ZEYTİN AĞACININ RÜZGÂRLA SOHBETİ

YAZAR : Dr. Halis Ç. DEMİRCAN demircan@istanbul.edu.tr

“Seslendi rüzgâra sevdalı zeytin:

«Yanım sıra es, canım sıra.»

Güldü rüzgâr yaşlı zeytine,
yanağını okşadı.”1

Senai Bey ile Hacı Selim Ağa Kütüphanesindeki mesaimiz devam ediyordu. Ben Osmanlıca ile ilgili çalışmalar yaparken; Senai Bey, eski deniz haritalarıyla ilgili araştırmalarını sürdürüyordu.

Bir sabah Senai Bey kütüphaneye geldi ve;

“–Hocam kahvaltı ettiniz mi? Haydi gelin kahvaltı edelim, size sürpriz bir ikramım var.” dedi.

Çıktık.

Güneşli, ılık bir Ekim sabahıydı. Çarşı içinden Salacak’a doğru yürürken, fırından sıcak bir francala aldık. Salacak’taki eski çay bahçesinin açık kısmına oturup çaylarımızı söyledik. Senai Bey çantasından çıkardığı kâseyi açtı. Bir baktım kâsenin içinde zeytinler var;

“–Zeytin bunlar Senai Bey, sürpriziniz bu mu?” dedim.

“–Hocam bu zeytinler bildiğin zeytinlerden değil. Farklı, çok özel zeytin bunlar.” dedi.

Bu arada çaylarımız gelmişti, sıcacık ekmeği üleşip parmaklarımızla zeytine daldık.

Hakikaten zeytin çok güzeldi; kokusu, nefâseti, çok farklıydı.

Sadece ekmek, zeytin ve çay vardı ama; uzun zamandır bu kadar lezzetli kahvaltı yapmamıştım.

“–Nereden bunlar Senai Bey?” dedim.

“–Hocam biliyorsun ben İzmir Urla’daydım. Dün yazlıktan ayrılıp havalimanına doğru giderken yol kenarında bekleyen bir ihtiyar gördüm. Yanında durup onu arabama aldım, yolumun üzerinde bir köye gidiyormuş, yolda biraz yârenlik ettik, işte o ihtiyar verdi. Verirken de şöyle dedi:

«–Senden Allah râzı olsun evlâdım. Bu zeytinlere hurma zeytini derler; bunları ye, yerken de ilâhî kudret ve azamet tecellîlerini tefekkür et ki kalbin itmi’nân bulsun.»

Dün akşam biraz araştırdım; «hurma zeytini nedir?» diye, işin zâhirî yönü kısaca şöyle; bak defterime yazdım oradan sana okuyuvereyim.

Hurma zeytini yüce Allâh’ın dünya üzerinde sadece Karaburun’a bahşettiği bir mûcizedir. Bu zeytin, Karaburun’un denizinin tuzuyla ve «phoma oleae» adlı mantarın sporları ile olgunlaşır. Bu mantar sporları, zeytin tanesinin üzerinde gezerler ve zeytin tanesini fermente ederler.

Yarımada sakinlerinin çok iyi bildiği bu hâdise; Ekim, Kasım ya da Aralık aylarında, hava şartlarının uygun gitmesi hâlinde bir gecede oluşmakta ve zeytin tanesi yenebilecek duruma gelmektedir. Yöre insanının anlatımına göre;

«Akşam hava sıcaklığı 10°’nin üzerinde olacak, denizden tuzla yüklü nemli bir rüzgâr esecek, havada azıcık da sis olacak ve gece bu şartlara maruz kalan zeytin tanelerinin üzerine sabah güneş açacak. İşte bütün bunlar oldu muydu zeytin tanesi bir gecede hurma olur.» Karaburun insanının gözlemleri sonucu anlattığı bu olay, aslında ilmî bir gerçeğe de temas etmekte. Sonuç olarak burada gerçekleşen, mikroorganizmanın yani «phoma oleae»nın üremesi için gereken şartların oluşması ve sonra da güneş açıp, sıcaklık yükselip, nem ortadan kalktığında da bu şartların yok olmasıyla mikroorganizmanın faaliyetinin sona ermesi ve elde, yenebilecek kıvamda bir ürünün kalması.

Ege Denizi’ne uzanan yarımadalardan birisi olan Urla-Çeşme-Karaburun Yarımadası’ndaki bu zeytin ağaçlarında, zaman zaman sadece bir yandaki zeytinler hurma olurken diğer yanı normal kalmakta. Bu ağaçlara ise halk arasında «sünnetli ağaç» denmekte. Bu zeytinin piyasada kalış süresi ise en fazla bir ay. Tuzsuz olduğu için, özellikle tuzla ilgili sağlık problemi olanlarca İzmir ve çevresinde çok aranan bir ürün.

Hattâ bu zeytin Evliyâ Çelebi’nin ünlü «Seyahat­nâme»sine bile konu olmuş:

«Amma bu şehrin zeytuni dahî taze iken sâir meyve gibi ekmek ile tenâvül olunur. Gûnagûn dânedar ve iri ve yağlı zeytun olur kim, «aşlama» tabir ederler. Bu gûne mor renk cevz-i rûmî kadar iri zeytuni var. Kemâlin buldukta ağacından silküb âyân-ı vilâyet birbirlerine hedâyâ gönderirler. Rub‘-i meskûnda nazîri yoktur. Belki; ‘Ve’t-tîn ve’z-zeytun’ âyeti bu zeytun hakkında nâzil olmuş ola. Gayet leziz zeytundur.»2”

Senai Bey anlattıklarını bitirdikten sonra ilâve etti:

“Ancak şair ne demiş:

İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez,
Zîrâ bu terâzû bu kadar sıkleti çekmez.

Yani bu ihtiyar bana ne demek istedi hocam? Senin anlayacağın işin tasavvufî yönünün altından kalkamadım.” dedi.

“–Estağfirullah Senai Bey, anlaşılan o ki mübârek bir zât ile karşılaşmışsınız.

Bu mübârek zât sizdeki ışığı fark edince size yardımcı olmak istemiş, farkındalığınızı artırmak için size bir alâmet sunmuş, Allâh’ın bahşettiği bu hikmeti araştırmanızı ve üzerinde kafa patlatmanızı istemiş. Bu sayede, Allah Teâlâ’ya içinizde hiçbir şüphe kalmayacak şekilde yakînen inanır ve bağlanırsanız, her türlü korku ve hüzünden sarsılmayacak bir şekilde emniyet elde edersiniz demek istemiş.”

Senai Bey;

“–Ona ne şüphe hocam, ama o mübârek zât böyle diyorsa yaşantımızı yeniden bir gözden geçirmemiz gerek…” derken boş zeytin kabını yerleştirdiği çantasının içindeki şişeyi gizlemeye çalışması gözümden kaçmadı doğrusu.

_______________________________________

1 Zeytin Ağacının Rüzgârla Sohbeti, Süreyya BERFE.

2 A. Ünal, Hititler-Etiler ve Anadolu Uygarlıkları, Etibank Yay. Ankara-2000, s. 217.