Günah Yükü

YAZAR : Sami GÖKSÜN

Cenâb-ı Hakk’ın yasakladığı, dinde suç sayılan söz ve davranışlara günah denir. Allâh’ın; «Yapın!» dediği bir şeyi yapmamak günah olduğu gibi; «Yapmayın!» dediği bir şeyi yapmak da günahtır. Zamanımızda bir kısım insanlar; günahı küçük görme ve onu önemsememe gibi bir hastalığa yakalanmışlardır. Bu durum insanların dünya ve âhiretlerinin perişan olmasına yol açacak bir yanlışlıktır. Bu tip kimseler aslında ya gafildirler ya kötü niyetlidirler. Gafil olanlar işin sıkıntısının farkına vardıklarında tövbe etmek sûretiyle bu durumdan kurtulabilirler. Ancak, kötü niyetli kimseler müstehak oldukları duruma dûçâr olurlar. Onun için günahların bir insana neler kaybettireceğini iyi bilmek gerekir.

Meselâ; Allah Teâlâ, inananlara namaz kılmayı emretmektedir. Aklı başında, büluğ çağına gelen her müslüman; Allâh’ın bu emrini yerine getirmekle yükümlüdür. Böyle bir kimse namaz kılmayacak olursa büyük günah işlemiş olur.

Bir başka misal; Allah Teâlâ, aralarında nikâh bağı bulunmayan bir kadınla erkeğin cinsî münasebette bulunmalarını yasaklamış ve adına da zinâ demiştir. Allâh’ın bu yasağına uymayanlar da büyük günah işlemiş olurlar.

İşte bu misallerde olduğu gibi günah; onu işleyen kimsenin cehennemde azaba uğrayacağı Cenâb-ı Hak tarafından veya sahih hadislerde bildirilmiş olan fiillerdir. Günahlardan bazıları da büyük günahtır.

Günah, insanın his ve fikirleri üzerinde menfî bir tesir yapar. Bakınız Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz günahın bu tesirini nasıl açıklıyor:

“Şüphe yok ki mü’min, bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta oluşur. Eğer mü’min pişman olur, tövbe ve istiğfar ederse o siyah nokta silinir. Mü’min günaha döner ve devam ederse o siyah lekeler artar. Sonra o günah çoğala çoğala kalbini kaplar ki;

«Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler kalplerinin üzerinde pas tutmuştur.» (el-Mutaffifîn, 14) diye belirtilen kir ve pas bundan ibarettir.” (Müsned, II, 297; Tirmizî, Tefsîr, 83/1)

Bu hadîs-i şerif şu iki noktaya dikkatimizi çekiyor:

Birincisi, bir günahı hiç işlememek esastır. O günah ilk defa işlendiği zaman kalbi kirletmekte ve kalbin bazı özelliklerini yitirmesine sebep olmaktadır. Mü’min; yaptığı bu hatanın, işlediği bu günahın farkına vararak tövbe ve istiğfar ederse kalbi de eski hâlini alır.

İkincisi, mü’min işlediği bu günahı tekrarlar ve devamlı yaparsa bu leke kalbini tamamen kaplar.

Herkesin işlediği günahının karşılığı kendinedir. Yani herkes işlediği günahın cezasını kendi çeker, başkasının günahından sorumlu olmaz. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de;

“Kim hidâyet yolunu seçerse bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur.

Kim de doğruluktan saparsa kendi zararına sapmış olur.

Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü çekmez.” (el-İsrâ, 15) buyurulmuştur.

Ancak işlediği günahla kötü bir çığır açmış ve başkalarına kötü örnek olmuş kimseler, aynı davranışta bulunanların günahı kadar günah kazanmış olurlar. Bu hususta Nahl Sûresi’nin 24 ve 25. âyetlerinde şöyle buyurulmaktadır:

“Onlara;

«–Rabbiniz ne indirdi?» denildiği zaman;

«–Öncekilerin masallarını!» derler.

Kıyâmet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımalarından başka, bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yükleneceklerdir.

Dikkat edin, yüklendikleri günah ne kötüdür!..”

Âyet-i kerîme; başkalarını yoldan çıkaran kimselerin, sadece yoldan çıkarma günahını değil, yoldan çıkardığı kimselerin günahlarından bir kısmını da yüklenmiş olacaklarını bildirmektedir.

