Taş Kalbi Muma Döndüren Sır

YAZAR : Sami GÖKSÜN

Mü’min olarak Cenâb-ı Hakk’ı çok severiz. O’nun emirlerini yerine getirmeyi de çok severiz. O’nun yasaklarından kaçınmayı da çok severiz. Bununla beraber O’ndan çok da korkarız. Ancak O’ndan korkmamız, herhangi bir varlıktan veya düşmandan korkma duygusuna benzemez. Bizim mü’min olarak O’ndan korkumuzun sebebi, O’na olan büyük sevgimiz ve saygımızdır.

Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim de;

“Ey îmân edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor.

Müfessirlere göre; «Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkma»nın mânâsı; müslümanın, bütün varlığı ile Allâh’ın emirlerini yerine getirmeye ve yasaklarından kaçınmaya çalışmasıdır. Nitekim Abdullah bin Mes‘ûd -radıyallâhu anh-, âyet-i kerîmenin bu kısmını şöyle açıklamıştır:

“O’na âsî olmayıp itaat etmek, nankör olmayıp şükretmek ve O’nu unutmaksızın hep hatırda tutmak…”

Bu âyeti iyi anlayan müslümanlar; Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerim’de çok kullandığı, sevgiyi hak edenlerdir. O’ndan korkmamız, O’nu çok sevmemizden kaynaklanmaktadır. Sevgi kelimesine yüce Kitâbımız’da sıkça rastlamaktayız. Meselâ;

“Allah -celle celâlühû- iyilik edenleri sever.” (el-Bakara, 195),

“Allah -celle celâlühû- tövbe edenleri ve temizlenenleri sever.” (el-Bakara, 222),

“Allah -celle celâlühû- müttakîleri sever.” (Âl-i İmrân, 76),

“Allah -celle celâlühû- sabırlı olanları sever.” (Âl-i İmrân, 146),

“Allah -celle celâlühû- onları sever, onlar da Allâh’ı severler.” (el-Mâide, 54) buyurmaktadır. Anlaşılıyor ki sevmek ve sevilmek, Allâh’ın vasıflarındandır.

Aşk, sevginin daha da ileri seviyesidir. Bakara Sûresi’nin 165. âyet-i kerîmesinde;

«Mü’minlerin Allâh’a karşı pek şiddetli sevgisi olduğu» üzerinde durulur. Şiddetli sevgi ise aşktan başka bir şey değildir.

Allah sevgisi, ilâhî aşk neden önemlidir? Sevgi; insanda bulunan hislerin en güçlüsü, en etkileyici ve yapıcı olanıdır. Allâh’a inanmak, O’na kulluk etmek; sadece akılla olup biten bir şey değildir. Îmânın ve kulluğun bir de duygu tarafı vardır. Yaptığını severek yapmak, severek kulluk etmek; daha derin ve daha feyizlidir. İşini, iş yerini, âmirini seven kimse; çalışmalarında daha başarılı ve daha verimli olur. Kulluk da böyledir. Severek yapılırsa, külfet olmaktan çıkar ve zevk hâlini alır.

O hâlde Allâh’ı nasıl daha çok sevebiliriz? Allâh’ı sevmek; O’nu daha iyi bilmek, daha iyi tanımakla mümkün olur. Öz ifadesiyle; «Muhabbet mârifetin neticesidir.» Bazı kimseleri yakından tanıdıkça, ona karşı sevgimizin arttığını görürüz. Cenâb-ı Hakk’ı kalpte iyi tanıyanlar «mârifetullâh»a ererler. Cenâb-ı Hakk’ı iyi tanıyabilmek için, Kur’ân-ı Kerîm’i iyi anlamamız lâzımdır. Çünkü O’nu bize tanıtacak olan; öncelikle Kur’ân-ı Kerim, sonra ise Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. Bu hususta Âl-i İmrân Sûresi’nin 31. âyetinde güzel bir işaret görüyoruz:

“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin.”

Görüyoruz ki Allah sevgisi, kuru kuruya iddia ile olmaz. Ortaya çıkan hakikat bize gösteriyor ki gerçekten Allâh’ı sevenler; O’nun Peygamber’ine inanacaklar, sünnetine tâbî olacaklar, ahlâkıyla ahlâklanacaklar ve O’nun yolundan gideceklerdir. Allah sevgisi böyle olursa, bir netice verir. O hâlde; hayal kırıklığına uğramış âşıklar gibi, sevgimizin karşılıksız kalmamasını, Allâh’ın da bizi sevmesini istiyorsak, O’nun sevgili Peygamber’ine uyacağız. Bu şekilde olmayan sevgiler boştur, kişinin kendisini aldatmasından başka bir değer taşımaz. Şair ne güzel söyler:

Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,
Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?

