ISLĀH-I MEDÂRİS: KONYA TECRÜBESİ

YAZAR : Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ harunogmus@gmail.com

Bugünlerde emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Osman KOÇKUZU Hocamızın kaleme aldığı Paşa Dairesi, Haydin Basalım İzlere ve Çanakkale Cephesinde Bir Müderris: Abdullah Fevzi Efendi1 adlı biyografi kitaplarını okuyorum. Gerçi bu kitapların kimisi neşredileli on yılı geçmiş. Ancak ne yapalım, belki ayıp, ama benim elime yeni geçti! Hani bir yeniçeri, yahudilerin Hazret-i İsa’yı öldürmeye teşebbüs ettiklerini bayram vaazında ilk defa duymuş da camiden çıkar çıkmaz ilk gördüğü yahudiyi sîgaya çekmiş, zavallı;

“–Efendim, o hâdise 1800 sene önceydi!” deyince;

“–Olsun, ben yeni duydum!” demiş ya! Benimki de öyle işte!

Paşa Dairesi, Konya’da İplikçi Camii’nin karşısında yer alan Ebûbekir Sâmi Paşa Medresesi imiş. Adı geçen paşanın valiliği zamanında 1265/1846’da açılmış ve Paşa Kapısı diye de anılırmış. Ebû Saîd el-Hâdimî’nin talebeleri önünde İslâmî ilimler okuyan ve Mevlânâ Hâlid el-Bağdâdî’nin halîfelerinden olup Konya’da Memiş Efendi diye meşhur olan Bozkırlı Muhammed Kutsî Efendi’nin (1198/1784-1269/1852) oğlu ve halefi Muhammed Bahâüddin Efendi (1247/1831-1324/1906), onun çocukları ve talebeleri burada hem okumuş hem okutmuşlar. 1909 yılında medrese Islāh-ı Medâris-i İslâmiyye -kısaca Islah- adını almış, program da büyük ölçüde değişerek bir nevî kolej programına inkılâb etmiş. Burada İslâmî ilimlerin yanı sıra fizik, kimya, matematik gibi fennî ilimler ve yabancı dil de öğretilmeye başlanmış. Artık -eskiden olduğu gibi- Arapçanın gramerinin öğretilmesi ve metinlerin okutulmasıyla iktifâ edilmeyip, konuşulup yazılması üzerinde de duruluyormuş. Şeyh Muhammed Bahâüddin Efendi’nin oğulları Zeynelâbidîn (ö. 1939), Ahmed Ziyâ (ö. 1923) ve Rıfat Efendilerin (ö. 1920) yanı sıra Fahri (Kulu) Efendi (ö. 1950), Hacı Veyis Efendi (ö. 1934), Konya’da «Hacıveyiszâde» demekle mâruf olan mezkûr Veyis Efendi’nin oğlu Mustafa Sabri (Kurucu) Efendi (ö. 1960), kardeşi İbrahim Efendi (Ali Ulvi KURUCU merhumun babası), Abdullah Fevzi (Tanrıkulu) Efendi (ö. 1943) vb. Islāh’ın hocaları imişler. Bu ilim ve irfan yuvası o kadar başarılı olmuş ki, şöhreti hilâfet merkezine kadar ulaşmış. Merhum Ali Ulvi KURUCU’nun hâtırâtında kaydedildiği üzere Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi (ö. 1952) ve Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi (ö. 1942) medreseyi teftiş ve imtihan maksadıyla Konya’ya gelmişler ve tahsinlerini ifade etmişler. Belki de bundan dolayı adı geçen Şeyhülislâm, oğlu İbrahim’i ve -bir rivâyete göre- Topbaşzâde Ahmed Hamdi Bey, oğulları Hulusi ve Nûri’yi İstanbul’dan Konya ovasına okumaya göndermişler! Medresenin Türkiye ve Konya çevresinde tanınan başka mezunları da var: Türkistan muhâcirlerinden olup sonradan Medîne-i Münevvere’ye yerleşen Saatçi Osman Efendi, tarihçi İbrahim Hakkı KONYALI, Cumhuriyet devrinde Konya’da birçok hâfız yetiştiren Hakkı ÖZÇİMİ, Tahir ELLİİKİ vb.

