YANGIN VAR!

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Güneşi tuttu çamur;
Elmas mahcup, zift mağrur.
Yakın kandili yakın;
Ne donanma ne yangın,
Nur bize Allâh’ım nur! (Necip Fazıl KISAKÜREK)

Seher vakti her şey ânîden olup bitmişti…

Galata mıntıkasının Akşahinler Tulumbacı Ocağı’ndan Eşref Efendi, Galata Kulesi’ndeki yangın nöbetindeydi.

Bir anda anacığı aklına geldi; «sabah ezanını beklerken tesbihini çekiyordur herhâlde…» diye düşündü.

İşte o anda çıkan ılık bir rüzgârla ortalık sütliman oldu. Sokak köpekleri sustu, sokak kedileri miyavlamayı, kabadayılar nâra atmayı kesti.

Gördükleri karşısında tam elini kulağına atıp;

“Yangın vaaarr!!!” diye bağıracaktı ki bu bir yangın değildi. Eşref Efendi kelime-i şahâdet getirdi, zaten son sözleri de bu oldu.

Gözleri fal taşı gibi açılmış, dili lâl olmuş bir hâlde orada kalakaldı.

Kılıç Ali Paşa Camii’nde sabah namazını kılan arkadaşları; Eşref Efendinin namaza gelmeyişinden değil, ama çorbacıya gelmediğini fark edince telâşlandılar.

Ocak’tan iki kişi Galata Kulesi’nin merdivenlerini tırmanmaya başladı. Tepeye ulaştıklarında Eşref Efendiyi o hâlde Anadolu yakasına doğru bakar buldular. Ne yürüyebiliyor ne konuşabiliyordu. Bir sandalyeye oturtup biri önden biri arkadan tutup merdivenlerden aşağıya indirdiler (ki sonraki yıllarda bu usûl, «itfaiyeci yöntemi» olarak öğretilir oldu).

Evine götürülen Eşref Efendi bir türlü kendine gelemiyordu.

En son gelen hekimin de verdiği müsekkinler işe yaramayıp;

“Bu hâdise beni aşar, bunu çözse çözse Hasırcı Baba çözer artık…” demesiyle anacığı ne yapacağını şaşırmış, arkadaşları Hasırcı Babayı arayıp sormaya başlamışlardı.

Karacaahmet Mezarlığı’nda bir hasırın içerisinde yaşayan meczup bir Allah dostu olan Hasırcı Baba bulundu. Eşref Efendi, arkadaşları tarafından sandalye ile Hasırcı Babanın karşısına dikildi.

Anacığı Hasırcı Babaya;

“–Aman efendim, cânım efendim bize bir çare, evimin direği yıkıldı!” diye ağlıyordu. (Eşref Efendinin pederi çok küçükken ölmüş başka kardeşi olmadığı için anacığının tek dayanağı o olmuştu.)

Hasırcı Baba hasırından doğruldu, sandalyede oturan Eşref Efendinin fal taşı gibi açık gözlerinin içine baktı baktı ve;

“–Bismillâhirrahmânirrahîm;

«Allah, rızâsına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nûra çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltir.»” (el-Mâide, 16) dedi.

Arkasından;

“–Duân kabul olmuş anlaşılan, hanım!” dedi.

Doğruyu söylemek gerekirse Eşref Efendi; serkeş bir hayat süren, pek dindar olmayan bir kişiydi. Bundan rahatsız olan anacığı; her gün biricik oğlunun, takvâ sahibi ve ihlâslı bir insan olması için yalvar yakar Allah Teâlâ’ya duâ ederdi.

Hasırcı Baba Eşref Efendinin anasına;

“–Allah Teâlâ bunu hizaya sokmak için, senin duâların üzerine perdeyi aralamış, daha görmeye hazır olmadığı şeyler göstermiş. Gittiği yerde kalabilir veya dönebilir duâ et!” dedi.

Sonra;

“–Bu levendi Beşiktaş’taki Yahya Efendi’ye götürün.” dedi (ki Eşref Efendinin denizci olduğu söylenmemişti. Eşref Efendi mavnalarda çalışıyor, eve döndüğünde gönüllü olarak tulumbacı ocağında vazife yapıyordu). Yahya Efendi Camii’ne gidildi, namazlar kılındı, türbe ziyaret edildi; Eşref Efendi ayaklanmıştı. Ama belden yukarısında bir değişiklik yoktu.

