GERÇEK HAYAT ÂHİRET HAYATIDIR

YAZAR : Yard. Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

mustafa_canli_yuzakidergisi_ocak2016

BİR HADİS:
عَنْ اَب۪ي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ،
قَالَ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
«اَلدُّنْيَا سِجْنُ الْمُؤْمِنِ وَجَنَّةُ الْكَافِرِ»
Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’ten rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Dünya; mü’minin hapishanesi, kâfirin de cennetidir.” (Müslim, Zühd, 1)
BİR MESAJ: Dünyaya dünya kadar, âhirete de âhiret kadar değer ver.

“Allâh’ım! Gerçek hayat ancak âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Cihad, 110)

İnsanoğlunun yaşaması gereken beş temel safha vardır: Ruhlar âlemi, anne karnında geçirdiği dönem, dünya hayatı, kabir hayatı ve âhiret hayatı. Bu safhalardan ikisi yani dünya ve âhiret hayatı, insan için çok ehemmiyet arz eder. Diğer safhalardan farklı olarak dünya hayatı, insana iradenin verilip sonsuz âhiret hayatının şekillendiği yer olması bakımından önemlidir. Âhiret hayatı ise insanın sonsuz hayatını yaşayacağı yerdir, adı üzerinde artık ondan sonrası yoktur.

Bu bakımdan anne karnından dünya sahnesine inen insanın; dünya ve âhiretin ne olduğunu bilmesi, ona göre bir dünya hayatı yaşaması gerekmektedir. Kelime olarak dünya; ölüme yakın olan, değersiz gibi mânâlara sahiptir. Âhiret ise; ölümden sonraki hayat, diğer hayat demektir. Öteki hayat da diyoruz biz buna. Dünya ve âhiret hayatının ne olduğu ile ilgili Rabbimiz Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Âhiret yurduna gelince, işte asıl hayat orasıdır. Keşke bilmiş olsalardı!” (el-Ankebût, 29/64)

Demek ki dünya hayatı, oyun ve eğlenceden ibarettir. Âhiret hayatı ise gerçek hayattır.

Dünya hayatı gelip geçici olan, sonlu olan hayattır. Âhiret hayatı ise kalıcı olan, sonsuz olan hayattır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.” (er-Rahmân, 55/26-27)

Dünya imtihan yeri, âhiret ise hasat yeridir. Aslında insan; dünya hayatında yaşarken sonsuz âhiret hayatındaki yerini, akıl ve iradesiyle kendi belirlemektedir.

Ârif Nihat’ın dediği gibi;

Dediler: Cehennemde odun bulunmaz,
Yolcu, yakacağını kendi götürür.
Anladım ki cennete giden de burdan,
Gülünü zambağını kendi götürür.

Dünya mü’minin hapishanesi, kâfirin cennetidir. Onun için mü’min olan, dünyada ebedî kalacakmış gibi davranamaz, zevk ve eğlence içinde geçen bir hayat süremez. Ama kâfir; îmân olmadığı için, helâl-haram ayırmadığı için istediği gibi, nefis ve şeytanın emrinde bir hayat sürer. Zaten zevk ve eğlence adına, lezzet adına gördüğü göreceği, dünyada aldığı kadardır. Âhirette onun ateşten başka hiçbir nasibi yoktur.

Öyleyse dünya ve âhirete nasıl bakmalıyız? Nasıl olur da dünya hayatını avantaja çevirebiliriz? Nasıl olur da hem dünyada hayat sürüp hem de bir yandan âhiret için hazırlık yapabiliriz?

Hem bu sorulara cevap sadedinde hem de dünya ve âhirete bakış açımızın nasıl olması gerektiği ile ilgili şu beş esastan bahsedebiliriz:

Birinci esas; dünya ve âhirete değerleri kadar değer vermektir. Öncelikli olarak dünyanın değersizliğini beynimize, gönlümüze yerleştirmemiz gerekiyor. Dünyanın değersizliği ile ilgili Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:

“Allah katında dünyanın bir sinek kanadı kadar kıymeti olsaydı, kâfirler ondan bir yudum su bile içemezlerdi.” (Tirmizî, Zühd, 13)

Peki, dünya değersizse hiç mi para kazanmayalım, ev, araba almayalım? Hayır öyle değil tabiî ki. Bunların belki hepsini yapalım ama gönle sokmayalım.

İşte dünya ve âhirete bakış açımızda bize rehber olacak ikinci esas; “El kârda, gönül yârda.” prensibi istikametinde yaşamaktır. Bilindiği üzere bir defasında Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin halîfesi Muhammed Pârisâ Hazretleri, müridleriyle birlikte hacca gitmişler. Önce Rasûl-i Ekrem Efendimiz’i ziyaret için Medine’ye uğramışlar. Çarşıda gözleri bir gence ilişmiş. Ticaret yapıp altınları kazanmaktaymış. Tam;

“Şuna bak! Dünyaya ne kadar dalmış…” diye düşünürken Muhammed Pârisa Hazretleri gencin kalbine nazar etmiş ve bakmış ki gencin eli altınlarla doluyken kalbi;

“Allah!.. Allah!..” diyor. Bunun üzerine müridlerine dönerek;

“Mâşâallah! El kârda, gönül yârda.” demiş. Sonra Mekke-i Mükerreme’ye geçilmiş. Kâbe ziyareti esnasında Kâbe örtüsüne yapışmış, gözyaşları içinde birini görmüşler;

“Ne güzel! Keşke bunun gibi olabilsek…” diye düşünürken kalbine bir nazar edilmiş ki meğer adam, Allah’tan dünyalık istemekteymiş. Bunun üzerine Muhammed Pârisa Hazretleri;

“El yârda, gönül dünyada.” buyurmuş.

