KAPI ÂDÂBI

Sami GÖKSÜN

İslâm dîninin gayesi, insanların dünya ve âhiret saâdetini temin edip huzur ve emniyet içerisinde yaşamalarını sağlamaktır. Güven ve huzur çerçevesinde içtimâî münasebetlerin devam edebilmesi için; aile içinde ve toplumda fertlerin vazife ve mes’ûliyetlerini yerine getirmeleri; sevgi, saygı ve kardeşliği sürdürecek davranışları sergilemeleri; husûsî hayata ve aile mahremiyetine saygı göstermeleri gerekir.

İnsanlar; başkalarının söz, davranış ve tavırlarından tesir alırlar. Dolayısıyla yapılan iyilik, güler yüzlü davranış, selâmlaşma, yardımlaşma ve hâl hatır sorma gibi sosyal ilişkiler insanlara olumlu yönde etki yapar. Bu itibarla Kur’ân’da fertler ve aileler arası irtibatları mevzu alan pek çok âyet-i kerîme mevcuttur. Bu mevzuda Nûr Sûresi’nin 27, 28 ve 29. âyetlerinde mü’minlere yüce Rabbimiz şöyle seslenmektedir:

“Ey îmân edenler! Kendinizi tanıtıp izin almadan ve içinde oturanlara selâm vermeden kendi evinizden başka evlere girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Umulur ki, düşünüp anlarsınız.

Eğer o evlerde bir kimse bulamazsanız size izin verilmedikçe oralara girmeyin. Size;

«–Kabul edemiyoruz, dönün!» denirse hemen dönün; bu sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah -celle celâlühû- yaptıklarınızı hakkıyla bilendir. İçinde kimsenin oturmadığı ve kendinize ait eşya bulunan evlere girmenizde sizin için bir günah yoktur. Allah -celle celâlühû- açıkladığınızı da bilir, gizlediğinizi de.”

Burada açıkça görülüyor ki izin alınmadan bir başkasının evine girilmez. Temel insan haklarından biri de mesken dokunulmazlığıdır. Yüce Rabbimiz izin alınmadan kimsenin evine girilmemesini emretmektedir.

Eve girerken de; evin sahibini haberdar etmek, baskın yapar gibi birdenbire girivermeyip insanlık izzetine ve haysiyetine yakışır bir şekilde izin alarak, edep ve görgü kaidelerine uyarak girmek lâzımdır.

Kur’ân’ın nâzil olduğu dönemde, Hicaz bölgesinde evlerin bugünkü gibi kapıları yoktu. Evlere izin almadan girenler oluyor, bu davranış bazı sıkıntılara sebep oluyordu. Ensardan bir kadının Peygamberimiz -sal­lâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek;

“Ey Allâh’ın Rasûlü! Ben evimde yalnız kalmak istiyorum. Babam ve çocuklarım dâhil kimsenin beni evimde izinsiz görmesini istemiyorum. Babam evime izinsiz giriyor. Aile fertlerinden başka erkekler de evime izinsiz giriyor. Ne yapayım, nasıl davranayım?..” şeklinde dert yanması üzerine, yukarıdaki âyetler nâzil olmuştur.

Bu âyet-i kerîmelerle bir başkasının evine izinsiz girilmesi yasaklanmış, aile mahremiyetine ve özel hayatın gizliliğine son derece dikkat edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu âyetlerde mü’minlerin bir başkasının evine izin almadan girmeleri yasaklandığı gibi, çocukların bile anne ve babanın yatak odalarına izin alarak girmeleri istendi ve şöyle buyuruldu:

“Ey îmân edenler! Ellerinizin altında bulunanlar ve sizden henüz bulûğ çağına gelmemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza girecekleri zaman) sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin soyunup dökündüğünüz vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında (izinsiz girme konusunda) ne size ne onlara bir günah yoktur. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah -celle celâlühû- size âyetlerini böyle açıklıyor. Allah -celle celâlühû- hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (en-Nûr, 58-59)

Anne-baba, kardeşler ve diğer yakınlar da birbirlerinin evlerine ve odalarına girmek istedikleri zaman izin almalıdırlar.

Bir adam Peygamberimiz -sal­lâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek;

“–Annemin evine girmek için de izin isteyecek miyim?” diye sorar.

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de;

“–Evet!” buyurur.

Adam;

“–Onun benden başka hizmet edeni yok, her girişimde izin mi isteyeceğim?” deyince;

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Anneni giyinik olmadığı hâlde görmeyi arzu eder misin?” diye sorar.

Adam;

“–Hayır!” cevabını verir.

Bunun üzerine Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Öyleyse izin iste!” karşılığını verir. (Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, VI, 173)

Bir başkasının evine girmek için izin almak; eskiden, seslenmek veya kapıya vurmak, kapıyı tıklatmak şeklinde olurdu. Günümüzde ise bu usûllere ilâveten; kapı zilini çalmak, telefon etmek veya mesaj çekmek sûretiyle de izin alınmaktadır. Zamanımızda teknolojinin kullanıldığı binalarda ikamet edenler; gelenlerle konuşmak, kim olduklarını sormak, hattâ onları görmek, buna göre kapıyı açıp açmamak imkânına sahiptir.

Eve girerken izin almaktan maksat; evin içine ve aile mahremiyetine muttalî olmamaktır. Bu itibarla kapı tıklatıldıktan veya zil çalındıktan sonra hemen eve girilmez, izin verilmesi beklenir. İzin verilmemesi veya biraz beklenmesi normal karşılanmalı, alınganlık gösterilmemelidir.

Âyet-i kerîmede eve girilmesine izin verilmediği, müsait olunmadığının bildirilmesi durumunda dönüp gidilmesi tavsiye edilmekte ve bunun daha iyi bir davranış olduğu bildirilmektedir. Birinin evine girmek için izin alma sürecinde; kapı aralığından, anahtar deliğinden veya camdan içeri bakılması kesinlikle uygun değildir. Rasûlü Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; «Eve girmek için izin istemenin, evin içine bakmamak için meşrû kılındığını» bildirmiştir. (Buhârî, İstîzan, 11)

Evin içine bakmak, izin alma gerçeği ile bağdaşmaz. İzinsiz başkasının evine girenlerin kötü zanna kapılmalarına veya tecessüs duygularının tahrik olmasına sebep olabilir. İzinsiz bir eve giren insanın o aile sırlarına vâkıf olması, ailenin görülmesini istemediği bazı şeyleri görmesi, o anda veya ileride bazı olumsuz ve yasak duyguların oluşması gibi kötü sonuçlar ortaya çıkarabilir.

Kaide olarak; sahibince veya yetkili kişi ve makamlarca söz, işaret, yazılı belge, tabela ve benzeri yollarla girilmesine izin verilen yerler dışındaki yerlere, özel ve mahrem mekânlara izin alınmadan girilmez.

“Bir başkasının evine girmek için üç defa izin istenir, cevap verilmez ise dönülür.” (Buhârî, İstîzan, 13)

Kapı tokmağını kullanma, zil çalma veya megafonla seslenme gibi imkânlardan faydalanırken; kişinin kendini açıkça tanıtması; «Kimsiniz?» sorusuna; «Benim…» şeklinde değil, ismini söyleyerek cevap vermesi gerekir.

Hulâsa; âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i şeriflerde belirtilen hususlar, İslâm’ın temel insan haklarına, özel hayatın gizliliğine ve dokunulmazlığına ne kadar ehemmiyet verdiğinin açık bir delilidir.

Rabbim bizlere bu hakikatlere uygun yaşamayı nasip eylesin… Âmîn…