TEVÂZU BUNUN NERESİNDE?

YAZAR : Sami BÜYÜKKAYNAK skaynak48@hotmail.com

sami_buyukkaynak_yuzakidergisi_kasım2015

Modern zamanlarda yitirilen değerlerden biridir, tevâzu.

Zira;

Modernleşme, göstermeyi ve gösteriyi önceler. Bununla, «üstünlüğün kapitalde ve konumda olduğunu» dünya görüşü olarak yerleştirmeye çalışır.

Bunun için;

Modern dünyada, titr önemlidir; oturulan ev, binilen araç, kazanılan para, kullanılan âlet-edevat bir üstünlük aracıdır.

Durum böyle olunca;

Tevâzu gibi bir değer, modern dünyanın tanımadığı, kabullenmediği bir değerdir. Çünkü tevâzu, modernitenin önünde bir mâniâdır.

Modern insan; övünmelidir, yükselmek için birilerinin omzuna basmalıdır, başkalarını kaāle almamalıdır, onlara yeri geldiğinde zulmetmelidir; yürüyüşü, konuşması, bakışı, tavrı değişmelidir.

Gelenek ile modern arasındaki dağlar kadar fark, kendini herkese hissettirmelidir. Bu dayatılan tanımlama ile ortaya çıkan insan tipi karşısında yer alan İslâm’ın mütevâzı insan şahsiyetinin bir araya gelmesi düşünülebilir mi?

Tabiî ki hayır.

İslâm; konumu, durumu ne olursa olsun İslâm şahsiyetinin iki vasfından bahseder:

1. Müslüman; her durum ve şerâitte yürüyüşünü, bakışını, tavrını değiştirmez. (el-İsrâ, 37; el-Furkān, 63)

2. Müslüman, Allâh’ın yarattığı bir kuldur.

Üstünlük; konumda, parada, malda ve mülkte değil, takvâdadır. (el-Hucurât, 13)

Bu âyetlerin tezâhürü olarak, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in; müslümanları ikazları ve müslümanın hayat anlayışını imar edici yönlendirmeleri de müslümanın durum ne olursa olsun şahsiyetini kaybetmemesi, insan olduğunu unutmaması önceliğinde, müslümanın muhataplarına karşı tavrını şekillendirmesi yönündedir.

Sahâbeden İyaz bin Hımar -radıyallâhu anh-’ın anlattığına göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün hutbe îrad etmek için ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:

“Allah bana;

Mütevâzı olup, birbirinize karşı övünmemenizi ve;

Birbirinize karşı haddi aşan davranışlarda bulunmamanızı vahyetti.” (Müslim, Cennet, 64)

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’ın anlattığına göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Müslüman kardeşini küçük görmesi, kişiye kötülük olarak yeter.” (Müslim, Birr, 32) buyurdu.

Yine Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’ın aktardığına göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; elbisesiyle hava atarak, kibirlenerek yürüyen kimseye Allâh’ın kıyâmet günü rahmet nazarıyla bakmayacağını ifade etmiştir. (Müslim, Îmân, 147)

Günümüzde hayat şartlarının modern anlamda sürekli değişmesi; bunun neticesinde insanların gelir seviyesinin artması ve insanların gelir seviyelerinin arasında uçurumların meydana gelmesi, müslüman toplumları da menfî yönde etkilemiştir.

Öyle ki bu, müslümanların birbirlerine karşı tevâzularını bile etkileyen bir hâl almıştır.

Mal varlığı iyi olanla iyi olmayan arasında; giyilen elbise açısından bile bir üstünlük, övünme, büyüklenme hastalığı ortaya çıkmıştır.

Giyilen elbiselerin markalarının elbisenin görülen yerine yazılması, bunu giyenin;

«Bak benim elbisem falan marka!» gösterişçiliğini beraberinde getirmektedir.

Yine binilen araçların markası; kişinin tavırlarını, insanlara bakışlarını, yürüyüşlerini değiştirir hâle getirmekte, diğer insanlara karşı bir üstünlük sağlama aracı olmaktadır.

Oturulan evin; konumu, semti, komşularının gelir seviyesi dahî insanlar indinde bir övünme malzemesi olmaktadır.

Bütün bunlar insanların; markaya, paraya, mevkie, konuma göre değer kazanması gibi bir hastalığı ortaya çıkarmaktadır ki bunun din dilindeki adı kibirdir, tefâhurdur.

Kibir ve tefâhurun ön plânda tutulduğu bir toplumda da, insanlar arası ilişkilerin doğru zeminde yürüdüğünü söylemek mümkün değildir.

Bunun için İslâm, kibir ve tefâhurun karşısına tevâzu gibi bir değeri ikāme etmiştir.

Müslüman; parası, gücü, mevkii, makamı ne olursa olsun bunu bir üstünlük aracı olarak göremez. Enikonu, kendisi Allah indinde bir kuldur. Kendisine verilen bütün imkânlar ise hem bir lütuf hem de bir imtihan aracıdır.

Eğer bu imkânlara sabreder, şükrünü edâ eder, bunları bir övünme aracı hâline getirmezse imtihanı başarılı bir şekilde geçer.

Ama bu imkânları bir üstünlük, kibir ve tefâhur aracı hâline getirirse imtihanı kaybeder.

Bugün yaşanan durum aslında şöyledir:

Herkes her şeyi çok iyi bilmektedir ama bu durum hayata yansımamaktadır.

Tevâzuu bilmeyen yok gibidir ama hayatta bunun tezâhürünü görmek zorlaşmaktadır. Herkes sahip olduğu her şeyi paylaşmak, onu ilân etmek, onu göstermek çabasındadır.

Hele hele sosyal medya gibi bir gerçeklik vardır ki, bu gerçeklikte çoğu müslümanı tanımak bile zorlaşmaktadır.

Öyle ki;

Vaaz yaptığı anda birini fotoğrafını çekmesi için görevlendiren, sonra da bunu sosyal medyada paylaşan müslümanlar bile ortaya çıkmaya başlamıştır.

Bu bir tefâhurdur.

Bunun zıddı tevâzudur.

Allâh’ın kameralarının kaydetmesi yetmiyormuş gibi bunu insanların gözünün içine sokmak, meşhur olmak, şöhret kazanmak tefâhur değildir de nedir?

Müslüman her hâliyle mütevâzıdır; sahip olduğu nimetleri, yaptığı iyi işleri, hayırlı amelleri Allah içindir.

Onları birilerinin görmesi için, birilerine üstünlük sağlamak için yapmaz. Bu çizgi iyi muhafaza edilemediği zaman yapılan ameller, bahşedilen nimetler insan için hebâ edilmiş olur.

Onun için;

Müslüman; her hâlinde Allâh’ı unutmadan, Allah için yaşayan bir kul olduğunu gündeminden çıkarmamalıdır.

Her şey fânîdir, bâkî olan her türlü nimeti emânet olarak veren Allah’tır.