MUHAMMEDÜ’L-EMÎN’ den Güvenilir Ümmete…

YAZAR : Yard. Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

Bütün peygamberlerde bulunması gereken; sıdk, emânet, fetânet, ismet ve tebliğ gibi müşterek bazı vasıflar vardır. Peygamberlere îmân eden bir mü’min, bütün bu vasıfların onlarda olduğuna da inanmak zorundadır. Îmân esaslarından olan peygamberlere îmân ancak bu şekilde kemâle erer.

İşte peygamberlerde bulunması gereken bu vasıflardan biri de emânet vasfıdır. Bu mânâda onlar; kendilerine güven duyulan, emîn, dürüst ve güzîde şahsiyetlerdir.

Hâtemü’l-Enbiyâ olan Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de güvenilir bir şahsiyete sahipti. İnsanlar O’na güven duyar, vech-i saâdetlerinden tebessümün yanında güven duygusu da aksederdi. Nitekim öncesinde yahudi âlimi olan Ab­dul­lah bin Se­lâm -radıyallâhu anh-, O’nun gül yü­zü­nü gör­dü­ğün­de;

“Bu yüz ya­lan­cı yü­zü ola­maz!” (Tir­mi­zî, Kı­yâ­me, 42) di­ye­rek îmân et­tiğini bildirmişti.

Daha peygamber olmazdan önce de insanlar, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e güven duyuyordu ve belki de O’nun elde ettiği ilk vasıf el-Emîn vasfı olmuştu. Nitekim müşrikler, O’nun için uygun gördükleri «Muhammedü’l-Emîn» tabirini dillerinden düşürmezlerdi.

Muhammedü’l-Emîn; kendisine güvenilen, kendisinden insanların emîn olduğu, doğru sözlü, dürüst Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- anlamlarına gelmektedir.

Bir sel felâketi sonrası Kâbe tamir edilirken, Hacer-i Esved’i yerine koyma meselesinde kabîleler arasında neredeyse savaşa sebep olabilecek bir ihtilâf çıkmış; sonunda Kâbe’nin kapısından ilk girecek olan kişinin, taşı yerine koymasına karar verilmişti. Bu esnada Kâinâtın Güneşi Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; nur cemâliyle teşrif etmişler, O’nun geldiğini görenler;

“–el-Emîn geliyor!” diyerek sevinmişlerdi. O da kendisine güvenenleri boşa çıkarmamış; ferâsetli bir şekilde ihtilâfı çözüp, Hacer-i Esved’i yerine yerleştirmişti.

Artık el-Emîn vasfı, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in âdeta ikinci bir ismi olmuş, 25 yaşına geldiğinde Mekke’de sadece el-Emîn ismiyle çağrılır olmuştu. (İbn-i Sa‘d, I, 121)

Peygamberlik geldikten sonra da müşrikler; her ne kadar tebliğ ettiği dîni kabul etmeseler de O’na güvenmeye, kıymetli eşyalarını O’na emânet etmeye devam etmişlerdi. Nitekim Mekke’den Medine’ye hicret emrini aldığı esnada, yanında müşriklerin emânetleri bulunuyordu. O hâldeyken bile; Hazret-i Ali’yi Mekke’de bırakıp, kendisini öldürmeye gelen insanların emânetlerini sahiplerine teslim etmesini emretmişti.

Ne garip değil mi? Hazret-i Peygamber; hem en azılı düşmanları, hem de en güvendikleri insan…

el-Emîn sıfatının sahibi olan Fahr-i Âlem Efendimiz, kendisine güvenilen bir insandı. Zira emîn olma vasfı, Müslümanlığın bir şiârıdır. Cenâb-ı Hak, kurtuluşa eren mü’minlerin vasıflarından bahsederken;

“Onlar, emânetlerine ve ahitlerine riâyet ederler.” (el-Mü’minûn, 23/8) buyurarak emânete riâyet eden mü’minleri övmektedir.

