ALLÂH’IN KULUNA ALLÂH’IN KELÂMI

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Konuşmasına müdahale ederek tehditler savuran Üseyd bin Hudayr, bir anda durup kalmıştı. Hazret-i Mus‘ab -radıyallâhu anh-; öyle bir tavır sergilemişti ki, saldırgan adam, oturup dinlemek zorunda kalmıştı.

«Bir Okul ve Bir Ekol» olan Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr, kendine has o çok tatlı ve samimî üslûbu ile anlatmaya başladı:

–Biz câhil bir kavim idik! İyi ve güzel ne varsa o değerleri kaybetmiş, birbirimizi ezip duruyorduk! Hısım akrabamız ile münasebetlerimiz kesilme noktasına gelmişti. Çok basit şeyler için bile bir anda atışıp kavga ediyor, ardından da hemen kılıçlarımıza sarılıyorduk!

–Biz de öyle değil miyiz?

«Siz şöylesiniz-böylesiniz…» demeden, onların öyle-böyle olduklarını kendilerine itiraf ettirme yöntemi! İtirafın ardından merak uyandırma! Karşı tarafı soru soracak bir duruma getirme:

–Ne olduklarına bakmadan, putlara tapan bir kavimdik. Her şeyimizi büyük bir taassupla putlara bağlamıştık. Oysaki putları da biz yapar ve yine biz tapardık!

–Biz de putlarımızı yapıyor ve tapıyoruz!

–Ben de onu söylüyorum işte! Putları yapan da biz, sonra onlara tanrı diye tapan da biz! Bu nasıl bir şeydi böyle? Bu ne kör taassuptu!

–Sen ne diyorsun öyle?

Mus‘ab Hoca -radıyallâhu anh-; öyle giriş yapmıştı ki, Üseyd bin Hudayr da, ister istemez bir anda kendini olayın içinde buluverdi. Hazret-i Mus‘ab;

«Siz şöyle şöyle bir durumdasınız…» demeden, ona; «Biz de öyle durumdayız!» dedirtmişti!

–Allah Teâlâ Hazretleri, içimizden bir Rasûl gönderinceye kadar böyleydik!

–Rasûl de nedir ki?

–Yüce Allâh’ın, kullarına ilâhî emir ve nehiyleri tebliğ etsin diye gönderdiği O’nun Elçisi! Allâh’ın Elçisi, bize işin aslını öğretti. Yaratılış ve var oluş gayemizi anlattı. Hem çok güzel anlatıyordu, hem de her şeyi ile hepimize örnek oluyordu.

–Hem anlatıyor, hem örnek oluyordu ha!

–O’nu bir kerecik görseniz; hiç dinlememiş olsanız bile, bir kerecik yakından görseniz, her şeyi göreceksiniz?

–Neyi göreceğiz peki?

–Yanlış ile doğruyu, hak ile bâtılı!

–Yanlış neymiş doğru ne; hak neymiş bâtıl ne peki?

–Allah Teâlâ Hazretleri’nin, Rasûl’ü vasıtasıyla kullarına ilettiği şeyler hak; insanların kendi uydurdukları şeyler de bâtıl!

–Allâh’ın Rasûlü dediğin zât nasıl biridir peki?

–Rasûlullah -aleyhisselâm- öyle biridir ki:1

İnsana, insan örneği ile Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı anlatmaya başladı. Her bakımdan her şeyi çok güzel olan Mus‘ab Hoca’nın, kendisi de sesi de çok güzeldi. Bu güzeller güzeli; çok daha güzeller güzeli olan Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı o kadar güzel anlattı ki, Üseyd bile hayran kaldı:

–Rasûlullah dediğiniz O zât böyle biri ha!

–Bu kadar değil tabiî ki. Fakat zamanınız yok diye kısa kestim ben! O bize İslâm esaslarını anlattı.

–İslâm esasları da ne demek?

Üseyd’e böyle güzel bir soru sorduran Hazret-i Mus‘ab -radıyallâhu anh-, kısa hatlarla İslâm’ı anlattı. Üseyd yine hayran kalmıştı:

–İslâm dediğiniz şey bu mudur?

–Yine kısa anlattım ben! Allah ve Rasûlü, bizi Kur’ân ile yeniden inşâ etti!

–Kur’ân ile mi?

–Kur’ân-ı Kerim; yani Allah Teâlâ Hazretleri’nin buyrukları, âyet-i kerîmeler!

–Âyet-i kerîmeler de nedir?

–Dedim ya, Allah’ın buyrukları!

–Ondan var mı yanında?

–Var elbet!

