Hayat Yolculuğunda UNUTAMADIĞIM KARELER -28-

YAZAR : Mehmet MENCET

ÇİÇEK HANIM

Bizim hâkimlik mesleğinde fazla dostunuz olmaz. Çünkü vazifenin ağırlığı ve mes’ûliyeti var. Dostunuz mahkemelik bir işi olursa da dostluğunuz o anda bitebilir. O yüzden kimseyle fazla samimî olamazsınız.

Antalya’nın Varsak kasabası var. Artık Antalya’yla birleşti, âdeta mahallesi oldu. Minibüsçü Ahmet Beyle yıllar boyu beraber keşiflere gittik. Aramızda bir dostluk oluştu.

Birçok keşfe birlikte gittiğimiz bu Ahmet Beyin de bir gün keşiflik bir dâvâsı oldu.

Varsak’ta kullandığı bir zeytinlik varmış. Kendisinin zannediyor. Kadastro oradan geçince, elimizdeki verilere göre; bu zeytin bahçesinin vakfa ait olduğunu tespit ettik ve gereğini yaptık.

Yıllardır kullandıkları bir bahçe imiş… Ne de olsa insana zor gelir. Ama hak neyse o. Böyle bir vaziyeti olgunlukla karşılamak zordur.

Fakat hanımı Havva Hanım firâsetli bir hanımefendi imiş;

“Bu hâkimin bize garezi yok. Yıllardır birliktesiniz, orayı kendisine de almadı. Ne yapsın, kanun öyle diyorsa öyledir. Şeriatın kestiği parmak acımaz! Demek ki nasipten çıkmış, üzülme!” demiş.

Asıl maksadım, bu olgun hanımı yetiştiren insanı anlatmak:

Babası Ali Amca…

Onun dikkat çekici bir hâtırası var. Tâ askerlik yıllarından…

Ali Amca; yiğit, özü-sözü bir, hiçbir haksızlık ve ahlâksızlığa tahammülü olmayan, köyünü her türlü sıkıntıdan koruyan, bir güzel yurdum insanı.

Askerliğini Hatay’ın sınıra yakın bir yerinde yapar. Hani derler ya; “Atın iyisine doru, yiğidin iyisine de deli!” derler diye. Askerlik sırasında da; gözü pek, vatanı-milleti için canını esirgemeyen birisi olunca bu sebeple adını Deli Çavuş koyarlar.

Bir gün yanına bir asker gelip;

“–Çavuşum; sınırdan bu tarafa bir kadın gelmiş, bütün askerler orada!” deyince, hemen askerlerin yanına gider;

“–Çabuk buradan dağılın. Eğer bu kadına yan bakan olursa hepinizi yakarım!” der.

Kadın, Suriye tarafındaki baba ocağından kaçmış birisi… Hatırı sayılır bir adam olan babası, kendisini, yanında çalışan işçi veya hizmetkâr gibi birisiyle zorla evlendirmeye kalkınca, o da kaçmış. Adamın oğlu olmadığından, belki bu hizmetçi bana bakar diye düşünmüş. Fakat kadın, babasını ikna edemeyince, ziynetlerini, tapularını ve yüklüce parasını yanına alıp o dikenli tellerden nasıl geçtiyse geçmiş Türkiye’ye kaçmış.

Ali Çavuş, kadına bir ev bulur. 6-7 ay boyunca, kendisine yabancı olan bu memlekette barınabilmesi için yardım eder. O günün şartlarında ne geri gönderebilir, ne de resmî makamlara teslim eder. Çünkü teslim edilse, sınır dışı edilir ki o da babaya teslim etmekle aynı şeydir.

Neyse teskere yaklaşmaktadır. Bir çare lâzımdır. Bu arada kadın, kendisine bu şekilde sahip çıkan Ali Çavuş’a bir hayli ısınmıştır. Hattâ kendisiyle evlenmesini açık açık teklif eder. Adı Çiçek olan bu kadın; zengindir, varlıklıdır, üstelik kendisi taliptir.

