Maksıdu’ş-Şerîa Nokta-i Nazarından İSLÂM’DA İBÂDET MEFHÛMU

YAZAR : Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com

İbâdet kulluk demektir. İslâm, kulluğun yalnızca Allâh’a yapılmasını emreder. Kulluğun temelinde Allâh’a gönülden bağlanmak, O’nun yüceliğini kabul etmek (ta‘zîm), O’na itaat edip boyun eğmek (istislâm), bu konuda hiç kimseyi O’nun önüne geçirmemek, Onu sevmek (hubb), O’nun emirlerini çiğnemekten ve âhirette bunun âkıbetinden sakınmak (havf, takvâ), O’na dayanıp güvenmek (tevekkül), O’na yönelmek (teveccüh, inâbe) ilh. ve bu konularda hiç kimseyi ve hiçbir şeyi O’na denk kılmamak vardır. Bu sebeple ibâdet denilince hac, oruç ve hâsseten namazın akla gelmesi tabiîdir. Çünkü namaz, özellikle de secde; Allâh’ı yüceltmenin, O’na saygı ve sevgi duymanın en güzel ifadesidir. Ancak ibâdetler onunla sınırlı değildir. İnsanın ferdî ve içtimâî hayatında da birçok ibâdet yer alır. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in buyurduğu gibi İslâm güzel ahlâktan ibaret olunca; namaz, oruç, hac gibi özel anlamdaki ibâdetler insanı güzel ahlâka yönelten ve bu hususta motivasyonu oluşturan bir fonksiyon görür. Çünkü onlar; kişinin Allah’la bağını korumasını ve O’na vereceği hesabı unutmamasını, dolayısıyla topluma yönelik vazifelerini yapacağı, diğer insanların hak ve hukukuna riâyet edeceği ahlâklı bir hayat yaşamasını sağlar. Tabiî ki bu; sosyal vazifelerini yapan ve diğer insanların hakkını gözeterek ahlâklı bir yaşantı sergileyen kimsenin özel anlamdaki ibâdetleri ihmal etmesi hoş karşılanır, mânâsına gelmez. Çünkü Allâh’ın yapılmasını emrettiği işlerde, bizim bilemediğimiz birçok hikmet bulunur. Biz hikmetini bilmesek bile Allâh’ın emrini yapmamız gerekir. Müslüman olmamız bunu gerektirir. Çünkü din ve İslâm kelimelerinin mânâsında Allâh’a itaat vardır. Fahreddin er-Râzî’nin belirttiği gibi, umumî hatlarıyla dînin muhtevâsı şu iki unsurdan ibarettir: Yaratan’ı yüceltmek ve yarattıklarını gözetmek. Bunlardan ikincisini yapıp birincisini bütünüyle ihmal etmek dîni anlamamaktır. Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e misafire ikram edip köle âzâd eden bir müşriğin âhirette kurtuluşa erip eremeyeceği sorulduğunda;

“–Hayır! Çünkü bir kere elini açıp; «Rabbim beni affet!» dememiştir.” buyurmuştur. Öte yandan birinci unsuru yapmak; söz gelimi sabaha kadar namaz kılıp akşama kadar oruç tutmak ama ikinci unsuru, yani topluma karşı vazifeleri ve güzel ahlâkı bütünüyle ihmal etmek de dîni yanlış anlamaktır. Bu da, kişiyi;

“Veyl olsun o namaz kılanlara!” (el-Mâûn, 107/4) hitabına maruz bırakır. Çünkü Kur’ân’da; namazın sahibini kötülüklerden alıkoyacağı, onun ahlâkını güzelleştireceği vurgulanmaktadır. (el-Ankebût, 29/45) Buna göre kişiye müsbet mânâda katkı yapmayan, onu faydalı bir insan kılmayan namazda bir problem vardır. Bu durumdaki bir kişi kendini gözden geçirmelidir.

Bu genel girişten sonra dînin temel amaçlarından (makâsıdu’ş-şerîa) hareketle tespit ettiğimiz ve Allah rızâsı gözetilerek yapılması hâlinde ibâdet sevabı kazandıracağını söyleyebileceğimiz fiillere somut örnekler verelim:

Dînin korunmasını istediği ilk husus bizzat dînin kendisidir. Dîni korumak; onu öğrenmek, yaşamak ve sonraki nesillere aktarmakla olur. Dolayısıyla dînin öğrenileceği okul ve merkezler açmak, Kur’ân ve Sünnet’i etüt edecek araştırmacılar yetiştirmek, buna dair ilmî araştırmalar yapmak/yaptırmak, insanlara dîni anlatacak ve onları hayra yöneltecek irşad heyetleri çıkarmak, bununla ilgili vakıf ve dernekler kurmak, bunların hizmetlerini yürütmesini sağlayacak gelirler bağışlamak/bulmak vb. de ibâdettir.

