İçtimâî Hayatın Temeli İçin; KARDEŞLİK HUKUKU
YAZAR : B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com
Cemiyette huzurun, tesânüdün ve sağlam bir içtimâî bünyenin temini; ancak kardeşlik hukukunun tesisi ile mümkündür. Kur’ân-ı Kerim’de, bu hususun önemi ile ilgili olarak;
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (el-Hucurât, 10) buyurulur.
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bu mevzuda şöyle buyurur:
“Mü’minler birbirini sevmede, birbirlerine karşı sevgi ve merhamet göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir organı acı çektiği zaman, bedenin diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateş çekerler.” (Buhârî, Edeb, 27)
Diğer bir hadîs-i şerifte bu birliğin kuvvetine;
“Mü’minin birbirine bağlılığı, taşları birbirine kenetli bir duvar gibidir.” (Buhârî) ifadesiyle işaret buyurulur.
Kardeşlik hukuku bir cemiyetin selâmeti için o kadar önemli bir meseledir ki; Medîne-i Münevvere’ye hicretten sonra yapılan ilk iş, bu esasın tesisi olmuştur. Her şeylerini Mekke-i Mükerreme’de bırakıp gelmiş olan muhâcirînle, ensar arasında gerçekleşen bu kâ‘bına varılamaz kardeşlik, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle övülmüştür:
“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine îmânı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile, onları kendilerine tercih ederler.” (el-Haşr, 9) Daha sonra da, devlet olmanın gereğince; şehirde yaşayan yahudiler de yazılı bir vesikayla, vatandaş olarak kabul edilirler.
İlâhî değerler manzûmesi; Allah Teâlâ’nın rızâsına uygun, tevdî buyurulan emânete riâyet edecek bir cemiyet için, kardeşlik hukukunun tesisini âmirdir. Emri bi’l-mâruf, nehy-i ani’l-münker, infak, îsar, ahlâk, muâmelât… gibi mükellefiyetler ve ibâdetler; kardeşliğin, dayanışmanın temini ve devamına yöneliktir. Birlik ve beraberlik, bir cemiyetin en büyük gücüdür. Âlemlere rahmet Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;
“Cemaatte rahmet, tefrikada azap vardır.” (Müsned, IV, 375) buyurarak, bu gücün kazanılmasını ve kaybedilmemesini emrediyor. Kur’ân-ı Kerim’de;
“Yeryüzünde fitne ve fesat çıkaranlara lânet olsun.” (er-Ra‘d, 25) beyanıyla; cemaat rahmetini bozmak isteyenler, şiddetle tel’in buyuruluyor. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, cemiyetleri harap eden bu bozgunculukla ilgili olarak şöyle buyurur:
“Fitne uykudadır; Cenâb-ı Hak, onu uyandıranlara lânet etsin.” (Câmiu’s-sağîr)
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, müslümanı;
“Müslümanların, elinden ve dilinden selâmet buldukları kişidir.” (Buhârî, Îmân, 3) diye tarif buyuruyor. Hadîs-i şerifte, bu bağlılığın kıvamı ile ilgili olarak da şöyle buyurulur:
“Sizden biriniz; kendisi için arzu edip istediğini, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek mânâda îmân etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân, 7) Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in rahle-i tedrîsinden geçmekle kemal bulan ashâb-ı kiram hazerâtı, müstesnâ bir kardeşlik hukukunun temsilcisi olarak temâyüz etmişlerdir.
