HAZRET-İ ÖMERU’L-FÂRUK (R.A.)

YAZAR : Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

a_sarac_yuzakidergisi_nisan2016

Kur’ân-ı Kerim… Cenâb-ı Allâh’ın kelâmı… Sözlerin en güzeli… Bu, öyle bir kitaptır ki, en güzel ve en doğru yolu o gösterir. Ona yöneleni hidâyete erdirir.

Kin ve nefret dikenliğinden, sevgi ve muhabbet gülistanına yönelen öfkeli Ömer; bütün her şeyiyle Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- olma yolundaydı. Eniştesi ve kız kardeşinin evinde bir inkılâp yaşayan Mekke’nin yiğidi;

“Bu sözler ne kadar güzel, ne kadar değerli!” diye tekrarlayıp dururken, onun değişen hâlini gören Hazret-i Habbâb -radıyallâhu anh-, saklandığı yerden çıkarak, samimiyetle seslendi:

–Ey Ömer! Bir de beni dinle!

–Sen de mi buradaydın ey köle Habbâb!

–Buradaydım ey şanlı, şerefli Ömer!

–Ne işin var peki senin burada?

–Allah Rasûlü, enişten ve kız kardeşine Kur’ân okutmam için gönderdi beni. Eğer dinlersen, sana da diyeceklerim var.

–Söyle bakalım, bir de seni dinleyelim.

–Vallâhi, Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın duâsının senin üzerinde tahakkuk edip, hidâyetin sana nasip olmasını dilerim.

–Ne duâsıymış bu, ne hidâyeti?

–Bizzat kendim, dün Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın şöyle buyurduğunu işittim:

“Ey Allâh’ım! İslâm’ı, Ömer bin Hattâb veya Ebu’l-Hakem Amr bin Hişâm ile güçlendir!”1

–Sahi böyle mi duâ etti?

–Evet ey Ömer! Allâh’ın Rasûlü senin için böyle duâ etti. Sen düşmanlık etsen de, O sana duâ etti. Artık Allah’tan kork ey Ömer! Allah’tan kork ve putları terk edip müslüman ol!

–Beni O’na götür öyle ise!

–O’na bir zarar vermeyeceğini nereden bilelim?

–Benden O’na zarar gelmez artık ey Habbâb! O’na götür beni. Bu işin aslını bir de O’ndan dinleyeyim.

–O’nu bir kere ciddî olarak dinlersen, zaten mesele kalmaz.

–Nerede peki O?

–O, Safâ Tepesi’nin yanındaki bir evin içindedir!

–Hangi ev, kimin evi?

–Erkam’ın evi. Erkam bin Ebû’l-Erkam, evini Allâh’ın Rasûlü’ne açtı. Dâru’l-Erkam, İslâm’ın eğitim ve öğretim müessesesi oldu. Allah Rasûlü, ashâbı ile orada buluşuyor. İslâm talim ve terbiyesi orada yapılıyor.

–Beni de oraya götür haydi!

–Büyük bir memnuniyetle! Allah sana hidâyet versin ey Ömer!

–Sen de sürekli hidâyet üzere kal ey Habbâb!2

İslâm ve müslümanların en çetin düşmanlarından olan canavar Ömer; bütün dünyada adâleti ile ün yapacak Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- olmak için, kılıcını kuşanmış bir hâlde, Hazret-i Habbâb -radıyallâhu anh- ile beraber Dâru’l-Erkam’a doğru yola koyuldu.

Hazret-i Habbâb, sevincinden ağlamaya başladı. Bir yandan da şükrediyordu Allâh’a. Hazret-i Ömer gibi çok büyük bir değer kazanıyorlardı…

Dâru’l-Erkam’ın önüne gelip kapıyı çalarak, hafif sesle de seslendi. İçeridekiler bir anda Hazret-i Ömer’in sesini işitince; Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın yanında bulunanlardan biri olan Hazret-i Bilâl -radıyallâhu anh-, kalkıp kapının gediğinden dışarı baktı. Hazret-i Ömer’i kılıcını kuşanmış olarak görünce, korktu. Büyük bir endişe ve telâşla Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın yanına döndü:

–Yâ Rasûlâllah! Bu gelen, Ömer bin Hattâb olup, kılıcını kuşanmış bir hâldedir!

Onun bu endişesini gören Hazret-i Hamza -radıyallâhu anh- devreye girdi:

–Bırakın gelsin! Eğer iyilik için geldiyse, kendisine istediği iyiliği ederiz! Eğer kötülük için geldiyse, onu kendi kılıcıyla öldürürüz!

Rasûlullah -aleyhisselâm- ise, tebessüm ederek şöyle buyurdu:

–Ona izin veriniz!3

Kapıyı açan Hazret-i Bilâl-i Habeşî;

“–Hoş geldin ey Ömer!” diyerek yol gösterdi. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- da içeri girdi.

Rasûlullah -aleyhisselâm-, kalkıp ona doğru vardı ve kendisini avluda karşıladı. Kuşağından ve ridâsının toplandığı yerden tutup, kendisine doğru hızlıca çekerek, gazaplı bir tebessümle sordu:

–Yâ Ömer bin Hattâb! Niçin geldin?4

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- hayatında ilk defa bu kadar heyecanlanmıştı. Yüreğini ortaya koyan sözünü söyledi:

–Yâ Rasûlâllah! Ben buraya Allâh’a, Allâh’ın Rasûlü’ne ve O’na Allah’tan gelen şeylere îmân edeyim diye geldim!

