İyi Niyet Tuzağı

YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

egitim_notlari-yuzaki-dergisi-sayı140

 

Kirli amellere maske olan bir niyet, temiz değildir!

Hayat çarşısı; kârların sevinci, zararların feryatlarıyla doluydu her zamanki gibi. Oldukça sakin başlayan bir günün akşamında köşe bucak bağırtılar koptu. Birileri hararetle atışmaya başladı:

–Vallâhi hiçbir art niyetim yok!

–Yok da, bu yaptıkların nedir?

–Ne yani, niyetimden şüphen mi var?

–Niyetine bir şey demiyorum, fakat…

–Eee, ne diye üstüme geliyorsun?

–Yahu, asıl senin benim üstüme yığdığın şu zararlara bir baksana biraz! Tutturdun, niyet de niyet!

–Oldu bir yanlışlık, ne yapalım, dediğim gibi işte: Hiçbir art niyetim yok!

–Be kardeşim, bir de olsaydı yani, o zaman felâketler kim bilir kaç kat olurdu!

Çarşının bir başka yerinde de aynı tartışma vardı:

Yanlış ve kötülüğe bulaşanlar, gözlerini hemen niyetlerine çevirmişlerdi. Hepsi de savunma gözlüğünü takarak niyetlerine bakınca sandılar ki, tertemiz ve pırıl pırıl. İçleri ferahladı. Kötülükten vazgeçecekleri yerde daha bir hırsla kendilerini müdafaaya başladılar. Kötülükleri karşısında bütün haklı tenkitlere karşı bile sahte bir gözlükle kendilerine iyi görünen niyetlere sarıldılar. Ne söylense reddettiler. Maalesef iyi niyeti, kötülüklerini güzel gösterecek bir makyaj malzemesi yaptılar. Süslü püslü hâle getirdiler ve kim karşı çıksa sordular:

–Görmüyor musun?

–Görüyorum.

–Öyleyse fark ediyorsundur ki, hiçbir kötü niyetim yok. Ben bunu, şöyle şöyle bir hayırlı niyet sebebiyle yaptım.

–Hadi ordan!

–Ne var bunda?

İş ileri gitti, kendilerini iyi niyetten ibaret olarak arz ettiler:

–Niyetimi suçlayamazsın! Kalbimi yarıp baktın mı?

–Hayır, lâkin?

Tam o sıra, eğitim bülbülü kondu çarşısının ortasındaki ağaca. Herkesin duyacağı bir sesle şakıdı, şakıdı, şakıdı:

“Ey dostlar! Ey dostlar!

Niyetler;

Sahibinin kalbinde gizli. Sadece Allâh’a açık! Başkalarına meçhul.

Kullara zâhir olan taraf;

Ancak zuhur eden ve görülebilen davranışlar.

Bu itibarla;

Bir gerçeği, ona ait davranışları bir tarafa bırakıp da niyetlere sarılarak değerlendirmek yanlış. Fakat bu yanlışı anlamak istemeyen gaflet erbabı, karşısındakiler nasılsa niyeti göremiyor diye o görünmeyen hususun arkasına saklanıp duruyor. Çünkü işlerine böyle geliyor. Çünkü bu şekilde bariz kötülüklerini bile güya gizlemiş oluyorlar. Her başları sıkıştıkça;

İyi niyet şarkısı çalıyorlar. Temiz niyet masalları okuyorlar. Doğru niyet kavalları satıyorlar.

Hele kötüler;

İyi niyeti, önce de sonra da ilk anda sığınabildikleri en korunaklı ve vazgeçilmez bir barınak gibi kullanıyorlar.

Niçin?

Çünkü onlarda iyi niyet, hiç görünmeyen en kuvvetli bir silâh pozisyonunda. Masum ve öldürücü. Suçsuz ve kātil. Sorgulanabilmesi de çok zor bir tuzak. En çaresiz anlarda en geçerli bir savunma mekanizması olarak çok rahat bir şekilde kullanılabilen çok tehlikeli bir hile. Nasılsa kimse, kimsenin içinde değil. En beter bir davranışta bile en iyi bir fotoğraf gösterebilen bir saldırı vasıtası. En sihirli hücum tarzı. İşte her çetrefilli meselede devreye giren malûm hamle:

«–Niyetimden şüphe mi ediyorsun?»

