BÜYÜK ODUNLAR KÜÇÜKLERLE TUTUŞTURULUR

YAZAR : Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com

h_c_demircan-yuzakidergisi-agustos2016

Bir gün Bâyezîd-i Bistâmî’ye gelen bir kişi;

“–Efendim! Ben otuz senedir gündüzleri oruç tutup, geceleri namaz kılıyorum. Ama kendimde hiçbir ilerleme göremiyorum. Hâlbuki îtikadım da düzgündür.” deyince, Sultânu’l-Ârifîn;

“–Sen bu hâlde üç yüz sene daha devam etsen, bir şeye kavuşamazsın. Çünkü nefs engelin var.” buyurur.

O kişi;

“–Efendim! Bunun bir çaresi yok mu?” diye sorunca.

Bâyezîd-i Bistâmî;

“–Var ama, sen kabul etmezsin.” buyurur.

O kişi ısrar edip;

“–Aman efendim, lütfen bildiriniz ve beni talebeliğe kabul ediniz. Ne emrederseniz yaparım.” deyince, Sultânu’l-Ârifîn;

“–Öyle ise şimdi evine git. Bu kıymetli elbiseleri çıkarıp, âdî ve eski bir elbise giy. Boynuna bir torba asıp içine ceviz doldur. Seni en iyi tanıyanların bulundukları sokağa git. Çocukları başına topla sonra;

«Bana bir tokat vurana bir ceviz, iki tokat vurana iki ceviz veriyorum.» de.”

O kişi bunları duyunca;

“–Sübhânallah, Lâ ilâhe illâllah. Ben bunları yapamayacağım. Bana başka bir şey emretseniz.” der.

Bâyezîd-i Bistâmî;

“–Senin ilâcın ancak budur ve biz de baştan; «Sen bunları kabul etmezsin.» diye söylemiştik. Yolumuzun esası, nefsi terbiye etmektir.” buyurur.

Bu kıssayı okuduğumda, hâfızamda, bu kıssaya hisse olabilecek bir hâtıra canlandı:

Çocukluğumda sık sık babaannemin ahretliği olan Kayserili Gürcü Teyzeye uğrardım.

Gürcü Teyze her seferinde; “Guzumm!” deyip yanaklarımı sıkar, cebime mutlaka birkaç ceviz sokuştururdu.

Cevizleri kırmakla uğraşmaz, eve gelince mutfaktaki sepete atardım.

Sepetteki cevizler birikince, Annem;

“Oğulcuğum bu cevizleri kır ki onlarla baklava yapayım.” deyip elime çorap söküğü dikerken kullandığı tahta yumurtayı tutuşturdu.

Nitekim güzel bir cevizli ev baklavası yaptı;

“Şimdi al bu baklavayı Gürcü Teyzene götür.” dedi.

Gürcü Teyze;

“Guzumm Allah râzı olsun, getirenlerin götürenlerin çok olsun, ama ben şeker hastasıyım. Tatlı yiyemiyorum, bunları yan taraftaki komşuya götür!” dedi.

Yan tarafta; tek katlı, pek girip çıkanının olmadığı, vîran bir ev vardı. Sokakta oynarken evden sürekli «tak tak» diye sesler geldiğinden, biz çocuklar için oldukça esrarengiz bir evdi.

O evde kimin yaşadığını anacığıma birkaç kere sormuştum;

“–Üstü başı pejmürde, meczup bir ihtiyar oturuyormuş herhâlde, sen işine bak!” deyip geçiştirmişti.

Şimdi Gürcü Teyze o eve gitmemi istiyordu. Başımı öne eğip kaldım. Bu, o eve gidemeyeceğim anlamına geliyordu;

“–Bak guzum götürüp vermezsen darılırım, bu ikramı asıl o evdeki amca hak ediyor.” dedi.

Korka korka gidip kapıyı tıklattım. Kapı aralıktı;

“Buyurun…” diye zayıf bir ses duyuldu.