Ahmet Ziya Efendi, Şeyh Muhammed Bahâüddin Efendi’nin oğulları içerisinde en âlimi imiş. Arapça manzum ve mensur eserleri olan bu zât, aynı zamanda o vakit Konya’da mevcut Mekteb-i
Hukuk’ta da ders verirmiş. Rıfat Efendi ise daha ziyade medresenin geliri ve talebelerin özlük işleri ile alâkadar olurmuş. En büyükleri olan ve tasavvuf yolunda babasına halef olan Zeynelâbidîn Efendi’ye gelince; Islah projesini anlatmak ve yurt çapında benzeri ilim yuvalarının kurulmasını sağlamak amacıyla siyasete atılmış. Önce İttihat ve Terakkî Fırkası’na girip 1908’de Konya meb‘usu seçilmişse de 1911’de o fırkadan ayrılarak Hürriyet ve İtilâf Fırkası kurucuları arasında yer almış. Ne var ki, onun siyasete girişi; hattâ -İsmail BİLGİLİ’nin belirttiğine göre- mütâreke yıllarında bir ara hükûmet kurma vazifesi alacak derecede saraya yakınlığı; Deli Başı Ayaklanması olarak bilinen Konya ve Bozkır hâdiselerini tahrik etmekle suçlanmasına yol açmış. Bu sebeple kardeşi Rıfat Efendi zulmen idam edildiği gibi âlim-fâzıl kardeşi Ahmed Ziya Efendi ve sonra da kendisi Hicaz’a gidip Haremeyn’e ilticâya mecbur kalmışlar. Seferberlikten henüz dönmüş olan yeğenleri Abdullah Fevzi Efendi’nin yıllarca gizlenmek durumunda kalmasının sebebi de, töhmet altında kalan dayılarına yakınlığı olsa gerektir.

Rahmetli Ali Ulvi KURUCU’nun ve Hayrettin KARAMAN Hocamızın hâtıralarında da hakkında bilgi verilen Islah, gelenekten kopmadan modernleşmenin çok güzel bir örneği gibi görünmektedir. Açıldığı tarihten takribî 200 yıl önce yaşayan Ebû Saîd el-Hâdimî’ye (ö. 1176/1762) ve onun icâzet silsilesindeki âlimler vasıtasıyla asırlarca öncesine giden bir medrese geleneğine, yine Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (ö. 1242/1827) vasıtasıyla aynı derecede köklü bir tasavvuf terbiyesine yaslanan ve bu köklerine çağının ilimlerini aşılayan, yani -daha önceki yazılarımızdan birinde belirttiğimiz gibi- medrese, mektep ve tekkeyi kendisinde cem edip bunların birbirinden farklı olan eğitim tarzlarını aynı potada eriten, böylece talebelerine yaşadıkları çağa uyarlayabilecekleri şekilde hem ilim hem irfan veren, başarılı mezunlarını Cambridge Üniversitesine ihtisâsa göndermeyi plânlayan bir tâlim ve terbiye müessesesi… Bir münakaşa vesilesiyle;

“–Siz Ebû Hanîfe’den daha mı âlimsiniz?” denilerek mezheb imamının otoritesiyle susturulmak istenen Ahmed Ziya Efendi’nin;