Şayet karşılık olarak;

«–Evet!» dense, bunun ispatı, karşı tarafın gözüyle mümkün olmayacak nasılsa.

Ey yârenler! Ey yârenler!

Böylesi bir iyi niyetten daha kötü bir tuzak yoktur insan için. Zira nefsin ve şeytanın, insan aklını çok güçlü ve kesin ikna edebildiği en başarılı tuzak, böylesi bir iyi niyet.

Ey ince fikirliler!

İşin doğrusu;

Ameller ve niyetler, birbirinin aynasıdır.

Temiz niyetler temiz amelleri, temiz ameller de temiz niyetleri gösterir.

Buna göre;

Yaptığı bir iş, içiyle ve dışıyla apaçık kötülükten ibaret olan kimse; niyetinin apaçık bir iyilik olduğunu ne kadar iddia etse de, yalandan başka bir şey söylemiş olmaz. Zaten böyleleri, hemen iyi niyet kılıfının içine özellikle saklanırlar. Oradan konuşurlar.

Amma;

Onların beyan ettiği üzere sadece niyetlere bakılsaydı; «Dünyada kötülük nâmına hiçbir şey yok!» demekten başka bir tespit yapılamazdı.

Oysa;

Bu fânî dünyanın gerçeği her zaman şu:

Diyar diyar nice mazlumları ve masumları feryada boğan nice gaddar zulümler, canhıraş katliâmlar, berbat cinayetler ve fecî vahşetler! Bunlar hiç eksik olmuyor yeryüzünden.

Görüyorsunuz ey insanlar!

Kuru kuruya iyi niyet, sadece lâf ü güzaf. Siz, siz olun; değerlendirme masanızda iyi niyet maskesini hiç bulundurmayın! Gerçek iyi niyet, ancak gökte belli. Yerde belli olabilense; sadece ameller ve davranışların hakikî vaziyeti. Durup durup da belli olmayan bir şeyi konuşmanız ve ona göre hüküm vermeniz, tamamen aldatıcı ve yanıltıcı.

Bundan dolayıdır ki;

Hikmet ve hakikat dîni olan İslâm; iyi niyeti, ancak doğru olan ve düzgün yapılan ameller bahsinde ele alır. Bozuk olan bir amelin niyetini teraziye hiç koymaz.

Meselâ;

Fıkhen bozulmuş olan bir ibâdeti ya da abdestsiz kılınan bir namazı; Allah katında kabul ettirip kurtaracak hiçbir temiz ve iyi niyet yoktur. Semâdaki terazide;

«‒Yazıklar olsun!» dedirtecek şekilde bozuk bir namaza, hangi iyi niyet;

«‒Müjdeler olsun!» dedirtebilir?

Hâsılı;

Bir amele veya davranışa, değer itibarıyla gökte bozukluk mührü vurulmuşsa, onu sadece niyetle telâfi ne mümkün!

Zavallı ve gafil insanoğlu, işte bu noktada aldanıyor. Hiç olmayacak yerde, iyi niyetin arkasına saklanıyor.

Lâkin;

Haksız yere adam öldüren bir kimseyi Allah katında hangi niyet haklı çıkarır?

Çok iyi bir niyetle kul hakkı yemek, hiç helâl kabul edilebilir mi?

Çok iyi bir niyetle hırsızlıklar yapmak, doğru bir şey midir?

Çok iyi niyetle cehenneme yönelmek, akıl kârı mıdır?

Unutmayın ey canlar!

Niyet, kalbin meyvesidir.

Kötü amel de, nefsin meyvesidir.

Bunları aynı sandığa koyup aynı farz etmek, mikroplu bir mantıktır. Çünkü;

Nefsin zehirli ve zararlı meyvesini kalbin faydalı meyvesinin arkasına saklayıp da onu mazur ve masum göstermek, nedâmet ve pişmanlığı çok ağır ve çok acı bir çürümedir!

Ey dostlar!

Herkes;

Ömrünün tamamında köşe bucak arasın; bir tane bile kötü niyet bulamaz. Niye?

Bir de;

Yaptıklarına ve yaşadıklarına baksın; yığınla pişmanlık ve hüsran bulur. Niye?