Ayaklarım titreyerek içeri girdim, içerisi Mısır Çarşısı gibi baharat kokuyordu. Gözlerim içerinin loş ışığına alışınca fark ettim ki, her taraf çuval çuval ceviz doluydu, biraz ileride güler yüzlü bir ihtiyar oturuyor, oturduğu yerde ceviz kırıyordu. Onu görünce birden korkum kayboldu.

O kadar cevizi görünce Gürcü Teyzenin ne demek istediğini anladım, bana verilen cevizlerin kaynağı herhâlde burasıydı.

Elimdeki tepsiyi güler yüzlü ihtiyara verdim;

“–Gel evlâdım otur.” dedi.

“Allah râzı olsun, baklava mı getirdin bana, kim gönderdi bunları?”

“–Annem yaptı, yan komşunuz Gürcü Teyze de size getirmemi söyledi.” dedim.

Gülümsedi;

“–Aferin evlâdım. Sen iyi bir çocuksun, böyle de kalmalısın, şimdiden büyüklere taş çıkartıyorsun, ama zaten büyük odunlar küçüklerle tutuşturulur değil mi?” dedi.

Ben cevap veremeyince;

“–Ne demek istediğimi büyüyünce daha iyi anlayacaksın, anneciğine teşekkür ettiğimi söyle!” deyip, ceplerime ceviz doldurdu;

“Hadi şimdi git!” dedi.

Koşturarak eve geldim; hemen annemin yanına gidip, başımdan geçenleri ve o ihtiyar amcanın söylediklerini anlattım:

“Büyük odunlar küçüklerle tutuşturulur!”

Annem bir an şaşırdı, sanki suratına tokat yemiş gibi yüzü kıpkırmızı oldu.

“–Bu ne demek anne?” dedim.

“–Oğlum biz hayatın hay huyu içinde, etrafımızdaki değerlerin farkına varamamışız. Bu da bize ders olsun. Gürcü Teyzenden de bunu bize hatırlatmaya vesile olduğu için Allah râzı olsun.” dedi.

Evet, o gün, o ihtiyar; nefis terbiyesinin önemini ve çocukluktan başlamasının gereğini vurgulayan bu tasavvufî ifadeyle, bizlere bir ders vermişti.

O günden sonra o ihtiyarın adı; «Tak Tak Amca» oldu.

Artık annem sık sık «Tak Tak Amca»ya yemek gönderiyor. Ben de yemekleri bıraktıktan sonra, ceviz kırmasına yardım ediyordum.

«Tak Tak Amca»nın memleketinden hayırsever vatandaşlar, ona ceviz gönderirler; o da gelen cevizleri kırar, kırılan cevizleri ise tatlıcılar gelir alırlarmış. Yaptığı bu iş için bir kırma parası alır, onunla geçinirmiş; o tak tak sesleri oradan geliyormuş. Tabiî sadece ceviz kırmanın ücreti az olduğundan; gece-gündüz ceviz kırar, ancak geçimini sağlarmış, onun için de ortalarda görünmezmiş.

Bugünkü aklımla düşündüğümde o gün, o eve yeteri kadar bilgilendirilmediğim için gitmekten çekinmiştim. Ama bu tutum devam etseydi; kılığına kıyafetine bakıp, insanları küçük gören kibirli bir insan olup çıkabilirdim.

Bereket anacığım Bâyezîd-i Bistâmî’nin karşısına çıkan kişi gibi davranmayıp; ceviz torbasını başına geçirip tokat yemeye râzı oldu da, hem kendisini kurtardı, hem de ileriki yaşlarda benim aynı yanlışa düşmeme engel oldu.

Allah Teâlâ cümlemizi nefsini terbiye edenlerden, ömrünü Allah Teâlâ Hazretleri’nin yolunda, güzel ahlâk ile geçirenlerden eylesin. Âmîn…