NAMAZIN NİZAMI

Sami GÖKSÜN

Mü’minlerin cemaatle saf tutmak sûretiyle kılacağı namazın fazîleti ve bereketi elbette münferit namazdan kat kat fazladır. Çünkü cemaat olmada bir âhenk ve bir disiplin vardır. Mü’min; Allâh’ın rızâsını kazanmak için elinden geldiği kadar, namazlarını cemaatle kılmaya gayret etmeli ve kendini tam mânâsıyla ibâdete verip, huzur ve huşû içerisinde namazın zevkini tatmaya çalışmalıdır. Bu hususta bir hadîs-i şerîfinde Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Allâh’ın huzûrunda meleklerin saf tuttukları gibi siz de saflarınızı düzgün tutmaz mısınız?” buyurdu.

Ashâb-ı kiram;

“–Melekler huzûr-i ilâhîde nasıl saf tutuyorlar?” diye sordular.

“–İlk safı tamamlarlar ve perçinlenmiş gibi birbirine bitişik dururlar.” cevabını verdi. (Müslim, Salât, 119)

Bir başka hadîs-i şeriflerinde ise Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:

“Cemaat ile kılınan namaz, yalnız kılınan namazdan yirmi yedi derece daha efdal (fazîletli)dir.” (Buhârî, Ezân, 30)

Cemaatle namaz kılmanın meşruiyeti; Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabittir. Bu hükümlerden, cemaatin fazîleti ve önemi anlaşılmaktadır.

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:

“Namazı kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte rükû edin.” (el-Bakara, 43)

Bu âyet ve hadislerde namazı cemaatle edâ etmenin hem gerekliliğini hem de sevabının büyüklüğünü görmekteyiz. İnsanın cemaate devam etme arzusu şeriate bağlılıktan ileri gelir.

Anlaşılıyor ki; bir mü’min namazını cami veya mescidde cemaatle kılarsa, derecesi yükselir, günahları bağışlanır, gönlü huzurla dolar, gam ve tasadan kurtulur, huzur ve sükûna kavuşur.

Yine Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerifte, sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:

“Bir gün Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına gözleri görmeyen bir adam gelip;

«–Yâ Rasûlâllah! Beni mescide götürecek yardımcım yoktur.» dedi ve evinde namaz kılmak için müsaade buyurmasını istedi, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de müsaade etti. O adam dönüp giderken;

«–Ezan sesini işitiyor musun?» diye sordu. O adam;

«–Evet yâ Rasûlâllah!» deyince;

«–Öyle ise davete icâbet et!» buyurdu.” (Müslim, Mesâcid, 255)

Evet, cemaatle namaz kılmak bir ganîmettir ve Allah -celle celâlühû- katında rahmet ve hoşnutluk vesilesidir. Öyleyse ezanı duyan bütün mü’minlerin; meşrû bir mazereti olmadıkça cemaati terk etmesine izin ve ruhsat yoktur. Yukarıda Efendimiz’in, gözleri görmeyen bir insana bile, ezanı duyması hâlinde izin vermediğine şahit olduk.

Cemaat olmak için cami ve mescide girildiğinde de dikkat edilmesi gereken durumlar vardır. Bunların en önemlilerinden birisi, safların düzgünlüğü ve intizâmı meselesidir. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“İnsanlar ilk safın fazîletini bilselerdi orada yer bulamayacaklarından kur’a çekmek zorunda kalırlardı.” (Buhârî, Ezân, 9, 32; Müslim, Salât, 129) buyurarak, hem camiye erken gelinmesini ve hem de birinci safın kıymetini ortaya koymaktadır. Yine Efendimiz; imamlık vazifesini yaparken, mihraba geçtikten sonra geriye doğru cemaate döner ve safların düzgün yapılmasını insanlara hatırlatır ve şöyle buyururdu:

“Saflarınızı düzeltiniz, zira safların düzgünlüğü namazın tamam olmasındandır.” (Ahmed, III, 103)

Safların teşkilinde dikkat etmemiz gereken hususlar çoktur ama burada önemlilerini şöyle sıralayabiliriz;

Ayak parmak uçlarımızı aynı hizada tutmalıyız, kişiler arasında boşluklar bırakmamalıyız, safları düzgün ve sık tutmalıyız, öndeki boşlukları doldurmadan arkada safa durmamalıyız; birinci saf tam olarak dolduğunda, ikinci ve diğer safları oluşturacak olanlar birinci safın tam ortasından saf tutmaya başlamalıdırlar. İmamın hemen arkasına duracak olanlar, imamın yanılması veya şaşırması durumunda vazifeyi yapabilecek konumda ve kıvamda olmalıdırlar. Bu vazifeyi yapacak olanların kıraati düzgün ve takvâlı olmasına dikkat edilmelidir. Cemaat imama tam mânâsıyla uymalı, imamdan önce rükû ve secdeye gitmemeli, secdeden kalkarken imamdan önce başını kaldırmamalıdır. İmamdan evvel rükûa varmanın ve kalkmanın doğru olmadığını sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle ifade buyurmaktadır:

“Sizden biriniz, başını imamdan önce rükû ve secdeden kaldırdığı için, onun başını veya sûretini Allâh’ın merkeb (eşek) başına veya sûretine döndürmesinden korkmaz mı?” (Buhârî, Ezân, 53)

Bir hadîs-i şerifte de hırsızların en kötüsünün namaz hırsızı olduğu bildirilmektedir. «Namaz hırsızlığı nasıl olur?» diye soran ashâba; namaz hırsızının namazın rükûunu, sücûdunu, tam yapamayanların ve tadil-i erkâna uymayanların olduğunu bildirmiştir. Yani tâdil-i erkâna riâyet etmeden namaz kılanların, namazdan çaldıklarını belirtmiştir.

Namazlarımızı ister cemaat hâlinde kılalım ister münferiden kılalım, mutlaka tâdil-i erkâna riâyet ederek kılalım. İşi aceleye getirmeyelim. Böylece hem namazımızın kabul olmasına hem de bol bol ecir ve sevap kazanmamıza vesile ve sebep olmuş oluruz.

Namazlarda kusurlara böyle mukabelede bulunuluyorsa, acaba kılmayanların hâli nice olur!?.

Hem hulâsası olması noktasında hem de namaz kılmayanların düştükleri durumu göstermesi itibarıyla yazımıza şu âyet-i kerîmenin meâliyle son verelim. Meryem Sûresi 59. âyet-i kerîmesinde Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Enbiyâdan sonra kötü nesiller onlara halef oldular ki onlar namazı zâyî ettiler. Ve şehvetlerine uyarak doğru yoldan çıktılar. İşte bunlar azgınlıklarının karşılığını gayyâ (içinden çıkılmaz cehennem kuyusu)na atılmak sûretiyle göreceklerdir.”

Cenâb-ı Hak cümlemizi hakkıyla namazlar kılmaya muvaffak eylesin. Âmîn…