KARDEŞLİK HUKUKU ve MES’ÛLİYETLERİ

YAZAR : Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

nurten-selma_cevikoglu-yuzakidergisi-subat2016

Kardeş kelimesinin tüm hâlleriyle anlamının bitirildiği, dostluğun yerine düşmanlığın hâkim olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Neredeyse rûhumuzun her zerresine sirâyet eden «beşerî ideolojiler», düşünme melekemizi dahî köreltti. Bugün işleyen sistem; Hazret-i Musa -aleyhisselâm-’ın bağlılarını, Hazret-i İsa -aleyhisselâm-’ın bağlılarına; Hazret-i Musa -aleyhisselâm- ve Hazret-i İsa -aleyhisselâm-’ın bağlılarını ümmet-i Muhammed -aleyhisselâm-’a düşman etmiştir. Hâlbuki vakt-i zamanında bütün peygamberler; kendilerinden önceki peygamberleri kabul etmişler, kendilerinden sonrakini müjdelemişlerdi. Hak olan hakikatler, bu şekilde tecellî ederdi.

Ama bugün insanlar, insanlık adına yaptıkları tahribatlarla ne yazık ki «kardeşlik hukuku»nu zedelemişlerdir. Ayni dîne mensup kişiler arasında; kardeşlik yerine tefrika, birleşme yerine ayrılık, diğergâmlık yerine bencillik tohumları ekilmiştir. İtikādî, mezbebî ve ırkî faktörler öne çıkarılıp birbirlerine düşman topluluklar oluşturularak insan gücü boş yere hebâ edilmiş ve edilmektedir. Bu insan ve güç israfı, artık kabul edilemez boyutlara ulaşmıştır.

En son ve en mükemmel dînin mukaddes kitabı Kur’ân-ı Azîmüşşân; inanç-gaye ve davranış birliği açısından, müslümanları kardeş olarak gördüğünü açıklar. İşte delili olan âyet-i kerîmeler:

“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan ittikā edip korkun; umulur ki merhamete ulaşırsınız.” (el-Hucurât, 10)

“Allâh’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın ve Allâh’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Yine siz tam bir ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidâyete erersiniz diye; Allah, size âyetlerini işte böyle açıklıyor.” (Âl-i İmrân, 103)

“Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: «Rabbimiz! Bizi ve bizden önce îmân etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde îmân edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz! Gerçekten Sen; çok şefkatlisin, çok merhametlisin.»” (el-Haşr, 10)

Âyet-i kerîmelere baktığımızda, müslümanların kardeş olması belirtilirken bir de «kardeşlik çerçevesi» çiziliyor. Peygamberimiz -aleyhissalâtu vesselâm-’ın muhtelif hadislerinde de «kardeşlik hukuku» anlatılıyor. Dolayısıyla müslümanların birbirleriyle kardeşlik fazîletiyle ortak işbirliği içinde olmaları, aralarında ayrılığa düşmemeleri; eğer ki, böyle bir durum olursa da aranın Hak ve adâlet adına düzeltilmesi gerektiğine işaret ediliyor. Düzeltilmezse ayrılığa düşüleceğine, aralarındaki düşmanlığın yayılacağına, güçlerin kaybedileceğine, hangi konuda olursa olsun mü’minlerin birbirlerine kin gütmelerinin doğru olmadığına, bağışlamanın ve affetmenin fazîletine vurgu var âyet-i kerîmelerde. Bu hakikatler Kur’ânî gerçekler, ulvî ve kutsî erdemler. Üstüne konuşulamaz dahî…

Ancak günümüzde bilhassa müslümanlar arasında ayrılık-gayrılık kavramları köpürtülerek; bu Kur’ânî gerçeklere rağmen, farkına varılmadan maalesef mü’minler birbirlerine düşürülmek isteniyor. Hâlbuki Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm- devrinde, soy-sop-kabîle kavramlarının öne çıkarıldığı, kan bağının öncelendiği bir zihniyet hâkimiyeti mevcutken, Efendimiz -aleyhissalâtu vesselâm-; her türlü ırkî bağı dînî değerlerin dışına itip, bunun yerine din ve inanç birliğini koyarak, güçlü bir sosyal toplum ağı tesis etmiştir. Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtu vesselâm-’ın, aile-aşîret-nesep-kavim gibi kan bağına dayalı birlik duygularının önemini kabul etmesiyle beraber; toplum arasında pek yaygın olan son derece iptidâî şahsî ve ırkî taassubu olan asabiyet anlayışına köklü değişiklikler getirerek insanlar arasında fazîlet erdeminin yerleştirilmesini sağlamıştır.