Hicrî 12. yılda, Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- zamanında, Bizanslılarla yapılan Yermuk Muharebesi’nde yaşanan bir kardeşlik destanı; tarihe kaydedilen altın bir sayfadır. İslâm ordusunun, kendisinden altı misli daha kalabalık Bizans ordusuna karşı zaferiyle sonuçlanan bu savaşta, vâkî olan hâdiseyi, Huzeyfetü’l-Adevî -radıyallâhu anh- şöyle anlatır (özetle):
“Savaşın yavaşladığı bir safhada, amcamın oğlu Hâris’i aramak için dolaşıyordum. Kızgın kumların üzerinde yatan yaralılar arasında, onu kendinden geçmiş olarak gördüm. Su içirmek için kırbamı uzattığımda, biraz öteden Hazret-i İkrime’nin; «Su!» diye inlemesi duyuldu. Hâris; göz işaretiyle, suyu ona vermemi isteyince, suyu oraya götürdüm. Tam içirecekken Hazret-i Iyâs’ın, su isteyen inlemesi duyuldu. Bunun üzerine Hazret-i İkrime suyu içmeyerek, Hazret-i Iyâs’ı işaret etti. Ancak ona vardığımda şehid olduğunu gördüm. Bari, İkrime’ye içireyim; diye geri döndüm, yetişemedim, şehid olmuştu. Hiç olmazsa Hâris’e vereyim diye geldiğimde, o da son nefesini vermişti. Hayatımda hiçbir şey, beni bu kadar duygulandırmadı.”1
Kardeşlik hukukunun zaafa uğradığı, çözüldüğü durumlarda; kavmî, mezhebî, nesebî asabiyetler hortlar; anarşi, terör, iç savaş gibi cemiyetleri çökerten, zillete dûçâr eden kargaşa vasatları mukadder olur. Hâlbuki, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Vedâ Hutbesi’nde;
“Ey insanlar! Rabbiniz birdir; babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Üstünlük ancak takvâda, Allah’tan korkmaktadır.” buyuruyor. Cihanşümûl gerçek budur; elbetteki, Hâbil ve Kābil’in açtıkları hak ve bâtıl çığırını takip eden iki saf olarak.
Tarihte İslâm devletlerinin, yıkılmalarının en başta gelen sebebi; milletin arasındaki kardeşlik hukukunun bozulması, fitne ve fesatlarla sokulan tefrikanın, vatandaşlık şuurunu ortadan kaldırmasıdır. Asr-ı saâdette yaşanan ibretlik bir hâdise buna misaldir. Kaydedildiğine göre (özetle):
“Bir gün Evs ve Hazrec kabîlelerinden bazı kimseleri (ensar), gayet samimî bir sohbette gören ihtiyar ve fitneci yahudi Şâs İbn-i Kays, genç bir yahudiyi çağırarak;
«Git şunların arasına gir; eski savaşlardan bahset… Kavmiyetçilik duygularını kabart.» dedi. Yahudi genç söylenenleri aynen uyguladı. Oradaki müslümanlar arasında gurur ve üstünlük duyguları depreşti. Sohbeti bırakıp, birbirlerine karşı övünmeye başladılar. Sonunda, kendi kabîle mensuplarına da haber salarak, dövüşmek üzere Medine dışında bir yere çıktılar. Tam çarpışmaya başlamak üzere iken, olanlardan haberdar olan Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bir grup müslümanla beraber yetişip onlara şöyle hitap etti:
«Ey müslümanlar! Allah’tan korkun, Allah’tan!… Ben sizin aranızda bulunuyorken; Allah sizi İslâmiyet ile şereflendirmiş, size İslâm ile ikramda bulunmuş ve İslâm ile sizden câhiliyye anlayışını söküp atmış, sizi küfür uçurumundan kurtarmış ve kalplerinizi birleştirmişken siz hâlâ câhiliyye dâvâsı mı güdüyorsunuz?» Bu îkaz üzerine, her iki kabîlenin mensupları fitneyi anlayıp, ağlayarak birbirlerine sarıldılar.”2
İslâm devleti; Allah Teâlâ adına, dünyada zulmü ortadan kaldırmak ve adâleti tesis etmekle, insanları huzura kavuşturmakla mükelleftir. Bunu başarabilmek de, en az zalimler kadar güçlü olmakla mümkündür. Kardeşlik hukuku, içtimâî hayatın temeli; birlik ve beraberlik, en büyük güçtür. Tıpkı; İstiklâl şairimiz Mehmed Âkif’in;
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez!
diye haykırdığı gibi.
______________________
1 Kurtubî, XVII, 28.
2 Prof. Dr. İsmail Lütfi ÇAKAN, Altınoluk Dergisi, s. 374.