“–Bu mevzûda evet!” demesine bakılırsa; şahıslara değil delil ve burhâna dayanan, hür fikirli, geniş ufuklu, taassuptan uzak bir müessese… Nitekim Zeynelâbidîn Efendi’nin halîfesi olan ve onun ülkeden ayrılmasından sonra Konya’daki mürîdâna nezâret eden Fahri Efendi, Muhyiddin İbn-i Arabî’nin Fütûhât’ını elinden düşürmez ve İstanbul mecmûalarına «Konyalı Fahri» imzasıyla tasavvufî makaleler yazarken Muhammed Abduh ve Musa Cârullah gibi bazı aykırı görüşlere sahip muâsır âlimleri de takip edecek kadar kucaklayıcı, Mısır’da basılan eserleri kısa sürede kütüphânesine getirtecek kadar ilmî gelişmeleri takip eden bir ilim adamı imiş. Hattâ Abduh’a olan hayranlığından dolayı soyadını değiştirerek Abduh isminin Türkçesi olan «Kulu» soyadını almış. Belki de kadrosundaki hocaların bu farklı yaklaşımları ve benimsedikleri yol sebebiyle Islah, kundaklanma korkusuyla geceleyin binası etrafında nöbet tutulacak derecede diğer hocaların tenkid ve ithamlarına maruz kalmış. Çok kısa devam etmesinde belki bunun da dahli vardır. Zaten 1914’te seferberlik ilân edilince; yaşı uygun olan talebeleri askere alınmış, sonra da zikrettiğimiz sebeplerle kapanmış. Bununla birlikte orada okuyup hocalık edenler, günümüz Konya’sında hâlâ minnetle yâd edilen çok büyük hizmetler îfâ etmişler. Hususiyle Hacıveyiszâde Mustafa Sabri Efendi, babası Hacı Veyis Efendi ve aile efrâdı; dînî ilimlerin tedrîsinin tamamıyla yasak olduğu tek parti devrinin baskıcı günlerinde insanlara Kur’ân ve ilmihâl öğretmişler, bulabildikleri kabiliyetli kişilere İslâmî ilimler de vermişler. Demokrat Parti iktidarını da gören Hacıveyiszâde merhum, Konya İmam-Hatip Lisesinin açılıp gelişmesinde de en önde hizmet görmüş, o ve Tâhir ELLİİKİ gibi o zamana yetişmiş olan Islah mezunları burada ders vermişler. Böylece 30 yıl aradan sonra Islah, bir bakıma yeni bir filiz vermiş; Hayrettin KARAMAN, Ali Osman KOÇKUZU gibi isimler bunun ilk meyveleri olmuştur. Konya İmam-Hatip Lisesinde okuduğumuz 1986-1994 yılları arasında biz de hocalarımızdan Hacıveyiszâde Mustafa Efendi’nin adını daima saygıyla duyardık. O tarihlerde veya öncesinde hâfızlık yaparken ders aldığımız veya tanıdığımız bir kısım hocamızın Islah’ta yetişmiş hocaların talebesi olduğunu şimdi Ali Osman Hocamızın yazdıkları sayesinde öğrenmiş bulunuyoruz. Bunların bir kısmının adını şükrân-ı minnet olarak buraya kaydedelim: Bizzat Ali Osman Hocamız, yine Hacıveyiszâde merhumun kuruluşuna öncülük ettiği Türk Anadolu Vakfı’nda uzun yıllar hizmet veren Dr. Ahmet BALTACI, Konya İmam-Hatip Lisesinin mütekāid hocalarından Mustafa ÖZCIRIK, Islah mezunu Hakkı ÖZÇİMİ’nin talebesiymişler. Necmettin Erbakan Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi emekli öğretim üyesi Ali Rıza IŞIN ve hâfızlık hocası merhum Batmanzâde ise Hacıveyiszâde merhumun has talebesi imişler.