Din kardeşliği insanları birbirine bağlamada en tesirli âmildir. Ancak din kardeşliğinin mü’minlere yüklediği mes’ûliyetler vardır. Bunları yerine getirmek inancımızın gereğidir. Yüce dînimizin Peygamberi Muhammed -aleyhisselâm-’ın bu hususta pek çok hadisleri vardır. Şimdi de onlara bir bakış atalım:

“Mü’min, mü’minin kardeşidir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 49)

“Sizden biriniz; kendisi için sevip arzu ettiği şeyi, din kardeşi için de sevip istemedikçe (gerçek mânâda) îmân etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân, 6; Tirmizî, Kıyâmet, 59)

“Nefsim yedinde olan Allâh’a yemin ederim ki, îmân etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de îmân etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selâmı yayın.” (Buhârî, Edeb, 27)

“Birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve acımalarında mü’minler; tek bir vücuda benzerler. Vücudun bir organı rahatsız olunca, diğer organları da uykusuzluk ve ateş ile onun rahatsızlığını paylaşır.” (Buhârî, Edeb, 27, 41)

Bir mü’minin; diğer bir mü’min kardeşine, her hâlükârda yardımcı olması gerekir. Peygamberimiz -aleyhisselâm- bir hadislerinde;

“Zalim de olsa, mazlum da olsa mü’min kardeşine yardım et!” buyurmaktadır. Zalime nasıl yardım edileceği ise şu çarpıcı sözlerle dile getirilir:

“Onu zulümden el çektirirsin. Ona yapacağın yardım işte budur.” (Buhârî, Mezâlim, 4; Müslim, Birr, 62) Kardeşliğin bir gereği de, zulme meyleden diğer kardeşlerini uyarmak ve onları hizaya getirmek için çalışmaktır. Bu tür bir yardımlaşma fertlerin ve toplumların selâmeti için oldukça önem arz eder.

Yine Efendimiz -aleyhisselâm-;

“Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirini bütünleyen bir bina gibidir.” buyurur. Hadîsi rivâyet eden Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’nin bunu tarif için parmaklarını birbirine geçirdiği zikredilmektedir. (Buhârî, Salât, 88; Tirmizî, Birr, 18)

Başka bir hadislerinde Sevgili Peygamberimiz -aleyhissalâtu vesselâm- şöyle buyurmaktadır:

“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim kardeşinin ihtiyacını görürse, Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir müslümanın sıkıntısını giderirse Allah da o sebeple onu kıyâmet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah da o kimsenin ayıp ve kusurunu (kıyâmet gününde) örter.” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)

Yine İki Dünyanın İncisi -aleyhissalâtu vesselâm- şöyle buyurmuştur:

“Birbirinizle hasetleşmeyin. Almayacağınız bir malın fiyatını müşteri kızıştırmak için artırmayın. Birbirinize kin ve nefret beslemeyin. Birbirinize darılıp yüz çevirmeyin. Birinizin satışı üzerine başka biriniz satış yapmasın. Ey Allâh’ın kulları, böylelikle kardeş olun. Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez ve onu hakîr görmez. -Peygamberimiz üç defa göğsüne işaret ederek buyurdular ki- Takvâ buradadır. Müslüman kardeşini hor ve hakîr görmesi, bir kimseye şer olarak yeter. Her müslümanın kanı, malı ve ırzı başka müslümana haramdır.” (Buhârî, Nikâh, 45; Müslim, Birr, 30-32; Ebû Dâvûd, Edeb, 47; Tirmizî, Birr, 24)

