HÜKÜM İÇİN İNEN KİTAP

H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

Önümüzdeki günlerde yeniden Rabbimiz’in, hakkında;

“O Ramazan ayı ki; insanları irşâd için, hak ile bâtılı ayıracak olan, hidâyet rehberi ve deliller hâlinde bulunan Kur’ân onda indirildi…” (el-Bakara, 183) buyurduğu mübârek aya kavuşacağız. Bu ayın en mühim hususiyeti, onda Allâh’ın kitabının nâzil olmaya başlamış olması. Bu hidâyet rehberinin bize indirilmiş olması gibi, büyük bir nimete nasıl şükredeceğimizi de yine Rabbimiz âyet-i kerîmenin devamında bildirmiş:

“Onun için sizden her kim bu aya şahit olursa onda oruç tutsun…”

Âdettir, ekseriyetle Ramazan ayında oruç hakkında yazılır. Elbette oruç hakkında ne kadar yazsak bitmez ama, bu yazıda ben çok farklı bir konuda yazmak istiyorum.

Allah -Zülcelâl- Kur’ân-ı Kerim’de pek çok âyet-i kerîmede, bilhassa sûre başlarında; indirdiği bu kitabın hidâyet vesilesi olduğunu hatırlatır. Böylece okumaya başlarken; mânâ ve ehemmiyetinden gafil kalmamamız gerektiğini, böyle bir nimetten hakkıyla istifade edilmesi gerektiğini bildirir.

Kitap kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de 261 yerde geçmekte. Bu âyet-i kerîmelerden birinde;

“(Ey Muhammed!) Biz Sana Kitâb’ı (Kur’ân’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allâh’ın Sana öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın hâinlerin savunucusu olma.” (el-Nisâ, 105) buyurularak, Kur’ân-ı Kerîm’in insanlar arasında adâleti sağlamak için başvurulacak bir hukuk sisteminin de kaynağı olduğuna işaret ediliyor.

Bizler Kur’ân-ı Kerîm’i ibâdet olarak okuma, onun içindeki âhirete dair haberlere îmân etme mevzuunda belki şüphe duymuyoruz ama; peki içindeki hükümlere ne kadar önem veriyoruz? Belki bazı hususlarda mecburen bize dayatılan hukuk sistemine göre hareket etmek zorunda kalıyoruz ama, kendi aramızda ne kadar uyguluyoruz? Bu yazımda sadece bir örnek olsun diye, miras konusundan bahsetmek istedim.

Neden miras?

Miras hakkındaki âyet-i kerîmeleri okurken düşündüm:

“Allah Teâlâ; bu hususta, kıyâmete kadar bütün ümmetin, namazlarda veya ibâdet olarak tekrar tekrar okuyacağı âyet-i kerîmeler indirmiş. Acaba bunun önemi nedir?”

Sonra fark ettim, aslında miras çok önemli bir konudur. Çünkü bizler fânîyiz, maddî-mânevî her şeyimiz bize miras kalmıştır ve bizden sonrakilere miras kalacaktır.

İyi düşünecek olursak; miras medeniyettir, medeniyet mirastır. Medeniyet bir birikimdir, nesilden nesile miras kalarak birikir. Mirası medenîce paylaşmak için, bu hususta kimsenin itiraz edemeyeceği hükümlerin olması da medeniyettir.

Bazı toplumlarda miras, ya kapanın elinde kalır veya güçlülerin hakkı sayılır. Orada kavga gürültü eksik olmaz. Herkes güçlü olmak adına elinden ne gelirse yapar, zayıfın da hiçbir hak arama imkânı olmaz. Böyle bir toplumda medeniyet olmaz. Onun için insanı insan yapan hukuk ve ahlâk kaidelerinin temel çizgilerini Rabbimiz bize net bir şekilde çizmiştir.

Hukukun ilâhî hükümlere istinâd etmesi, çok mühim bir ihtiyaçtır. Çünkü beşer aklına dayanan hukuk; ilk andan itibaren yapmacıktır, insanların vicdanında güçlü bir tesiri yoktur. Meselâ; bakıyorsunuz, uyuşturucu kullanmaya alışmış olan adam, internet sitesinde kendini savunurken diyor ki:

“Esrarın yasak olması mantıksız. Alkol de kafa yapıyor, o yasak değilken neden bu yasak?”