–Bir oku bakalım, neymiş onlar?

Saldırgan bir durumdan alıcı bir duruma gelen Üseyd, kendini her şeyi ile Mus‘ab Hoca’ya vermişti artık! Öyle dinliyordu ki, kendini hâdisenin içinde buluverdi.

Bağırıp çağırarak, üst perdeden çıkışlar yapan Üseyd; şimdi sadece dinleme değil, kaydetme durumuna gelmişti. Konuşmak veya sadece dinlemek değil, dinleyip kaydetmek durumu!

Hazret-i Mus‘ab; duruşu, kibarlığı, emniyet telkin eden hâli, kendinden emin oluşu, beden dili, sevgi dili, iletişim dili ve güzel hâllerinin tümü ile Üseyd’i bu hâle getirmişti!

Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-; işi buraya getirdikten hemen sonra, muhatabının hazır olduğunu görünce, Kur’ân-ı Kerim’den kısa bir bölüm okudu…

Allâh’ın kuluna Allâh’ın âyetlerini okuyor, her zamanki gibi kendini öne çıkarıcı bir tavır sergilemiyordu!

Okunan âyetler de Üseyd’i çekmeye başladı. Mus‘ab Hoca, onu Kur’ân’ın çekim alanına getirmişti çünkü. Bu çekim alanının dışında kalanları Kur’ân da çekmeyecektir!

Kur’ân ile ilk defa karşı karşıya kalan Üseyd bir hoş oldu. Okunan her âyet rûhunda fırtınalar kopardı. Dinledikçe yüzünün rengi değişti. Heyecandan ne yapacağını bilemez bir hâle geldi.

Bu güzel manzarayı büyük bir memnuniyetle izleyen Hazret-i Es‘ad bin Zürâre -radıyallâhu anh-, kendini tutamıyordu artık. İçinden; «Geliyor, Üseyd geliyor Allâh’ın izniyle…» diyordu. Çünkü kendisi de Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı, Akabe’de ilk defa dinlerken aynı şeyleri yaşamıştı. Hazret-i Mus‘ab ile beraber, o sahneyi şimdi yeniden yaşıyordu âdeta!

Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-; Kur’ân okumayı bitirince, Üseyd bin Hudayr daha fazla dayanamayarak, büyük bir heyecanla atıldı:

–Bu ne güzel, bu ne içli, bu ne tatlı bir kelâm!

–Bu Allah kelâmıdır ey Üseyd!2

Mus‘ab Hoca; burada ince bir ayrıntıyı, bütün inceliği ile gözler önüne seriyordu.

«–Bu ne güzel, bu ne içli, bu ne tatlı bir kelâm!» diyerek, hayretini ortaya koyan kavminin lideri Üseyd bin Hudayr’a verdiği cevap;

«–Bu Allah kelâmıdır ey Üseyd!» olmuştu! Yani kendini devre dışı bırakmış, Allah kelâmını öncelemişti. «Ben çok güzel okurum, ben şöyleyim, ben böyleyim, bence…» gibi, benli konuşmamıştı. Dînin sahibi Allah olduğuna göre, kul da kulluğunu bilmeliydi. Allâh’ın dîni, ancak ve ancak Allâh’ın Kitâb’ı ile anlatılırdı! Bu o zaman böyleydi; bu günlere kadar böyle geldi, bugünden sonra da böyle gidecek! Aksi hâlde; Allâh’ın dîni adına, kendi kanaatlerimizi anlatır dururuz! Burada bu inceliği de görüyoruz işte…

Her alanda olduğu gibi, iletişim alanında da Allah ve Rasûlü, Kur’ân ve Sünnet hep önceliğimiz olmalı. Ama bizler; Allah ve Rasûlü ile iletişimi koparmışsak, İslâm adına insanlarla iletişim kuramayız. Kur’ân ve Sünnet ile iletişimimiz sağlıklı değilse; Kur’ân ve Sünnet desek de, yine geçemeyiz iletişime. İslâm deriz sürekli, Allah ve Rasûlü deriz, Kur’ân ve Sünnet deriz; ama bunlardan kopmuş olduğumuz da, her hâlimizle belli olur! Kaynağından, kökünden, kopan; temelinden sarsılır! Unutmayalım ki, en usta iletişimciler peygamberler ve onların yetiştirdiği sahâbîlerdir. Hazret-i Mus‘ab -radıyallâhu anh-; yetişmiş bir sahâbî olarak, oldukça canlı tabloyla duruyor karşımızda.

Peygamber Efendimiz böyle örnek alınır işte!

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

____________________________

1 İbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, c. 2, s. 97.

2 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 236.