İLMİN ŞEREFİ
Sami GÖKSÜN
Bilindiği üzere; İslâm’da ilk savaş, Bedir Gazvesi’dir. Bu harbi müslümanlar kazanmıştır. Zaferin sonunda esirler de alınmıştır. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; ashâbıyla istişâre ettikten sonra, esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmalarını emretmiştir. Ancak fidye verecek durumda olmayanlardan her birinin, on müslüman çocuğa okuma-yazma öğretmeleri hâlinde onların da serbest kalacağını bildirmiştir. Zeyd bin Sâbit -radıyallâhu anh-, bu şekilde okuma-yazma öğrenenlerdendir.
Bu hâdise, Peygamber Efendimiz’in okuma-yazmaya ve ilme ne kadar ehemmiyet verdiğini göstermektedir. Efendimiz’in şu sözü de bunu te’yid etmektedir:
“Hikmet ve ilim mü’minin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır.” (Tirmizî, İlim)
Peygamber Efendimiz’in bizzat uygulaması ve bu hadîsi; ilim öğrenmek için yer, zaman, yaş ve cinsiyetin önemli olmadığını göstermektedir.
İlmin önemine binâen; Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku; insana bilmediklerini belleten, (kalemle) yazmayı öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.” (el-Alak, 1-5)
Bu âyetler Kur’ân’ın ilk nâzil olan âyetleridir. Peygamberimiz Hira Mağarası’nda iken nâzil olmuştur.
Evet bu âyetler;
“Oku!” emri ile başlıyor, Allâh’ın biz kullarına ilk emridir bu. Cenâb-ı Hak bu âyetlerde okumayı emrederken; nelerin okunması gerektiğini, bir tefekkür derinliği içerisinde bizlerden istemektedir. O da; faydalı bütün ilimlerin yanında, kâinâtı ve yaratılışı, hikmetleri ve sırları iyi okumamızı istemektedir.
Ne okuyacağımızdan ziyade nasıl okuyacağımız daha mühimdir. Âyet-i kerîme; Allâh’ın adını anarak O’ndan yardım dileyerek başlanmasını emrediyor. Besmele, her işimizin başında bir anahtardır. Allâh’ın adı zikredilmeden başlanan herhangi bir işte başarıya ulaşılamaz. Okuma işine başlarken ise, Allâh’ın adını zikrederek başlamamız husûsen emredilmiştir.
Bu hakikatler de bize gösteriyor ki; takvâlı olmak şartıyla ilim, okuma ve yazma en yüksek rütbedir. Cenâb-ı Hak Hazret-i Âdem’i bu özelliği ile meleklere tercih ederek, yeryüzünde halîfe tayin etmiştir. Bu noktada Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
“(Ey Habîbim!) Şu zamanı hatırla ve anlat ki;
Rabbin meleklere şöyle demişti:
«–Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım!»
(Melekler) ise dediler ki:
«–Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz Sen’i överek tesbih ve takdîs ediyoruz.»
(Rabbin);
«–Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.» dedi.
Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları da meleklere gösterip;
«–Haydi sözünüzde doğru iseniz, Bana şunları isimleri ile haber verin!» buyurdu.
(Melekler) şöyle dediler:
«–Rabbimiz! Sen’i noksan sıfatlardan tenzih ederiz, bizim Sen’in bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Sen; bilensin, hakîmsin.»
(Allah) buyurdu:
«–Ey Âdem! Bunlara, onları isimleri ile haber ver!»
Bu emir üzerine Âdem, onlara, isimleri ile haber verince, (Allah);
«–Ben size; ‘Göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da içinizde sakladığınızı da bilirim.’ dememiş miydim?» buyurdu.” (el-Bakara, 30-33)
Demek ki;
Cenâb-ı Hak insana ilmiyle ameli sayesinde yüksek değer vermektedir ve bu hususta da şöyle buyurmaktadır:
“Kime hikmet verilmiş ise ona çok hayır verilmiş demektir.” (el-Bakara, 269)
İslâm âlimleri hikmetin yüzlerce tarifini yapmışlardır. Birkaçını Elmalılı tefsirinden nakledelim:
“Hikmet, ilâhî ahlâk ile ahlâklanmaktır.” Nitekim, Hazret-i Âdem’e öğretilen isimlerin, ilâhî esmâ olduğu da bildirilmiştir.
“Allâh’ın emrini tefekkür etmek ve ittibâ etmektir.”
“Din ve dünyanın salâhı…”
İlim tahsilinin şeref ve fazîletini Peygamber Efendimiz’in Ebû Zer -radıyallâhu anh-’a hitâben söylediği şu mübârek hadîsinde de görüyoruz:
“Ey Ebû Zer! Sabahleyin evinden çıkıp Kur’ân’dan bir âyet öğrenmen, senin için yüz rekât nâfile namaz kılmaktan daha hayırlıdır. Yine sabahleyin evinden çıkıp kendisiyle amel edilsin veya edilmesin ilimden bir bölüm öğrenmen, senin için bin rekât nâfile namazdan daha hayırlıdır.” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 16)
Yukarıdaki âyetler ve hadisler, ilmin fazîleti ve âlimin üstünlüğü hakkında gayet açık delillerdir. İlim ehli ve âlimler; ilimleriyle amel ettikleri müddetçe çevrelerini aydınlatarak, bu tavırlarıyla Allâh’ın rızâsını kazanacaklar ve yetiştirdikleri talebeler ve bıraktıkları yazılı eserlerle öldükten sonra da amel defterlerinin kapanmamasını sağlayacaklardır.
“(Ey Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-!) De ki: Rabbim, benim ilmimi artır!” (Tâhâ, 114)
Rabbim; cümle ilim ehlini, ilimleriyle âmil olup, ihsan ve takvâ üzere yaşamaya muvaffak eylesin. Âmîn…