Nitekim bugün batıda, ahlâk kadar hukuk kaideleri de sorgulanır hâle geldi. Eskiden batıda bazı ahlâksız davranışlar cezalandırılıyordu. O kanunların nasıl ve neden değiştirildiğini incelemek isteyenlere, psikolog Mücahit GÜLTEKİN’in; «Cinsel İstismar ve Hukukun Manipülasyonu: Amerika»* yazısını okumalarını tavsiye ederim.

Detaylarını açıklamaktan hayâ ederim ama özetle, Kinsey diye bahsedilen, -kendisi de sapık olan- sözde bilim adamı, toplumda sapkınlığı çok yaygın gösterecek şekilde rakamlar ortaya koyuyor. Bu sahte ilmî araştırma sonucunda;

“Madem bu kadar yaygındır biz bunu ahlâksızlık ve suç olmaktan çıkaralım.” deniliyor.

İsterse araştırması dürüst olsun, bir kötülüğün yaygın olması, onu kötü olmaktan çıkarmaz hâlbuki. Meselâ bizim toplumumuzda gıybet yaygın diye, günah olmaktan çıkmaz. İyiyi kötüyü Allah Teâlâ belirler.

Ehl-i sünnet îtikadımıza göre; günah işleyen değil, günahın günah olduğunu inkâr eden dinden çıkıyor. «Müslümanım!» diyen bir kişi, dînin her hükmünü gönülden kabul etmelidir. Hataları varsa bunu kendi nefsine mâl eder, ama inkâra kalkışamaz. İnkâra kalkışan varsa, onun hatırı için dinde değişiklik yapılamaz.

Aynı şekilde hukuk da Allâh’ın ahkâmına istinâd etmelidir. Çünkü, biraz düşünelim; eğer hukuk kaideleri Allâh’ın emirlerine istinâd etmezse, neye istinâd edecek?

Beşerin keyfine bırakılırsa; her insanın kendine göre bir zihniyeti, bir kültürü, bir menfaati vardır. Ya şahsî hususiyetlerinin veya içinde yetiştiği muhitin, evvelden beri sürdürdüğü geleneğin yahut da zamanın getirdiği yeni durumların tesiriyle, belli bir şekilde düşünmeye eğilimli olabilir.

Velev ki dünyanın en dürüst, tarafsız, ilim-irfan sahibi kişileri bir araya gelmiş; hikmetli düşünüp, isabet etmiş olsunlar; birilerinin işine gelmediği vakit, rahatlıkla itiraz edip üstüne şüphe düşürebilir. Nihayeti insandır, insanın insana kanun yapmasının vicdanlarda fazla tesiri olmamaktadır. Ayrıca tarafgir hareket edip tam isabet etmemeleri veya ihtilâflara dalıp hiçbir görüşte söz birliği edememeleri ihtimali de çoktur.

“Halkın çoğunluğunun görüşüne göre hareket edelim.” denilecek olsa, hem insanların çoğu hikmete göre değil; menfaate ve hevâya göre taleplerde bulunur hem de tam bir mutabakat sağlamak imkânsız derecede zordur. Bu ve buna benzer nice zorluklar sebebiyle bütün insanların itibar edeceği bir hukuk sistemi, ancak Allâh’ın hidâyetine uymakla kurulabilir.

Bugün tarihselcilik akımını savunanlar, bu gerçeği hakkıyla idrak edemiyorlar. Bütün insanlığın mahrum olup yalnız bize nasip olan sapasağlam yolumuz üzerinde ayrılık çıkarmakla, büyük bir yanlışa sapıyorlar.

Bunu sırf miras meselesi üzerinden ele alacak olursak, bazı tarihselciler;

“Artık bu devirde kadınlar da çalışıyor yahut erkekler üzerlerine düşen mes’ûliyetleri tam yapmıyor, diye miras konusunda eşitliğe gidelim.” diyorlarmış.

