, Abbâsiye’dedir.

*

Kendisi anlatır:

“Rüşvet ve zulmün kol gezdiği Yunanistan’da sürgün bir hâlde dolaşırken, bir kadın beni gördü. Üzerimde Osmanlı elbisesi vardı. Kadın;

«–Tanrım! Nerede bu sarıklıların hâkim olduğu dönemler!?.» diye derin bir âh çekti.”

Not: Yunanistan 1830 yılında Osmanlı’dan ayrılıp bağımsız devletini kurdu.

KIYMETİ, AĞIRLIĞINCA ALTIN

İsmail Gelenbevî, 1730’da Manisa/Kırkağaç’a bağlı Gelenbe Köyü’nde doğdu. Babası ve dedesi ilmiyyeye mensup, tanınmış kimselerdi. O henüz kundaktayken babası vefat etti. Yetim kalan İsmail Efendi, bu yüzden tahsiline on üç-on dört yaşlarında başlayabildi. Büyüdüğü coğrafyadaki âlimlerden ilim tahsil etti. Ardından İstanbul Fatih Medreselerine gitti. İcâzet alıp müderris olduktan sonra özellikle matematik alanında çalışmalarını devam ettirdi. Devlet ricâlinin tensîbiyle Mora’daki Yenişehir’e kadı olarak gitti. 1790’da bu vazifesi esnasında bir meseleden dolayı devrin Şeyhülislâm’ından aldığı ağır bir eleştiri mektubu üzerine felç geçirdi. Kısa bir süre sonra vefat etti. Kabri, Yenişehir’de Bayraklı Camii kabristanındadır.

*

1787’de İstanbul’a Fransız bir mühendis gelir. Reisü’l-küttâb Mehmed Raşid Efendi’yle görüşür. Ona elindeki logaritma cetvelini göstererek -biraz da alaycı bir tavırla-;

“–Payitahtta bunu anlayabilecek biri var mı?” diye sorar. Bâb-ı Âlî’de bu ilmi bilen çıkmayınca Reisü’l-küttâb, mühendisin yanına birini vererek onu İsmail Gelenbevî’nin evine gönderir. Fransız mühendis, Gelenbevî’nin giyim kuşamına ve evinin manzarasına bakarak -istihkar eden bir tavırla- elindeki logaritma cetvelini verir:

“–Falan vakte kadar cevabını isterim.” der. Belirlenen gün gelince Fransız mühendis tekrar Gelenbevî’nin evine gelir. Gelenbevî ise bu süre zarfında yazdığı logaritma risâlesini mühendise takdim eder. Risâleyi inceleyen Fransız mühendis, çok şaşırır. Çünkü logaritma ilmi Avrupa’da henüz yeni bulunmuş ve bununla alâkalı eserler henüz İstanbul’da yaygın değildir. Bu şaşkınlığın ardından Fransız mühendis onu medh ü senâ ederek yere göğe sığdıramaz. Reisü’l-küttâba bir ziyareti esnasında da Gelenbevî hakkında;

“–O adam Avrupa’da olsaydı, ağırlığınca altın değeri olurdu.” der.