Evet, O Muhammedü’l-Emîn’di, en başta Allah’tan aldığı emir ve yasakları hiç değiştirmeden, ilâve veya eksiltme yapmadan insanlara tebliğ etme, ulaştırma hususunda kendisinden emîn olunan bir kişiydi. Rabbimiz bu durumu O’nun diliyle âyet-i kerîmede şöyle dile getirmektedir:

“Size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için emîn bir nasihatçiyim.” (el-A‘raf, 7/68)

Bu bakımdan tebliğ ve emânet vasfının bir gereği olarak Hazret-i Peygamber’in, Allâh’ın dînini aslî hâliyle muhafaza etme konusunda en ufak bir şekilde yanlış bir iş yapması mümkün değildir. Aksi durumda peygamberlik görevini yerine getirmemiş olur. Nitekim Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:

“Ey Rasûl! Rabbinden Sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun (Sana verdiği) peygamberlik görevini yapmamış olursun…” (el-Mâide, 5/67)

Öyleyse müslüman da emîn vasfına sahip olmalı, Allâh’ın dînini değiştirmemeli, bid‘at ve hurâfelere sapmamalı. Din diye uydurma söz ve davranışların peşinden gitmemeli. Emîn vasfına sahip olmalı; Kur’ân ve Sünnet çerçevesinde söz ve davranışlarda bulunmalı.

O; Muhammedü’l-Emîn’di, doğru sözlüydü. Asla yalan konuşmazdı. İnsanlar onu öyle tanırlardı. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, İslâm davetini ilk açıkladığı günlerde Safâ Tepesi’nde yüksek bir kayanın üzerinden Kureyşlilere hitâben;

“–Ey Kureyş cemaati! Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vadide düşman atlıları var; hemen size saldıracak, mallarınızı gasp edecek dersem, bana inanır mısınız?” buyurmuştu da onlar da hiç düşünmeden;

“–Evet inanırız! Çünkü şimdiye kadar Sen’i hep doğru olarak bulduk. Sen’in yalan söylediğini hiç işitmedik!” demişlerdi. (Buhârî, Tefsîr, 26)

O; Muhammedü’l-Emîn’di, emânete asla hıyânet etmezdi. Nitekim bir sözünde kendisine bir şey emânet edildiği zaman ona ihânet eden bir mü’minin münafıklığa doğru gidebileceği konusunda ümmetini ikaz etmiştir. (Buhârî, Îmân, 24)

O; Muhammedü’l-Emîn’di, söz verdi mi mutlaka yerine getirirdi, sözünde dururdu.

Bizans İmparatoru Herakliyüs, Hazret-i Peygamber -sallâllâ­hu aley­hi ve sellem- Efendimiz hakkında malûmat edinmek için, o zaman henüz îmân etmemiş olan Ebû Süfyân’a;

“–Hiç sözünde durmadığı oldu mu?” diye soru yöneltmiş o da şöyle cevap vermişti:

“–Hayır! O, verdiği her sözü mutlaka tutar!” (Müslim, Cihâd, 74)

O, bir söz söyledi mi mutlaka yerine getirirdi. Yine şu olay onun toplum içerisinde ne kadar doğru sözlü ne kadar sözüne güvenilir bir kişi olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Şöyle ki Mekke müşriklerinden Übey bin Halef, İslâm’ın en azılı düşmanlarındandı. Hicretten önceki tarihlerde bir gün Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e hitâben:

“–Bir at besliyorum; ona en iyi şeyleri yediriyorum. Bir gün ona binerek seni öldüreceğim!” demişti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de ona;

“–İnşâallah ben seni öldüreceğim!” şeklinde mukabele etmişti.

Gün oldu Uhud Harbi vukû buldu. Übey bin Halef, savaş esnasında, Hazret-i Peygamber -sallâllâ­hu aleyhi ve sellem-’i gözlüyor ve;

“–Eğer bugün O kurtulursa, benim işim bitik demektir!” diyordu.

Neticede Übey, Peygamber Efendimiz’i öldürmek için yakınına kadar geldi. Sahâbe-i kiram da bunu fark edip onu öldürmek istemişlerdi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Bırakın gelsin!” buyurdu.

Übey bin Halef yaklaşınca Fahr-i Kâinât Efendimiz, sahâbeden birisinin elinden mızrağını aldı. Bu sefer Übey geri kaçmaya başladı. Ancak Peygamberler Sultanı;

“–Nereye kaçıyorsun ey yalancı?” diyerek mızrağı fırlattı. Mızrak Übey’in boynunu hafifçe sıyırdı. Fakat o, bu kadarcıkla bile atından düştü; birkaç kere takla attı ve canhıraş bir şekilde koşarak kendi tarafına kaçtı. Bir yandan koşuyor, bir yandan da gözleri yuvalarından fırlamış bir hâlde bağırıyordu:

“–Yemin ederim ki, Muhammed beni öldürdü!..”

Yanına gelip yarasına bakan müşrikler;

“–Bu basit bir sıyrık!” dediler.