Bunun üzerine, Rasûlullah -aleyhisselâm- sevincinden tekbir getirdi:

–Allâhu Ekber!5

Peygamberimiz -aleyhisselâm- böyle tekbir getirince, o anda orada olan sahâbîler de tekbir getirdiler! Tekbir sesleri Mekke’nin sokaklarına yayılarak, müşriklerin evlerine varıncaya kadar yankılandı!

Hazret-i Hamza’nın müslüman olmasının üçüncü günüydü bu. Nübüvvet’in altıncı yılı, Zilhicce ayı ve Cuma günüydü.6

İslâm ile şereflenen ve Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- olan bu yiğit; önce Rasûlullah -aleyhisselâm-’a, sonra da o anda orada olan sahâbîlere baktı. Tekrar dönüp Rasûlullah -aleyhisselâm-’a bakarak, içinin coşkusunu dile getirdi:

–Yâ Rasûlâllah! Biz, ister ölü, ister diri olalım; hak üzere değil miyiz?

Rasûlullah -aleyhisselâm- cihanı aydınlatan bir gülümsemeyle cevap verdi:

–Evet! Varlığım kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki; siz, ister ölü olunuz, ister diri olunuz, hiç şüphesiz hak üzeresiniz!

–Yâ Rasûlâllah! Biz hak üzere bulunduğumuza, onlar bâtıl üzere olduklarına göre, biz ne diye dînimizi gizliyoruz? Vallâhi, biz İslâmiyet’i küfre karşı açıklamaya daha haklı, daha lâyığız! Dışarı çıkıp açıklayalım bunu! Allâh’ın dîni muhakkak üstün gelecektir! Kavmimiz bize karşı taşkınlık etmek isterlerse, kendileriyle çarpışırız. İnsaflı davranmak isterlerse, onu da kabul ederiz!

–Biz, sayıca çok azız!7

–Seni hak din ve kitap ile Rasûl olarak gönderen Allâh’a yemin ederim ki; hiç çekinmeden, korkmadan gidip İslâm inanç esaslarını açıklamadığım bir küfür meclisi kalmayacaktır! Ancak biz hemen şimdi ortaya çıkalım! Kâbe’nin yanına varıp, Hakk’ı haykıralım!

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- bu teklifi yapınca, iki saf hâlinde çıktılar. Saflardan birinin başında Hazret-i Hamza, diğer safın başında Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- vardı.

Sert adımlarla öyle bir yürüdüler ki, ortalığı toz toprak kapladı. Bir yandan da tekbir getiriyorlardı. Bu şekilde gidip Mescid-i Harâm’a girdiler.

Ne olup bittiğini anlamaya çalışan Kureyş müşrikleri, şaşkınlık şokuyla önce Rasûlullah -aleyhisselâm-’a baktılar. Sonra bir Hazret-i Ömer’e, bir Hazret-i Hamza’ya, bir de bunlarla beraber olan kırk sahâbîye baktılar. Bu manzara karşısında dehşetten dehşete düştüler. Onlar, o gün, bir benzerine daha uğramadıkları hüzün ve kedere uğradılar.

İşte bu büyük olayın ardından Rasûlullah -aleyhisselâm-, Hazret-i Ömer’e tebessümle bakarak şöyle buyurdu:

–Fâruk! Sen artık Ömeru’l-Fâruk’sun!8

«Fâruk» «Hak ile bâtılı ayıran» demekti. Hak ile bâtıl arasındaki kesin ayırıcı çizgiyi ortaya koyan Mekke’nin bu bahadırı «Ömeru’l-Fâruk -radıyallâhu anh-» olmuştu artık.

Her şeyleri ile büyük sarsıntı geçiren müşriklere dönen Ömeru’l-Fâruk -radıyallâhu anh-, sesinin bütün tonu ile haykırdı:

–Aldanmışız! Yanılmışız! Kaybetmişiz! Allâh’ın Rasûlü’nü ve O’nun Allah’tan getirdiklerini reddetmekle çok şey kaybetmişiz! Allah bana hidâyet nasip etti! Siz de karşı koymayı bırakıp İslâm’a girin! Müslüman olun, kurtulun!

Neyi reddettiğini bilmeyen, neyi kaybettiğini de bilemez! Hazret-i Ömeru’l-Fâruk -radıyallâhu anh- bu dersi veriyordu. Peygamber Efendimiz’e tâbî olan her müslüman, bu sese kulak vermelidir.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_______________________________

1 İbn-i Sa’d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 267.
2 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 1, s. 368-369.
3 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, c. 2, s. 86.
4 Ebû’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 80.
5 Muhibbu’t-Taberî, Riyâdu’n-Nadrâ, c. 1, s. 252.
6 Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 218.
7 Halebî, İnsânü’l-Uyûn fî Sîreti’l-Emîni’l-Me’mûn, c. 2, s. 22-23.
8 Diyarbekrî, Târihu’l-Hâmis fî Ahvâl-i Enfüsî Nefis, c. 1, s. 296.