«İŞLERİ ŞÛRÂ İLEDİR…»

YAZAR : Sami GÖKSÜN

Rabbimiz bizim iki dünyada saâdete erişmemizi ister. İbâdeti, âhireti ve dîni alâkadar etmiyormuş gibi görünen dünyevî sahalarda da Rabbimiz’in bizlere emirleri vardır.

Bunları incelediğimizde görürüz ki; iki dünyada felâh ve başarının, saâdet ve huzurun anahtarlarıdır.

Bunlardan biri de «istişâre»dir.

Rabbimiz, istişâreyi emretmiştir. Çünkü istişâresiz iş, başarısızlık getirir. Nizâ getirir. Bilhassa herkesi ilgilendiren hususlarda istişâresiz karar almak, çekişmeleri ve birbirini suçlamaları beraberinde getirir. İstişâre; dînimizin çok değer verdiği birlik ve beraberlik rûhunun, kardeşlik anlayışının da bir gereğidir.

Bu sebeple istişâre çok mühimdir.

Şahsî işlerini de istişâre ile yapanlar, yanılma ve başarısızlıklarını en aza indirmiş olurlar. Ecdâdımız;

“Danışan dağlar aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış!” diyerek bu gerçeği en güzel şekilde ifade etmişlerdir.

Maddî ve mânevî sıkıntılardan kurtuluşun, ailede huzur ve mutluluğun, ferdî ve içtimâî alanda başarının, çalışma hayatında bereketin, idarede adâlet ve ihsanın önde gelen şartlarından biri de istişâre prensibinin uygulanmasıdır.

İstişâre; herhangi bir mevzuda doğru neticeye ulaşmak veya isabetli karar verebilmek için bir başkasının görüşüne başvurmak, birine bir hususu danışmak, karşılıklı olarak görüş alışverişinde bulunmak, ehil olanlardan faydalanmak demektir.

«Müşâvere, meşveret, şûrâ ve danışma» kelimeleri de istişâreyi anlatan diğer mefhumlarımızdır. Şûrâ kelimesinin Kur’ân-ı Kerim’de bir sûrenin de adı olması, meselenin dînimizdeki ehemmiyetini ifade etmek için kâfîdir.

İstişârenin mevzusunu Kur’ân ve Sünnet’in açıkça beyan etmediği veya muhayyer bıraktığı hususlar teşkil eder. Çünkü Rabbimiz’in emrettiği bir şeyi kullarına sormaya hâcet olmaz! Bir insan; “Zekâtımı vereyim mi?” diye soracak değildir. Onu Allah zaten emretmiştir. Fakat; “Nasıl vereyim, kime vereyim, ne zaman vereyim?” diye yine ehline danışılacak hususlar olabilir.

Farklı görüşlere başvurmak sûretiyle en sıhhatli neticeye ulaşmak; arının çeşitli çiçeklerden gerekli malzemeyi toplayıp, onları işledikten sonra bal yapmasına benzer.

Yüce Rabbimiz Şûrâ Sûresi’nde, âhirette mükâfatlandıracağını va‘dettiği mü’minlerin özelliklerinden şöyle bahseder:

“(Dünyalık olarak) size her ne verilmişse, bu dünya hayatının geçimliğidir.

Allah katında bulunanlar ise daha hayırlı ve kalıcıdır.

Bu mükâfat şu kimseler içindir:

• Îmân edenler,

• Rablerine tevekkül edenler,

• Büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanlar,

• Öfkelendikleri zaman bağışlayanlar,

• Rablerinin çağrısına cevap verenler ve

• Namazı dosdoğru kılanlar;

• İşleri, aralarında şûrâ (danışma) ile olanlar,

• Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayanlar,

• Bir saldırıya uğradıkları zaman, aralarında yardımlaşanlar…” (eş-Şûrâ, 36-39)

Görüldüğü gibi, istişâre; îman, namaz, infak ve tevekkül gibi çok mühim esaslarla beraber zikredilmiştir.

Bir başka âyet-i kerîmede ise, bizzat Peygamber Efendimiz’e istişâre emredilmiştir:

“…İş konusunda onlarla müşâvere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allâh’a tevekkül et (O’na dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”
(Âl-i İmrân, 159)

Fetânet sahibi pek zekî bir zât olan, bir de peygamber olması hasebiyle vahy-i ilâhî ile te’yid edilmiş bulunan Fahr-i Âlem Efendimiz’e istişârenin emredilmiş olması bizlere ne büyük bir derstir! Üstelik istişâre edeceği insanlar da, dünün câhiliyye halkıdır ve ne biliyorlarsa Efendimiz’den öğrenmişlerdir. Eğer insanlık içinde istişâreden müstağnî bir kişi olsa, o da Peygamberimiz olurdu. Lâkin O’na da Rabbimiz istişâreyi emretmektedir.