Tekrar Hasırcı Babaya gidildi, neyse ki artık sandalyeden kurtulmuşlardı.

Hasırcı Baba duruma baktı;

“–Şimdi Sarıyer’e Telli Baba’ya götürün bu levendi!” dedi. Telli Babaya gidildi, türbe ziyaret edildi, Eşref Efendi baş hizasına kadar rahatlamıştı; ancak hâlâ dili lâl, bakışları boş idi.

Tekrar Hasırcı Babaya gidildi. Hasırcı Baba durumu yeniden gözden geçirdi;

“Bunu Beykoz’a Hazret-i Yûşâ Hazretleri’nin türbesine götürün.” dedi ve hasırına döndü. Beykoz’a gidildi, camide namaz kılınıp türbe ziyaret edildi, Eşref Efendinin bakışları da düzeldi ancak hâlâ konuşamıyordu.

Yine Hasırcı Babaya gidildi, Hasırcı Baba;

“Şimdi bunu Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’ne götürün, orada camide bırakın, siz dönün; kırk gün murakabede kalsın ki gördükleri gönlüne nakşolsun!” dedi.

Ve ekledi:

“Bu dört evliyâ; denizcileri koruyan, İstanbul Boğazı’nın bekçileri olan zâtlardır (ki günümüzde dahî gemiciler, Boğaz’da seyrederken onların mıntıkasına girdiklerinde, geminin tiz el düdüğüyle selâm verirler.)”

Arkadaşları Eşref Efendiyi Aziz Mahmud Hüdâyî Camii’ne götürdüler. Türbe ziyaretinden sonra eline bir tesbih verip, onu camide bırakıp geri döndüler.

Kırk gün sonra bir de baktılar ki Eşref Efendi güle oynaya mahalleye geliyor.

Tabiî buna en çok sevinen anacığı oldu.

Eşref Efendi o gün ile ilgili bir şey hatırlamıyordu, ancak o günden sonra anacığıyla tam da olması gerektiği gibi takvâ sahibi ihlâslı biri olarak yaşadı.

Rabbim, bizleri analarımızın hayır duâsını alanlardan eylesin!

Eşref Efendi ne gördü ne seyretti de öyle; “Yangın var!” diye feryat etti, bilemiyoruz. Velâkin Erzincanlı Salih Baba (v. 1907) adlı bir derviş şair belki de onun hislerine de tercümân olmuştur:

Yetiş ey keştibânım büsbütün deryâda yangın var!..
Değil deryâ yalınız cümle hep sahrâda yangın var!..

Açıldı bâğ-ı vahdet gülleri mest oldu bülbüller,
Zemîn ü âsuman, dünyâ ve mâfîhâda yangın var!..

Erişti nev-bahâr vakti figāna başladı bülbül,
Değil bülbül yalınız ol gül-i rânâda yangın var!..

Kaşınla kirpiğin zülfün beni mest etti ey dilber,
Değil mestâne gözler, kāmet-i zîbâda yangın var!..

Muhabbetten yarattı Ol Habîb’i, Hazret-i Mennân,
Değil kim Ol Muhammed Hazret-i Mevlâ’da yangın var!..

Hitâb-ı «kün fekân» erdi zuhûra geldi akl-ı küll,
Felekler gulgule düştü kamu esmâda yangın var!..

Zemîne indi me’vâdan nice yıllar döküp kan yaş,
Yalınız ağlayan Âdem değil Havvâ’da yangın var!..

Nice yıl hasret-i hicran oduyla yaktı Ken‘ân’ı,
Yanan Yâkub değil gör Yûsuf u Zelhâ’da yangın var!..

Cihan halk olalı göster bana âsûde ahvâlin,
Ki yok bir istirahat esfel ü âlâda yangın var!..

Erişti Sâmi-yi Sultân berâber dilber-i rûhân,
Değil yalınız Erzincan, Yemen, San‘â’da yangın var!..

Bilinmez Sâlih’in rengi, çalınır tablı, gülbangı,
Kurulmuş Kerbelâ cengi, yaman gavgāda yangın var!..

Sağlıcakla kalın efendim…