Dînin korunmasını istediği hususlardan biri candır. O kadar ki, -inkâr etmesi için baskı uygulanan kişinin diliyle inkâr ettiğini söylemesine izin verildiği (en-Nahl, 16/106) üzere- bazen dînin korunmasının önüne bile geçebilmektedir. Yaşama hakkı dokunulmazdır ve o hakkı çiğneyen aynıyla cezalandırılır. (el-Bakara, 2/178-179; el-Mâide, 5/45) Buna göre insanların hayatını sürdürmesini sağlayacak faaliyetler yapmak, bu konuda gerekli tedbirleri almak, meselâ ülke güvenliğini sağlayacak asker ve polis teşkilâtı kurmak, bu teşkilâtlarda bilfiil vazife almak, savunma için gerekli teknolojiyi geliştirmek, insanların sağlıklı yaşamalarını mümkün kılan bir çevre ve ortam oluşturmak, insan sağlığına zararlı artık maddeleri ve sağlığa zararlı gıdaları yasaklamak, bunları önlemek için gerekli tedbirleri almak, gıda ve giyecek üreten fabrika, imalâthane ve lokantaları denetlemek, sağlığa zararlı üretimleri durdurmak, hastalıkları önleyici tedbirler almaları için insanları şuurlandırmak, bu konuda yazılı, sesli, görüntülü basında ve sosyal medyada programlar yapmak, konferanslar vermek, hastaların tedavisi için hastahâneler açmak, sağlık hizmetlerinin gelişmesi için araştırma merkezleri kurmak, projeler geliştirmek, bu hizmetlerin randımanlı işlemesi için sigorta vb. müesseseler oluşturmak, bu sahada hizmet veren vakıflar kurmak, onlara gelir getirecek imkânlar sağlamak, alkol ve sigara gibi sağlığa zararlı maddelerin kullanılmasına karşı mücadele vermek, iş kazalarını önleyici tedbirler alarak yaralanma ve ölümlere engel olmaya çalışmak, cana kasteden veya canın korunmasında taksir ve ihmali bulunanları cezalandırmak, bu yönde kanunlar çıkarılması için kamuoyu oluşturmak… Bütün bunlar, Allah rızâsı gözetilerek yapılması durumunda ibâdettir.

Dînin muhafazasını emrettiği bir diğer değer akıldır. Din aklı olanı muhatap alır. Aklı olmayanın dîni de yoktur. Şarap ve benzeri aklı izâle edici içecekler bu sebeple yasaklanmıştır. (el-Mâide, 5/90-92) Dolayısıyla aklı korumaya yönelik olarak rızâ-yı Bârî için yapılan bütün faaliyetler de ibâdettir. Meselâ; fikir hürriyetinin gelişmesi için çalışmak, fertlerin küçüklükten itibaren zihnen sağlıklı gelişmesine gayret etmek, bunun için eğitim vermek, okullar açmak, aklı ve şuuru yok eden uyuşturucu, alkol vs. maddelerle mücadele etmek, bu konuda dernekler kurmak, bu maddeleri yasaklayan kanunların çıkması yönünde kamuoyu oluşturmak…

Dînin muhafazasını emrettiği hususlardan biri de nesildir. Bu sebeple zinâ etmek ve zinâ isnâdında bulunmak yasaklanmış ve bununla ilgili cezaî müeyyideler getirilmiştir. (el-İsrâ, 17/32; en-Nûr, 24/2, 4-5) Bu sebeple nesli korumaya yönelik faaliyetler de Allah rızâsını kazanma niyetiyle yapılırsa ibâdettir. Bu çerçevede şunlar sayılabilir: Fertleri küçük yaştan itibaren eğitmek, onları zararlı alışkanlıklardan uzak tutmak, zihnen ve bedenen sağlıklı gelişip faydalı zaman geçirecekleri park ve oyun sahaları yapmak, ahlâkî erdemlere sahip olmaları için güzel örneklikler sunmak, yetişkinlere evlenmeleri durumunda üstlenecekleri vazifelere ve çocuk yetiştirmeye dair eğitim vermek, onları evlenebilecekleri uygun adaylarla tanıştırmak, evlenme imkânı bulamayanlara yardımcı olmak, buna yönelik vakıflar kurmak, gayr-i meşrû münasebetleri engellemek, bunların zararları hakkında şuur oluşturmak, bunları yasaklayan yasalar çıkarılması için kamuoyu oluşturmak…

Dînin muhafazasını emrettiği değerlerden biri de maldır. Bu sebeple hırsızlık ve gasp haram kılınmış ve onlarla ilgili cezaî müeyyideler konulmuştur. Mülkiyet hakkı dokunulmazdır. Bu sebeple onun korunmasına yönelik Allah rızâsı gözetilerek yapılan tüm faaliyetler de ibâdettir. Meselâ; fertleri küçüklükten itibaren topluma yararlı hizmetler üretebilecekleri işlere yönlendirmek, herkesin maişetini temin edeceği iş alanları açmak, sosyal adâletin hâkim olması için gayret etmek, yoksullara yardım etmek, bunun için vakıf ve dernekler kurmak, bunlara gelir getirecek imkânlar sağlamak, gasp ve hırsızlık gibi gayr-i meşrû kazançları engellemek, bu konuda fertleri küçüklükten itibaren eğitmek, ihlâlde bulunanları cezalandırmak… hep ibâdettir.

Din, can, akıl, namus ve malın korunması bütün peygamberlerin şerîatlarında mevcuttur. Korunması için yerine göre savaşın dahî meşrû kılındığı bu değerlere bakılınca, İslâm’ın hayatla ne kadar iç içe ve onu ne denli kuşatmış bir din olduğu daha iyi anlaşılır. Ayrıca yukarıda verilen örneklerin belirttiğimiz çerçevede ibâdet niyetiyle yapılması durumunda ne kadar kaliteli işlerin ortaya konulacağı, nasıl ideal bir toplum modelinin oluşacağı ve ne muazzam bir netice alınacağı uzun boylu izahtan vârestedir. Söz konusu değerler İslâm’ın cihanşümul oluşunun da delilidir. Çünkü din ve vicdan hürriyeti, yaşama hakkı, düşünce ve kanaat ifade etme serbestiyeti, aile kurma ve mülk edinme hakları -aşınmaya uğramış bazı yönleri olmakla birlikte- günümüzün seküler anlayışında da dokunulmaz kabul edilen, hiçbir devirde modası geçmeyen temel insan haklarındandır.