Yüce Allah, ülû’l-emre itaati emretmiştir. Yani idarecilerin meşrû ve makul emirlerine itaat etmek gerekir. Buna mukabil, ülû’l-emre de istişâre ederek hareket etmeyi emretmiştir. Böylece bu itaat, kayıtsız-şartsız bir bağlanma olmamış olur. İdare edilenlerin de fikrini söyleme imkânı bulunmuş olur. Lâkin idarecinin istişârede dile getirilen her fikri kabul etmek mecburiyeti yoktur. Dinler, görüşür, bilgileri ve tecrübeleri değerlendirir ve kararını verir.

Meşveretin en güzel örneklerini ve uygulanışını sevgili Peygamberimiz’in hayatında görmekteyiz. Efendimiz bir hadislerinde;

“İstişâre eden pişman olmaz.” (Taberânî) buyurmuş; kendileri de dînî meselelerde vahyi beklediği ve ilâhî tâlimatlarla hareket ettiği hâlde; hakkında kesin emir olmayan, görüş ve içtihâda açık mevzularda ashâbına danışmış, böylece onların fikir ve düşüncelerine değer vermiştir. Çünkü makam ve mevki sahiplerinin maiyetindekilerle istişâre etmesi; onlara değer vermesi demektir.

İstişâreden bahsedilince aklımıza sadece idare de gelmemelidir. Toplumun temeli olan ailede de istişâre çok lüzumludur. Bakara Sûresi’nin 233. âyet-i kerîmesinde; evlâda ait süt emzirme vb. hususlarda istişâre etmelerine bir işaret ve teşvik vardır.

Şüphesiz ki istişâre sayesinde ailede sevgi ve saygı artar, eşlerin birbirlerine itimadı temin edilmiş olur. Yaşlarıyla mütenâsip olarak müşâvereye ortak edilecek çocukların da hayat tecrübeleri ziyadeleşmiş olur.

Çalışma ve iş hayatı açısından da istişâre önemli bir ihtiyaçtır. Zira çalışma hayatıyla ilgili yapılan araştırmalar göstermektedir ki; istişâre yapılan işyerlerinde çalışanlar kendilerine önem verildiğini hissetmekte ve bu durum verimliliğe yansımaktadır. Bu durum, çalışanla çalıştıran arasındaki kardeşlik duygularının gelişmesine vesile olmaktadır.

Aynı şekilde eğitim ve öğretim sahasında yapılacak karşılıklı istişâreler de, ayrı bir önem ve değer arz etmektedir. Veli, hoca ve eğitim mes’ulleri arasındaki istişâreler, evlâtların huzurlu bir şekilde yetiştirilebilmesi için çok mühimdir.

Unutmamalıdır ki, kendi düşüncelerine çok fazla güvenen ve başkalarının fikirlerinden yararlanmasını bilmeyenler; üstün bir kabiliyete, keskin bir zekâya, engin bir ilim ve tecrübeye sahip olsalar bile; düşüncelerini meşverete arz eden normal insanlara göre, yanılma ve hata yapma payları daha çoktur. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın yardımı cemaat ile beraberdir. Kardeşlik duyguları içinde bir araya gelen insanlara, Allâh’ın rahmeti tecellî eder ve hayırlı, faydalı, muvaffak kılacak fikirler orada ortaya çıkar. Üstelik istişâre; «Ben düşündüm! Tek başına ben yaptım!» şeklindeki kibirli yaklaşımlara fırsat vermeyerek, tevâzuyu, «ekip rûhu»nu ve «biz» anlayışını takviye eder.

Diğer yandan yapılacak istişârelerden hayırlı ve güzel neticeler alınabilmesi için; görüş ve düşüncelerine başvurulacak kişilerin seçimlerine de dikkat edilmeli, emniyet, güven, ilim ve irfan, tecrübe, şuur sahibi insan olmalarına itina gösterilmelidir. Bu hususta da «sâlihlerle beraberlik ve fâsıklardan uzak durma» prensibiyle hareket edilmelidir.

Cenâb-ı Hak, cümlemizi benlikten muhafaza eylesin. Kendisiyle istişâre edilen ve güvenilen sâlih kimselerden eylesin. Âmîn…