Demek ki;

İnsan, kendini de, başkasını da iyi niyet etrafında aldatıyor. Günahlara da böyle dalıyor, yanlışlara da, kötülüklere de. Tuzak dolu iyi niyetler, beşerin ömrünü kötülüklerle yiyip bitiriyor. Bu fânî hayatta iyi niyet filân derken, ebedî bir hayat hüsrana dönüşüyor.

Dikkat et ey insanoğlu!

İyi niyet;

Kötü amelleri süslü gösteren sahte bir ayna olmasın!

Çirkinlikleri yıkayan zalim bir çamaşır makinesi olmasın!

Sonunda felâket doğuran ve dostu katleden bir cehâlet taşı olmasın.

Meşhurdur:

Adamın biri ayıyla dost olmuş. Araları çok iyi. Bir gün adam yemyeşil çimenlerin üzerinde uykuya dalmış. Gayet emin bir vaziyette istirahat hâlinde. Niçin? Çünkü kendisini koruyan güçlü bir arkadaşı var başında. Derken yüzüne bir sinek konmuş. Ayı; çok sevdiği dostunun uyanmaması için sineği bir kovalamış olmamış, iki kovalamış olmamış, üç kovalamış olmamış. En sonunda iyice öfkelenmiş ve;

«‒Benim dostumun uykusunu sana böldürmeyeceğim!» diye haykırmış.

Ardından da kocaman bir taşı kapmış. Ayı bu, sinek tam adamın yüzündeyken yapıştırıvermiş. Heyhat, sinek yine kaçmış. Fakat ayıyla dost olan zavallı adamın ise beyni dağılmış ve artık ebedî bir uykuya dalmış.

İbret;

Yapıda ayılık olunca, ondan dışarıya vuracak en iyi niyet de bundan başka bir şey olmuyor, olamıyor. Elbette bir çakalın da ortaya koyacağı iyi niyet, çakallık karakterinin dışında olamaz. Vahşî bir yırtıcının da iyi niyeti, kendi yapısından farklılık arz edemez. Kurt, domuz, yılan, akrep ve diğer haşeratın da iyi niyetleri, yapılarının bire bir özelliklerini taşır ancak. Çok ağır kokan bir leşin de, gerçekten iyi bir niyete sarılmak neticesinde etrafına gül gibi râyihalar saçabilmesi, asla mümkün ve muhtemel değildir.

Bu demektir ki;

Birinci derece mühim olan husus, yapılardaki olumsuzluk. Önce onların olması gerektiği yönde düzeltilmesi ve olgunlaştırılması şart. Tasavvufun, insanı evvelâ kalben, rûhen ve zihnen kötü yapı hükmündeki çirkin ahlâk ve berbat ârızalardan arındırıp da bütün bir iç âlemi tertemiz etmek sûretiyle güzel işlerde zirveye çıkarma metodunun hikmeti budur. Yoksa yalancılığı, ahlâksızlığı, gaddarlığı, vahşîliği ve âsîliği âdeta kendisine yapı edinmiş bir kimsenin iyi niyetinden ne doğar? Sadece bin bir kötülük. İyilik düşünse bile, öylesinden yine kötülük, sonra yine kötülük zuhur eder. Ne demişler:

Bal küpünden bal, sirke küpünden sirke, zehir küpünden de zehir sızar!

Şu var ki;

Zehrin ve kötülüğün açıkça bir müşterisi olmayacağı için onun simsar tüccarı, bunu zehir olarak değil de, mutlaka gerekli bir tedbir ve masum bir çare olarak pazarlar.

İşte bundan dolayı;

Görüntüde çok masum sebeplerle doludur en kötü işler bile. Yoksa hiçbir insan, kendisini iki dünya açısından da belâlı olan kötülüklere ikna ve râzı edemez. Maalesef masumâne sebepler devreye giriyor da, gafil kul; nefsâniyetini gizleyecek süslü bir kılıfın içinde bin bir yanlışı rahatça irtikâp ediyor.

Ben de biliyorum ey gafil!