Bu bakımdan hangi işi yaparsak yapalım, ne kadar para kazanırsak kazanalım, ne kadar evimiz arabamız olursa olsun, onları asla kalbimize koymamalıyız. Bütün bunları; Rabbimiz’den gelen lütuflar olarak görmeli, dünya hayatını sürdürmemizi sağlayan vesileler olarak bilmeliyiz.

Dünya ve âhirete bakışımızda etkili olan bir diğer esas, dünyada yolcu gibi olmaktır. Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Bir gün Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, omuzumdan tuttu ve;

«Sen dünyada bir garip veya bir yolcu gibi ol!» dedi.” (Tirmizî, Zühd, 13)

Bir başka sözünde Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, insanı bir ağacın gölgeliğinde dinlenen sonra yoluna devam eden bir yolcuya benzetmektedir.

Onun için biz bu dünyada garibiz, gurbetteyiz, asıl vatanımızdan uzağız. Veya bir yolcu gibiyiz. Diyelim ki bulunduğumuz yerden İstanbul’a seyahat ediyoruz. Otobüsümüz yolda bir dinlenme tesisinde mola verdiğinde;

“Aaa burası çok güzelmiş, burada kalayım.” der miyiz?

Bu bakımdan yerken, içerken, gezerken dolaşırken, otururken, iş yaparken; bu dünya hayatında bir yolcu gibi olduğumuzu, gurbette olduğumuzu hiç aklımızdan çıkarmamalı, bu konuda gaflete düşmemeliyiz. Unutmayalım ki; asıl vatanımız, ahiret yurdudur.

Bir de her an Allâh’ın huzûruna çıkacağımızı da unutmamak gerekir. Dünya ve âhirete bakışımızda etkili olan bir diğer ilke; “Bugün ölecekmiş gibi âhiret için, yarın ölecekmiş gibi dünya için çalışmak.” ilkesidir. Yani bir yandan dünya için çalışırken, bir yandan da her an ölüme hazırlıklı olmak; gitmeden önce âhiret için hazırlık yaparak öncesinden bir şeyler göndermek…

Cenâb-ı Hak, bu konuda mü’minleri şöyle uyarmaktadır:

“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-Haşr, 59/18)

Oraya ne götürüyorsun? Ne sunacaksın Rabbine?

“İşte yâ Rabbî! Bu benim yaşadığım hayat.” diye alnının akıyla sunabileceğin bir hayatın var mı?

Hayat kitabında neler var? Namazlar, zikirler, tefekkürler, sadakalar, tebessümler mi var? Yoksa isyanlar, gafletler, cimrilikler, fâizler, kahkahalar mı var?

İşte bütün bunların muhasebesini yapıp dünya ve âhiret dengesini gözeterek Rabbimiz’in râzı olacağı bir hayat yaşamaya çalışmalıyız.

Dünya ve âhirete bakış açımızı belirleyecek sonuncu ve beşinci esas; dünya-âhiret dengesini gözetmektir. Dînimizin en önemli esaslarından biri, dengedir. İtidal diyoruz biz buna. Yani ifrat ve tefritten uzak, dengeli ve itidal üzere bir hayat yaşamak. Söz ve davranışlarda denge, yeme-içmede denge hattâ ibâdette denge… Diyebiliriz ki İslâm, denge dînidir.

İnsan beden ve ruhtan yaratılmış bir varlıktır. Onun için beden ve ruh dengesini muhafaza etmek her mü’min için bir vecîbedir. Mü’minler olarak, dünya ve âhiret dengesini gözetmek durumundayız. Bir seferinde Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ne kadar nâfile ibâdet yaptığını öğrenmek isteyen üç sahâbî, Efendimiz’in eşlerine bu hususu sordular. Kendilerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in nâfile ibâdetleri bildirilince, onları azımsadılar ve;

“Allah Rasûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmıştır.” dediler. İçlerinden biri;

“Ömrümün sonuna kadar bütün gece uyumaksızın namaz kılacağım.” dedi. Diğeri;

“Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim.” dedi. Üçüncüsü de;

“Ben de kadınlardan uzak duracak evlenmeyeceğim.” dedi.

Bir müddet sonra Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yanlarına geldi ve şöyle buyurdu:

“Şöyle şöyle diyenler sizler miydiniz? Bakın sizi uyarıyorum! Allâh’a yemin ederim ki, Allah’tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı olanınız benim. Ancak ben bazen oruç tutuyor ve bazen tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.” (Buhârî, Nikâh, 1)

Görüldüğü gibi dengeli olmak, dengeli yaşamak aynı zamanda Peygamber Efendimiz’in bir sünnetidir. Onun için ebedî hayatımızın şu dünya hayatı safhasında; dünya-âhiret dengesini gözeterek bir hayat yaşamaya çalışmak, dünyaya değeri kadar, âhirete de değeri kadar değer vermemiz gerekmektedir.

Rabbimiz, bizlere dünya ve âhiret dengesini kuran mü’minlerden eyle!..

Rabbimiz; bizleri dünyada yolcu ve garip gibi durup, gerçek hayat olan âhiret hayatı için sâlih amel işleyenlerden eyle!..

Rabbimiz, bizleri Sen’in hoşnutluğundan ve rızandan ayırma!..
Âmîn…