Üretmezsen Satın Alırsın, Satın Alırsan; MAHKÛM OLURSUN!

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Allah Teâlâ, her insanı farklı meziyetlerde yaratmıştır. Her insanın aynı özelliklerde ve aynı mâlî duruma sahip olmasıyla karmaşa ve düzensizlik olacağından; adâleti ve rahmeti gereği, her insanı bir diğer insana mecbur ve muhtaç yaratmıştır. Yine hikmeti gereği; bazılarına dar bir geçim verip, bolluk verdiği bir başkasının yanında çalıştırarak hem geçimini sağlamasını hem de cemiyet hayatının ihtiyacı olan hizmetlerin yürümesini sağlamıştır.

Ülkemizin bulunduğu coğrafya, hakikaten dünyanın en zor ve stratejik topraklarının bulunduğu bir bölgede yer alıyor. Bundan dolayı üzerimizdeki sıkıntılar hiç bitmiyor. Bulunduğu yerin jeopolitik durumu, zengin tabiî kaynakları, geniş ve verimli toprakları, zengin su kaynakları, havası ve tabiî güzellikleri ile çevremizdeki birçok ülkenin iştahını kabartan bir ülkeye sahibiz.

Cemiyet hayatında insanın insana olan ihtiyacı ve muhtaçlığı, belli bir düzen ve intizamın devamı için gerekli olsa da; ülkeler arasında bu muhtaçlık durumu, diğer ülkelerin aleyhine kullanılarak, onların hâkimiyetine müdahale gibi farklı problemlere sebep olabilmektedir.

Modernleşme ve medya organlarının etkisiyle birlikte, cemiyetin yapısı da fark edilir şekilde değişmeye ve dönüşmeye başladı. Uygulanan yanlış politikalar ve belli çevrelerin şehir hayatını güzel göstermesi, Anadolu insanının topraklarından ayrılıp büyükşehirlere göç etmesine sebep oldu.

Bir süre öncesine kadar; özellikle ziraat alanında, sahip olduğu kaynaklarla kendi kendine yeten ülkelerden birisiydik. Ancak bugün Anadolu’nun verimli topraklarının çoğu ekilip biçilmiyor. Köyler boşaldı, nüfus büyükşehirlerde ve kentlerde yoğunlaştı. Şehirlerde çoğalan nüfus; şehir hayatının getirdiği ihtiyaçlarını karşılamak gayesiyle, kadın-erkek demeden, topraklarını işlerken aldıkları ücretlerden daha az ücretlere, daha ağır şartlarda çalışmak durumunda kaldı. Kentlerde yoğunlaşan bu kadar nüfusun ihtiyacına, az sayıda üreticinin cevap vermesi mümkün değil. Hele bu insanların karşılarına çıkarılan engelleri ve masrafları düşününce sanki gizli bir elin; «Üretmeyin!» diye çalıştığını zannediyoruz.

İnsan; elindeki nimetlerin kıymetini bilmezse, o nimetler gün gelir ellerinden alınır ve kıymetini bilenlere verilir. Üretmeyen bir cemiyet, ihtiyaçlarını satın alarak karşılamak mecburiyetindedir. Üretmezsen satın alırsın, satın alırsan tâbî olur ve tembelleşirsin, nihayetinde yönlendirilir ve emir alır hâle gelirsin. Ülkemiz açısından birçok alanda üretim sıkıntısı olmasına rağmen, biz bunlardan en önemlilerinden birisi olan gıda alanına dair sıkıntıları tetkik etmeyi uygun buluyoruz.

Bir ülkede silâh ve savunma sanayi ne kadar ehemmiyetliyse, gıda ve tarım alanı da o kadar ehemmiyetlidir. Yapılan araştırmalarda; özellikle ithal edilen gıdalardaki katkı maddelerinin bir silâh gibi kullanıldığı, nesillerin çoğalmasının kontrol altına alınarak, ülkelerin geleceklerinin ipotek altına alındığı meydana çıkmıştır.