Fakat Ali Çavuş, baştan itibaren bu kadıncağızın namusunu korumaktan başka bir şey düşünmediği için, böyle bir teklif karşısında duraklar. Çünkü evlidir ve bir kızı vardır. Babasına böyle bir şeyi asla kabullendiremeyeceğini de bilir.

Kadının bir şekilde mecburiyet içinde bu kararı aldığını da düşündüğü için, onu bu vaziyette, ikinci hanım olarak almanın bir nevi içinde bulunduğu durumu istismar etmek olarak görmektedir. Fakat ne hâlin varsa gör, deyip bırakmak da mümkün olmamakta… Gönülse onun da gönlü var…

Günler daraldıkça, hanımına bile başvurur Ali Çavuş;

“–Ne dersin böyle bir işe?” diye… Kadıncağız da mütevekkildir.

“–Geçinir gideriz, getir!” der. Fakat Ali Çavuş’un içi rahat değildir. Bu durum içine bir türlü sinmemektedir.

Çiçek Hanım ise, kendini kabul ettirmek için, Ali Çavuş’un eşine, kızına hediyeler, kıyafetler alır, koca bir valiz hazırlar. Artık köye gideceği günü beklemektedir.

Teskere gelir. Asker dönüşü aynı köyden birkaç arkadaşı da yanlarında iken yola çıkarlar. O devrin ulaşım şartlarında yolda bir otelde kalmak zorundadırlar.

Baştan itibaren niyetini hiç bozmayan Ali Çavuş, orada da ayrı ayrı odalar ayarlar.

Sabah kalkınca Çiçek Hanım;

“Kahvaltınız benden!” deyip herkese çay ısmarlar, Ali Çavuş’la kendisine kahve ısmarlar. O sırada Ali Çavuş son hamlesini yapar:

“–Lâvaboya gidiyorum!!” diyerek oradan uzaklaşır.

Kaçmayı seçmiştir. Hiçbir menfaat beklemeden insanlık vazifesini yapmış ve artık ayakları üzerinde durabilecek hâle geldiğinde vicdanı daha fazlasına müsaade etmemiştir.

Kadıncağız kahveyi içmez; geldi gelecek diye… Fakat bu işin lâvabo meselesi olmadığını bir müddet sonra anlar. Diğer askerler;

“–Biz nasıl olsa hemşehriyiz. Seni götürelim, biz onu buluruz!” dedilerse de Çiçek Hanım izzet-i nefis sahibi bir kadın olduğunu gösterir;

“–O isteseydi bırakıp gitmezdi. Bu hediyeleri onun ailesine verin!” der ve askerleri yolcu eder.

Ali Çavuş için garip bir hâtıra olarak kalır bu hâdise. Aradan yıllar geçer, çocuklarına da anlatır olan biteni ve hattâ kızının birisinin ismini de Çiçek koyar. Hep şöyle der:

“–Benim vicdanım rahat. Ben onu Allâh’ın bir emâneti diye sahiplendim. Ne dokundum ne de kimseye dokundurttum, korudum!”

Bir daha da birbirlerinden hiç haber almazlar.

İçi elvermediği için bu şekilde uzaklaşmışsa da, onun da gönlünde Çiçek Hanımın bir yeri olduğu âşikârdır. Fakat asıl yiğitlik, arzularını elde etmek değil, çoğu kez, arzularını bir tarafa koyup, doğru ve dürüstçe karar verebilmektir. En mühimi de, Ali Çavuş bu kararıyla, o kadıncağıza yaptığı bütün iyilikleri, karşılıksız yaptığını, insanlık gereği olarak yaptığını tescil etmiştir.

Ali Amca 3 ay önce vefat etti… Allah rahmet eylesin…

Ahlâkı güzel insanlar ölüp gitse de, yaşadıkları asla unutulmaz. Arkada kalan eser, illâki yazılı bir eser olmayabilir. Güzel bir davranış, bir iyilik; bir insana, Allâh’ın yarattığı bir canlıya karşılıksız bir yardım… Yıllar onu hiç unutturmaz…