Hâlbuki bugün ülkemizin birçok yerinde İslâm’ın kadına verdiği hisse de verilmiyor. Sebebi de batıdan gelen kanunların kızlara eşit pay vermesi insanların zoruna gidiyor. Ben pek çok kadın ve kızlarımızla konuştum, enteresan hikâyelere rastladım. Meselâ birçok yerde;

“İleride damat gelip malımıza ortak olmasın!” diye bütün mal erkek evlât üzerine kaydediliyor.

Bir hanım şöyle anlattı:

“Benim babam iki daireden ibaret olan malını, erkek kardeşimin üzerine kaydetti. Hâlbuki ablam da, ben de onun rızâsına uygun evlilik yapmıştık. Erkek kardeşim ise hem babamın istemediği bir evlilik yaptı hem de anne-babamdan evvel öldü. Karısı ise zaten modern bir kadındı. Hiç hatır tanımadı, muhiti beğenmeyip evleri sattı, başka muhite taşındı, orada evlendi…”

Bu bahsi geçen amcamız, dînine bağlı bir kişiymiş ama ne yazık ki ülkemizde miras konusunda ya körü körüne gelenekçilik veya tamamen modernleşme anlayışı uygulanıyor. Hâlbuki İslâm bize en güzel ölçüyü emrediyor.

Yine bir başka uygulama da -miras dışarıya gitmesin diye- kızı akraba ile evlenmeye zorlamak. Hattâ tanıdığım kız kardeşler vardı, babasıyla amcası kendi aralarında çocuklarını evlendirmek için sözleşmişler. Ama kızın amcaoğlunun sevdiği başka bir kız varmış. Zavallı; senelerce beklemiş beklemiş, evde kalmış. Abla beklerken sıradaki kız kardeşler de evlenememiş. Ama çok mühim değil, mal dışarıya gitmemiş ya…

Meselâ batı Anadolu şehirlerinde örneğini çok gördüğüm bir başka durum da şu: Erkek çocuklar okuyup, evlenip evden uzaklaşınca, kızlar babanın iş yerinde çalışıp idaresini öğreniyor. Ama o zaman da baba kızının evlenmesine mâni oluyor. Hâlbuki para ve mal her şey değildir; yuva kurmak, evlât yetiştirmek de bir insanın hem hakkı, hem vazifesidir.

Batıda daha beter örnekler var. Meselâ kadın cinayetlerinin en büyük sebeplerinden biri mal ve miras konularıdır. Orta Çağ’da bazı kimseler; kendisine miras kalan kadınları «cadı» diye ihbar eder, öldürtürlermiş. Herhâlde erkekler geçim sıkıntısı çekerken, zengin kadınların ellerine geçen büyük bir serveti; süse püse, boş şeylere harcaması zorlarına gidiyor.

İslâm dîni, kadına geçim yükü yüklememiş. Erkeklerin birçok mes’ûliyetleri olduğu için miras hakkını da o vazifelerini yapacak şekilde belirlemiş. Kadın ise, ağır yüklerden muaf tutulsa da; sonuçta yetişkin bir insandır, bir kuldur, kendine ait bir malı olsun, hayırlı işlerde kullansın, diye uygun bir pay verilmiş. Ne kocasının o malı almaya hakkı vardır ne de diğer akrabalarının hakkı olan mirası vermemeye…

Bugün yanlış gelenekleri sorgulamadığımız ve İslâm’ı hayata geçirmeye çalışmadığımız için kadın haklarını ancak batı medeniyeti veriyormuş gibi bir propagandaya da zemin oluşturuluyor.

Allâh’ın kanunları bize; bu dünyadaki işlerimizi hak ve hikmet üzere idare etmemiz için rehberlik etmektedir. Âhiret de bu dünyada kazanılacağına göre bizim bu rehberlikten istifade etmemiz en doğrusudur.
________________

* http://islamianaliz.com/yazi/cinsel-istismar-ve-hukukun-manipulasyonu-amerika-3581#sthash.YfviWL17.dpbs