Kalbin ve niyetin her zaman temiz. Öyle temiz ki, bir nokta bile toz yok belki. Ben bunu, senden daha fazla tasdik eder ve senden daha fazla iddia edebilirim. Hem o temizliğe hiçbir leke sürmem de, sürdürmem de. Fakat ben değil, mutlaka sen bilesin ki, koca bir cehâlet ambarı olan o cadı nefsin, her zaman kirli. O nemrut nefsinin her ameli, her zaman bozuk. Öyleyse uyan ve onu boşu boşuna iyi niyetlerle sarmalama! Bil ki, kötülükleri kılıflanan nefs, artık daha rahat bir şekilde türlü türlü cürümler işler.

Uyan;

Niyet odur ki, hayırlı amellere vesile olsun.

Hayra vesile değil de, şerre ve nefsâniyetin kötülüklerine sebep ve bahane olursa, onun gerçeği, şeytan çelmesinden ibarettir ve o niyet, her yönüyle sahtedir, zararlıdır, âfettir. Onun, lâfta iyi görünmesi ise, hiçbir değer oluşturmaz. Çünkü çok temiz ve enfes görünüp de yiyeni öldüren zehirli bir gıda gibidir o.

Ey insanoğlu!

Gıda çok güzel, çok lezzetli, çok mükemmel görüntülü ve çok değerli imiş ne çıkar, eğer zehirli ise! Bir niyet de ne kadar mükemmel, güzel ve temiz vaziyet arz etse de, ne çıkar, eğer kötü bir ameli maskeliyor ise!

İyi düşün;

İyi bir niyet, kötü ameli maskeleyip de zarara yol açmak için mi, yoksa kötülükleri bertaraf edip de faydalı amellere vesile olmak için mi?

Yine namazı incele;

Önce hadesten ve necâsetten tahâret, sonra doğru istikamet. Sonra da, niyet ve tekbir. Yani hades ve necâsetten temizlenmedikçe, niyet alıp namaza durmaya cevaz verilmemiş. Gayet tabiî; kirlerin üstünde temiz bir niyet, imkânsız ve geçersiz.

Elbette;

Temiz niyet, temiz amelde kendini gösterir. Doğru niyet, doğru davranışlarda kendini gösterir. Haklı niyet, hakkāniyetli bir gidişatta kendini gösterir.

Zıddı olarak;

Niyeti sadece dil ile ifade, bir bakıma sinsi bir sahtekârlıktır. Nefsin vartalarını örtbas oyunudur. Bu yüzden sırf dil, niyetin tek başına ifade malzemesi olmaktan çok uzaktır. Hiç şüphesiz niyetin kendisini en doğru ifade vasıtası, ancak zâhir olan davranışlar, ameller ve icraatlardır.

Bu itibarla;

Dilin başka, davranışların başka, kalbin başka bir şey söylediği ve başkalıklar ortaya koyduğu bir davranışta düzgün ve dengeli bir niyetten bahsedilemez.

Ey akıl!

Şu gerçeği kendine bir daha, sonra bir daha anlat:

Niyet, insanlara okunacak bir yazı değildir. O, kul ile Allah arasında gizli bir mâhiyettir. Kulun kullar arasında okuyabileceği net satırlar ise, yalnızca doğru davranışlardan ibarettir. Zaten kul, diğer kulun niyetini ne yapsa göremez. Göremediğinden dolayı da isabetli bir hükme varamaz. Davranışları ise elbette görmek mümkündür. Buna rağmen;

Görebileceklerine bakmayıp da göremeyeceği bir şeye odaklanmak ve orada hayal çevirmek, hakikate ters olması bir yana ortadaki kötü davranışları telâfi yerine daha muzır hâle getirmektir.

Malûm;

Kurdun niyeti kendine göre çok masumdur. Fakat parçaladığı kuzuların hâline bak!

Bir timsahın kendine göre niyeti çok haklıdır. Gözyaşları bile döker parçaladığı av dolayısıyla. Fakat parçalanan bedenlere bak!

Bir kātilin niyeti de, çok yerinde izahlarla doludur. Fakat öldürdüğü zavallıların hâllerine bir bak!

Bak da söyle;

Ortada var olan icraatı konuşmak yerine ortada olmayan niyeti konuşup da ona göre terazi kullanmak, akıl kârı mıdır? İşte en büyük yanılgıların en belirgin tomografisi bu!

Bu tomografi diyor ki:

Var olan ve belli olan gerçekler ile hareket etmeli. Belirsiz olan, görünmeyen ve üstelik istenildiği şekilde evirilip çevirilebilen, hattâ esintisine göre yalanlarla allanıp pullanabilecek olan bir şeyi değerlendirme terazisine koymak, ilâhî ve yegâne tartıda hükümsüzdür.