Son yıllarda özellikle savunma sanayinde yerli üretimin tercih edilmesi neticesinde, sahip olunan silâh ve savunma sistemlerin kullanılmasıyla birlikte askerî sahada ve özellikle terörle mücadele alanında ne kadar mesafe kat edildiği hepimizce malûm bir durumdur.

Ancak bu güzel gelişmenin yanında; özellikle gıda alanındaki ihtiyaçların giderilmesi hususunda, tamamen yurt dışına bağımlı olmanın, önümüzdeki yıllarda hâkimiyetimizi tehdit edecek boyutlara ulaşması muhtemel bir durumdur. Gıda ve tarım ürünlerinde dışa bağımlı olmak, bir ülke için en büyük tehlikelerden bir tanesidir. Zira yarın şartlar değiştiğinde veya kötüleştiğinde gıda, bugünkü en gelişmiş silâhlardan bile daha etkili bir hâl alacaktır.

Bir zamanların kendi kendine yeten tarım ülkesinin en basit tarım ürünlerini bile dışarıdan ithal ediyor olması, ayıptan öte vahim bir durumdur. Yedi düvelin saldırısı ile koca bir imparatorluğu kaybetmiş, ancak îmânı ve gayreti ile âdeta küllerinden doğarak yeni bir devlet kurmuş bir milletin, en temel ihtiyaçlarında bile dışarıya bağımlı hâle gelmesi çok büyük bir ayıp olsa gerek.

Bir ülkenin gücü, itibarı ve parasının değeri; ürettiği ürünlerin kalitesi ile ölçülür. Bugün dünyanın genelinde söz sahibi olan ülkelere baktığımız zaman, kaynaklarının çoğunu üretime ayırdıklarını görüyoruz. Gayret eden, disiplinli çalışan milletler, yakaladıkları kalite ile parmak ısırtıyorlar. Bu kalite ile dünyanın en sert malzemesi olan çeliğe bile bir vasıf ekleyip … çeliği etiketi vurabiliyor.

Medya kanallarından üzerimize lüks hayatı teşvik eden programlar yağdırılıyor. Üzerimize, her şeyimizi teslim etmemizi ve düşünmememizi isteyen deli gömleği giydirilmeye çalışılıyor. Etrafımıza çizilen sınırlar; bizi sadece tüketmeye, hazırcılığa zorluyor. Oysaki insan kaynağımız var, zengin madenlerimiz ve imkânlarımız müsait. Sadece; uzun zamandır uyuduğumuz uykudan uyanıp, ayağa kalkmamız lâzım.

İmkân verildiği zaman, bu milletin neler yaptığını ve neleri başardığını görüyoruz. Bize ezberletilen; «Bu ülkeden bir şey olmaz!», «Biz bir şey üretemeyiz!» ninnisinden uyanarak, silkelenip kendimize gelmenin vakti gelmiştir.

Bu iş için, evlâtlarımıza okullarda okutulan batılı sistemlerin dayattığı bilgilerin verildiği eğitim modellerinin terk edilmesi gerekiyor. Önce temeline, ahlâk ve mâneviyat kurulacak; şahsiyetli, durmadan dinlenmeden çalışacak, üretecek; sadece kendi dünyası için değil, yeryüzündeki bütün mazlumlar ve mağdurlar için gayret edecek, kafa yoracak; hedef koyup o hedef için cehdedecek bir nesli yetiştirmek lâzım. Bunun için de yeni bir eğitim modeli gerekiyor.

Biz çalışmaya ve üretmeye mecbur ve mahkûmuz. Ne demişti Afrikalı kardeşimiz:

“Siz yatmaya başlayalı bizim başımıza gelmeyen kalmadı. Eğer siz yatarsanız, biz ölürüz. Çabuk kalkın! Uyumak yok size!..”