Fakat o tatmin olmadı ve şöyle dedi:

“–Muhammed bana Mekke’de iken; «Ben seni kesinlikle öldüreceğim!» demişti. Yemin ederim ki, eğer O bana bir tükürük de atsa, ben yine ölürüm! Ben tâ o zaman O’nun eliyle öldürüleceğimi ve O’ndan kurtulamayacağımı anlamıştım.”

Sonrasında azılı bir Peygamber düşmanı olan Übey, nihayet Mekke’ye ulaşmadan bir gün önce yolda öldü. (İbn-i Sa‘d, II, 46)

Bu hâdise de gösteriyor ki; Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i yakînen tanıyan azılı bir müşrik bile, O’nun sözünün ne kadar kuvvetli ve doğru olduğuna inanmaktaydı.

Emânet şuuru, îmânının kemâle ermesi bakımından bir müslümanın ortaya koyması gereken en önemli şuurlardan biridir. Nitekim bir seferinde ashâb-ı kiram, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e;

“Ey Allâh’ın Rasûlü! Müslümanların en fazîletlisi kimdir?” diye bir soru yöneltmiş O da, âdeta Müslümanlığın bir tanımını yaparak şöyle buyurmuştur:

“Müslüman, diğer müslümanların elinden ve dilinden emîn olduğu kişidir.” (Buhârî, Îmân, 4)

Yine O, komşu hakkından uzun uzun bahsettiği gibi bir sözünde de komşusu şerrinden emin olmayan kimsenin cennete giremeyeceğini belirtmiştir. (Ahmed bin Hanbel, II, 372)

Dolayısıyla müslümanlar senden zarar görmeyecek, komşun senden emîn olacak, iş arkadaşın senden emîn olacak, eşin senden emîn olacak, velhâsıl îmân eden etmeyen herkes senden emîn olacak.

Çünkü serlevhâ hadîs-i şerîfimizde de belirtildiği gibi; “Emâneti olmayanın (gerçek anlamda) imânı da yoktur.”

Çünkü emânete riayetsizlik, kişiyi Allah korusun münafıklığa kadar götürebilir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“Dört vasıf vardır ki, bunlar kimde bulunursa, o kişi tam münafık olur. Kimde de bu vasıflardan biri bulunursa, onu terk edinceye kadar o kişide münafıklıktan bir sıfat kalmış olur:

Kendisine bir şey emânet edildiği zaman ona ihânet eder.

Konuştuğunda yalan söyler.

Söz verince sözünden döner.

Düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar.” (Buhârî, Îmân, 24)

Yine bir hadîs-i şerifte; Allah adına yemin edip de sözünden dönen kişinin kıyâmet günü Allâh’ın hasmı, düşmanı olacağı ifade edilmiştir. (Buhârî, İcâre, 10)

Emânet şuurunun önemiyle alâkalı Hazret-i Ömer’in şu sözü ne kadar vecizdir:

“Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu, kendisine bir şey emânet edildiğinde emânete riâyet ediyor mu, dünyaya meylettiği zaman helâl-haram gözetiyor mu, ona bakınız.” (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, VI, 288)

Bu sebeple müslüman; el-Emîn olan Peygamber’inin izinden giderek, emânet şuur ve ahlâkına sahip olmalıdır. Müslüman emânet şuuruna sahip olmalı; bütün insanlar hattâ bütün bir kâinat, onun elinden ve dilinden emîn olmalıdır. İnsanların zihninde ona karşı; «Acaba?» olmamalıdır. Îmânının ve emânet ahlâkının bir gereği olarak müslüman; doğru sözlü olmalı, söz verdiğinde mutlaka sözünü yerine getirmelidir.

Netice olarak güvenilir insanların oluşturduğu toplumda; insanlar birbirlerine güvenirler, birbirlerine güvenle bakarlar. «Acaba bundan zarar gelir mi?» şeklinde bir düşünceden uzak yaşarlar. Bu da toplumda güven ortamının oluşmasını sağlar.

Böylece emânet şuur ve ahlâkı, Muhammedü’l-Emîn’den güvenilir ferde/mü’mine, ondan da güvenilir topluma/ümmete geçiş yaparak kâinatta rahmânî bir güven ortamı oluşmuş olur. Güven ortamının olduğu bir yerde de mutluluk, huzur ve başarı hâsıl olur.

Rabbim, bizleri kendisine güven duyulan sâlih ve emîn kullarından eylesin!

Rabbim, hepimize emânet ahlâkını nasip ve müyesser eylesin!

Rabbim, bizlere birbirine güven hisseden topluluklar lutfetsin!

Âmîn…