Bu yanlışta ısrar;

Ebedî netice için felâkettir. Şeytanın süslü yazdığı, aldanan insanın azdığı, belâlı bir gaflettir.

Zaten;

Şeytan mantıklı yazar,

Ondan okuyan azar! (Seyrî)

Ey idrak!

Bu yüzden hayat çarşısında şu lâkırdı hiç eksik olmaz:

«‒Kötü bir niyetim yok!»

Yahu niyetinin kötülüğünü konuşan mı var?

Fakat mesele bu değil.

Mesele;

Nasılsa niyeti konuşmak, mümkün değil ya insanlar için. İşte bu. Kötü niyetim yok ifadesini silâh olarak kullanıyor yanlış yapanlar.

Aslında;

Karşısındakinin kendi niyetine bir şey diyemeyeceğinden hareketle bunu silah olarak kullanan kimse, en kötü niyetliden daha tehlikeli bir girdaba dalmış oluyor.

Yine ibâdetten bir misal:

Farazâ;

«‒Namaz kılarken bir kişi yellense ne olur?»

El-cevap:

«‒Namaz da abdest de bozulur.»

İmdi;

Bu gerçeği tozlu bir rafa fırlatıp da;

«‒Kötü bir niyetim yoktu, istemeden oldu!» diyerek o vaziyette yani abdest almadan namaza devam etmek mümkün mü?

Gelelim işin hikmetine;

O bozulan namazı telâfi için tek mevzu, burada bu doğru sual ve onun doğru cevabıdır sadece, asla niyet değildir.

Dolayısıyla ey beşer!

Yanlış ve kötülükler bahsinde asıl meseleyi ve problemi gümbürtüye getirip de niyeti masaya koymak, sadece sinsi bir mevzu saptırmasıdır. Çünkü insan mevzu saptırması oluşturabilirse, kendi yaptığı kötülüğe karşı muhtemel menfî mukabeleden güya kendisini kurtarmış olacaktır.

Bu ise;

Nefsin ve şeytanın gizli bir taktiğidir.

Çünkü bu;

Kötülüğü koruyucu bir davranıştır.

Çünkü;

Bir kötülüğü bertaraf etme mevzubahis olduğunda eğer gündeme başka bir şey düşürülür de onu ameliyat masasına yatırmak unutturulursa, o kötülük daha da güçlenerek devam eder. Meselâ bir hastada kanser mikrobu olmasına rağmen doktor önünde sadece onun sağlam yönleri konuşulur da hiçbir şeyi yokmuş hükmü çıkarılırsa, tedavi devreye giremez. Netice ise hazin olur. Bu yüzden doktor önünde sadece hastalık ve ona sebep olan hususlar konuşulur ve asla mevzu kayması yapılmaz; ta ki doğru teşhis, doğru tedavi ve sıhhat gerçekleşsin.

Bir başka misal daha:

Arabanın tekeri patlak olsa, şoför de bu mevzuyu değiştirerek sürekli direksiyonun sağlamlığından dem vursa ve dese:

«‒Kardeşim; direksiyon mükemmel, yola çıkılır, gaza basalım!»

«‒Fakat teker?

«‒Onu karıştırma, ben direksiyonuma lâf dedirtmem.»

«‒Ama?»

«‒Lâf dedirtmem direksiyonuma dedim, o kadar! Tartışma bitmiştir, yola devam!»

Sonrası ne olur?

Belli.

Bu sebeple;

Niyetler, konu saptırmak için kullanılan bir tuzak da olmamalı.

Özetle ey insanoğlu!

Niyet bahsinde şu cümle aklından hiç çıkmasın:

Kirli amellere maske olan bir niyet, temiz değildir!

İllâ;

Amellerin doğruluğu ve temizliği.

İllâ davranışların düzgünlüğü ve iyiliği.

İllâ yaşayışta değerli ve faydalı işler yapabilmek.

İllâ ilâhî teraziye göre makbuliyet, güzellik ve mükemmellik.

İllâ Cenâb-ı Hakk’ın râzı olması.

Yâ Rab!

Nasîb et!

Âmîn!..”