İşte Ali Osman Hocamız, Paşa Dairesi’nde Fahri (Kulu) ve Hacıveyiszâde Mustafa Sabri (Kurucu) Efendilerin hayatını, yetiştikleri ve Islah’a dönüştükten sonra hocalık ettikleri müesseseyi, tek parti yıllarında fazîlet dolu hayatlarıyla insanlara örnek oluşlarını ve nihayet Demokrat Parti devrine de yetişen Hacıveyiszâde merhumun bu devirdeki hizmetlerini anlatıyor. Haydin Basalım İzlere adlı kitabında ise Fahri Efendi’nin şiirlerini ve mektuplarını Lâtinize etmiş, gerekli yerlere açıklama notları koymuş. Çanakkale Cephesinde Bir Müderris ise Muhammed Bahâüddin Efendi’nin kızdan torunu ve dolayısıyla Zeynelâbidîn, Ahmed Ziya ve Rıfat Efendilerin yeğeni olan Abdullah Fevzî (ö. 1883-1943) Efendi hakkında bir biyografi olup aynı zamanda onun askerde iken tuttuğu Arapça notların tercemesini de ihtivâ etmektedir. Harbe gönüllü olarak katılan, bir neferin yapacağı her işi yaparak askerî hizmetini yerine getiren, sonra kumandanlarınca tahsili fark edilerek ihtiyâca binâen önce tabur imamı sonra da alay müftüsü olan Abdullah Efendi’nin, şahsî müşâhedelerine dayanan bu notları muhtevî defterlerin -ne yazık ki- henüz hepsi ele geçmemiş. Ali Osman Hocamızın elde edip terceme ettiği kısmı Çanakkale’de başlayıp Bağdat ve Hemedan’a kadar uzanan değişik cepheler hakkında askerlik hayatına dair hâtıralar ve hâtıranın da ötesinde tahliller ihtivâ ediyor: Zâbit ve neferlerin birbirine bakışı, bu iki grubun dînî bakımdan durumu ve aralarındaki münasebetler, askerî tâlim şekli, Çanakkale’deki muharebelerin bilinmeyen veya dile getirilmeyen yönleri, cereyan eden ibretâmîz hâdiseler ve diyaloglar, sefer, sefer boyunca konaklanan Halep, Musul, Bağdat, Hemedan gibi şehirler, buralardaki sosyal ve dînî hayata dair müşâhedeler ve yapılan tespitler… Daha neler neler… İnşâallah kayıp olan defterler de bulunur da Abdullah Fevzi Efendi’nin hayatının daha sonraki safhası ve özellikle seferberlik dönüşü gizlendiği yıllar da aydınlanır. Allah’tan niyâzımız:

Ali Osman Hocamız’a sağlıklı ömür vermesi ve bu işin onun eliyle tamamlanmasını sağlamasıdır. Zira şu anda Islah çevresini en iyi bilen odur. Burada zikri geçen isimlerin bir kısmını çocukluk ve gençlik yıllarında bizzat tanımış; onlara talebelik etmiş, bazılarıyla aynı mahallede uzun yıllar oturmuş. Köprübaşı’nda Hacıveyiszâde merhumla, Sarı Yakup’ta da Fahri Efendi merhumla komşu imişler. Onlarla ilgili yazdıkları, kendi müşâhedelerine veya ilk şahit olanların beyanlarına dayanmaktadır. Konya havâlîsinde özellikle Hacıveyiszâde merhumun kerâmet hâlesine büründürülerek anlatılan hayatı, Ali Osman Hocamızın tenkitçi zihni ve titiz üslûbuyla mitlerden arındırılarak aslî hüviyetiyle ortaya konulmaktadır. Ehemmiyetine binâen bazı tekrarlar ihtivâ etse de adı geçen eserler, Konya’daki dînî hayatın köklerini ortaya çıkarması bakımından son derece elzemdir. Diğer Anadolu şehirlerinde de muhtemelen mevcut olan benzer değerlerin gün yüzüne çıkarılması için de örnek çalışmalardır. Ahmet ÇELİK, İsmail BİLGİLİ ve Ali ÇOBAN’ın Memiş Efendi, Bahâüddin Efendi ve Ahmed Ziya Efendi hakkındaki çalışmaları Paşa Dairesi ve onu takip eden iki eserin açtığı çığırda devam eden kıymetli çalışmalardır. Bu vesileyle Paşa Dairesi ve onu izleyen eserler hararetle tavsiye olunur, efendim.2

________________________
1 Bkz. Ali Osman KOÇKUZU, Paşadairesi, Konya: Damla Ofset, 2004; a. mlf., Haydin Basalım İzlere, Konya: Damla Ofset, 2008; a. mlf., Çanakkale Cephesinde Bir Müderris: Abdullah Fevzi Efendi, İst: İz Yayıncılık, 2011.

2 Bu yazıdaki malûmat, özellikle farklı bir esere atıfta bulunulmamışsa Ali Osman KOÇKUZU’nun yukarıda zikri geçen eserlerine istinâd etmektedir. Tarihlerde ise büyük ölçüde İsmail BİLGİLİ’nin Ahmed Ziyâ Efendi (Konya 1917) adlı eserine dayanmaktadır.