Bu ve buna benzer muhteşem hadîs-i şeriflere baktığımızda, kardeşlik hukuku açısından birbirimize karşı yapmamız gerekenler olduğu anlaşılır. Bir kere mü’min mü’mini sevecek. Onun sevinmesiyle sevinecek, derdiyle dertlenecek, acısı acısı olacak. Müslümanlar birbirlerine maddeten ve mânen yardım edecek. Kendisinin bulunmadığı yerde kardeşinin hukukunu çiğnetmeyecek, iftira ettirmeyecek, malını-ırzını-şerefini koruyacak. Hastaysa ziyaret edecek, öldüyse cenazesinde bulunacak, ihtiyacı olduğunda borç verecek, sırrını gizleyecek, gıybetini etmeyecek, zan yürütmeyecek. Dahası var bunlar hep hadîs-i şeriflerde belirtilmiştir; selâm verdiğinde daha güzeliyle mukabelede bulunacak, iyiliği emredecek-kötülükten sakındıracak, onu himaye edecek, ezâ ve cefâsına tahammül göstererek sabredecek. Mü’min; kardeşiyle küsmeyecek, kin gütmeyecek, haset etmeyecek, her zaman merhametli, şefkatli ve yumuşak olacak. Müslümanlar arasında husûmet olursa arayı bulacak, zalimin zulmüne engel olacak, mazluma sahip çıkacak. Ne aldanacak ne aldatacak. Komşuluk ve akrabalık hukukuna riâyet edecek.

İşte bu saydığımız ölçüler, insanlar arası geçimde en temel fazîlet prensipleridir. Hepsi de Hazret-i Peygamber Muhammed Mustafâ -aleyhissalâtu vesselâm-’ın bütün insanlığa, hâssaten de müslümanlara tavsiyeleridir. Bugün nasıl da bu ölçülere muhtacız, değil mi? Zira günümüzde insanlar olarak bir arada yaşarken, en temel ölçüleri kaybetmiş bir hâlde yaşıyoruz. Toplumda müthiş bir ahlâkî savrulma mevcut. Kimse birbirini önemsemeden, birbirine değer vermeden hayatını sürdürüyor. Sosyal ilişkilerde değer tanımazlık had safhada. Bunları akıl sahibi kimse tasvip edemez.

Biz yalnızca dindaşlarımızla değil, dünyadaki tüm mazlumların derdiyle hemhâl olacak ulvî değerlere sahip bir milletiz. Dünyadaki tüm zulme uğrayan bîçâreler; bilhassa da kendi din kardeşlerimizin «dertleri derdimiz»dir, acıları acımızdır. Onların üzüntüleri bizim üzüntümüzdür, onların problemi bizim problemimizdir. Hele ağlayan İslâm coğrafyasında her ağlayan müslüman, bizim mü’min yüreğimizi kanatmaktadır. Ne yapılabilir? Endişesiyle kıvranıyoruz… Zira biz müslümanız ve biz kardeşiz. Kardeşlik hukukumuz çiğnenmesin isteriz.

Suriye’de aylardır akan, kan benim derdimdir.

Gazze’deki evsiz kardeşlerim, benim üzüntümdür.

Irak’ta bombalarla tahrip olan yerler; benim geçmişimdir, tarihimdir.

Yıllardır İsrail tarafından zulme uğrayan Filistinli kardeşlerim, benim canımdır.

Doğu Türkistan’da zalim Çin yönetimi tarafından oruç tuttuğu için katledilen müslümanlar; benim üzüntümdür, sıkıntımdır.

Afganistan’da «el-Kāide» denerek bombalanan siviller, benim kardeşlerimdir.

Mısır’da zalim Sisi’nin, tıpkı bir zamanların «Abdunnasır»ı gibi hapislere doldurulup işkencelere tâbî tuttuğu «İhvân-ı Müslimîn»in acısı, acımdır.

Afrika’nın pek çok ülkesinde açlık sınırının altında yaşamaya çalışan kardeşlerimin derdi, derdimdir.

Bayırbucak’ta Rus uçaklarıyla bombalanan Türkmen kardeşlerimin üzüntüsü, benim üzüntümdür.

Tunus’ta, Libya’da, Yemen’de, Çeçenistan’da, Sırbistan’da -daha sayamıyorum- pek çok farklı ülkelerde haksız yere öldürülen, hakları gasp edilen mü’minler; benim kardeşimdir.

Kardeşlerimin derdi, benim derdimdir.

Ey aziz müslüman! Derdin derdimdir…