Bir kısım bedevîler Peygamberimiz’i ziyarete gelmişlerdi. Yün elbiseleri vardı. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; kılık ve kıyafetlerinden muhtaç olduklarını görünce, halkı onlara yardım etmeye çağırdı. Halkın bu çağrıya katılmada ağır davranması Peygamberimiz’i üzdü. Bu esnada Medineli birisi bir kese gümüş getirdi. Bunu bir başkası izledi, derken birçokları yardım getirdi. Buna memnun olan Peygamberimiz’in sevinci yüzünden belli oldu. Şöyle buyurdu:

“Her kim İslâm’da güzel bir çığır açar da kendisinden sonra onunla amel edilirse, o kimseye açtığı bu çığırla amel edenlerin sevabı kadar sevap yazılır. Amel edenlerin ecirlerinden de bir şey eksilmez.

Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açar ve kendisinden sonra onunla amel olunursa, o kimseye açtığı bu çığırla amel edenlerin günahı kadar günah yazılır. Amel edenlerin günahından da bir şey eksilmez.” (Müslim, İlim, 6)

İnsanı günah işlemeye sevk eden nefis ve şeytandır. Bu ikisi insanda bulunan kötülüklerin kaynağıdır. İnsanın nefsi daima fena ve kötü olan tarafa meyleder. Bütün gücüyle kötülüğü telkin eder. Yani insan nefsinin tabiatında şehvete, günaha ve kötülüğe meyil vardır. Bu hususta Cenâb-ı Hak Yûsuf Sûresi’nin 53. âyet-i kerîmesinde;

“…Muhakkak nefis, aşırı şekilde kötülüğü emreder…” buyurmaktadır.

Ancak Allah Teâlâ insana iyiyi ve kötüyü ayırt edecek ve zararına olacak şeylerden koruyacak akıl vermiştir. İnsan; kendisini diğer varlıklardan üstün kılan akıl sayesinde, nefsinin aşırı derecede isteklerini dengeler ve zararına olacak şeylerden korunur. Esasen insanın değeri de buradadır.

Bundan başka insanı günaha sokan dış âmiller de vardır. Bunların başında dünya hayatının çekiciliği gelir. İnsanın aşırı istekleri ve hırsı onu günah işlemeye sevk eder. Bu konuda Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulur:

“İnsanlara; kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar ve ekinlere karşı düşkünlük çekici kılındı. Bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir.” (Âl-i İmrân, 14)

Âyette sayılan dünya nimetleri ve dünya hayatının, insana sevdirildiği ifade edilmektedir. Bu, normal bir durumdur. Çünkü insanoğlu dünyada yaşıyor. Elbette bu nimetlerden istifade edecektir. Allah Teâlâ, bu nimetleri insan için yaratmıştır. Bu nimetlerden insanın kendisini mahrum etmesi, doğru değildir. Yeter ki insan; çalmadan, çırpmadan, hile ve haksızlık yapmadan meşrû bir şekilde bu nimetlerden istifade etsin. Nitekim Cenâb-ı Hak bu mevzuda A‘râf Sûresi 32. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurmaktadır:

“(Ey Peygamberim!)

De ki:

Allâh’ın kulları için yarattığı, süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı?

De ki:

Onlar dünya hayatında, özellikle kıyâmet gününde îmân eden kimseler içindir.

İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.”

İnsan, bu nimetler için yaşadığını sanmayacak ve hayatı dünya hayatından ibaret kabul edip bu nimetleri elde etmek için meşrû olmayan yollara başvurmayacak, böylece günah işlemeyecektir. Bu nimetlerin de var olduğunu düşünecek ve onlara erişmek için Allâh’ın koyduğu ölçülere uyacaktır. O zaman günahlardan kurtulmuş ve korunmuş oluruz. Böyle yapanlar için Cenâb-ı Hak bize şu âyetiyle müjdeler veriyor:

“De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi?

Müttakîler için Rableri katında içinden ırmaklar akan, ebediyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allâh’ın rızâsı vardır. Allah kullarını çok iyi görür.” (Âl-i İmrân, 15)

Yüce Rabbimiz; bizlere, günahlardan hakkıyla kaçınarak, bu âyet-i kerîmenin muhtevâsındaki nimetlere nâil olabilmeyi nasip ve müyesser eylesin… Âmîn…