Peygamberimiz’in boyasıyla boyanmayan, O’nun rengini taşımayan, O’nun yoluna uygun olmayan sevgi iddialarının hiçbir değeri yoktur.

Müslümanda Allah sevgisinin birtakım belirtileri vardır. Meselâ; muhabbet dolu, rikkatli, hassas, ince bir kalbin sahibi olmak bu belirtilerdendir. Enfâl Sûresi’nin 2. âyet-i kerîmesinde dile getirilen vasıflar o kalp sahiplerinde bulunur:

“Gerçek mü’minler o kimselerdir ki; Allah -celle celâlühû- anıldığı zaman kalpleri ürperir, karşılarında âyetleri okununca bu onların îmânını artırır.”

Allâh’ın adını duyunca kalpleri titreyen bu kimseler, aynı zamanda şefkat ve merhamet hisleriyle doludurlar. Allâh’ın yarattığı bütün mahlûkata sevgi duyarlar. Bilhassa; düşküne, zayıfa, âcize karşı şefkat ve ilgi gösterirler. Onların dertleriyle dertlenir, yaralarına merhem olmaya çalışırlar.

Allah sevgisiyle dolup taşan gönüller öylesine büyür ki; o kalplerin sahipleri, sadece dost ve yakın gördüklerine değil, bilerek veya bilmeyerek kendilerine karşı olanlara bile hayır duâda bulunurlar. Taş atana gül uzatırlar, vurmak isteyenin elini öperler.

Allah sevgisi, iyi bir kulluğu da beraberinde bulunduracaktır. Hak âşıklarından Râbiatü’l-Adeviyye şöyle der:

“Allâh’ı sevdiğin hâlde O’na karşı mı geliyorsun? Ne tuhaf şey, seven sevdiğine itaat eder!”

Takvâya ulaşmamış olanların, ilâhî aşk ve sevgiden nasipleri olamaz. Belli bir ahlâkî olgunluğa erişmemiş olanların, bu hakikati anlamaları biraz zordur. Meselâ sabırlı ve tahammüllü olmak, güzel ahlâkın bir yansımasıdır. Hâdiseleri tahammüllü bir şekilde ve soğukkanlılıkla karşılamak, öfke ve isyan tavırları sergilememek, bir ahlâkî olgunluktur. En acı hâdiseleri bile anlayış ve tevekkülle karşılamak, güzel bir davranıştır. Şikâyet ve isyan içinde olduğumuz takdirde hem boşuna kendimizi yıpratmış oluruz hem de sevdiğimizi iddia ettiğimiz yüce Rabbimiz’den gafil oluruz

Allâh’ı gerçekten seven kimseler, sadece mesut ve bahtiyar günlerinde değil; her türlü acılı, ıstıraplı ve zor günlerinde de O’na olan îman ve bağlılıklarını devam ettirirler.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de hadislerinde;

«Allâh’ı ve Hazret-i Peygamber’i her şeyden çok sevmek lâzım geldiğini, bir kimseyi sevenin de ancak Allah için sevmesi gerektiğini, îmânın tadının ancak böyle alınabileceğini» belirtmektedir. (Buhârî ve Müslim, Îmân)

Kudsî bir hadîs-i şerifte de;

«Çeşitli faydalı hareketlerle kendisine yaklaşmaya devam eden kulu sonunda Allâh’ın seveceği; onu sevince, gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı… olacağı» (Buhârî, Rikāk, 35) ifade edilmektedir.

Bu hakikatlerle bakıldığında, aşk ve sevgiye dayalı davranışlar; daha içten, daha sıcak ve daha samimî bir durum arz eder. Bu duygu; sahibinin, eşyaya, çevresine, diğer insanlara ve Allâh’a karşı daha içten ve candan yaklaşmasını temin eder.

Hak âşıklarından Yûnus Emre de öyle düşünür ve der ki:

Aşkı var; gönül yanar, yumuşar, muma döner.
Taş gönüller; kararmış, sarp, katı kışa benzer.

“Allah aşkı gönülleri yakarak yumuşatır, muma döndürür. Rikkat, incelik ve hassâsiyet kazandırır. Bundan nasipsiz olan gönüller ise kararmıştır, kaya gibi kaskatı ve sert, kış gibi soğuktur.”

Yüce Rabbimiz bizlere, Allah sevgisini en iyi anlamayı ve bu güzel duygularla hayat geçirmeyi nasip ve müyesser eylesin… Âmîn…