KABUL ŞARTLARI

YAZAR : İrfan ÖZTÜRK

irfan_ozturk_yuzakidergisi_kasım2015

Ey kardeş!

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:

“Kıyâmet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehid düşmüş bir kimse olup huzûra getirilir. Allah Teâlâ; ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenâb-ı Hak;

«–Peki bunlara karşı ne yaptın?» buyurur.

O kimse:

«–Şehid düşünceye kadar Sen’in uğrunda cihâd ettim.» diye cevap verir.

Cenâb-ı Hak;

«–Yalan söylüyorsun. Sen, ne kahraman adam desinler diye savaştın, o da denildi.» buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır.

Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’ân okumuş bir kişi huzûra getirilir. Allah Teâlâ ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da;

«–Peki bu nimetlere karşılık ne yaptın?» diye sorar.

O ise;

«–İlim öğrendim, öğrettim ve Sen’in rızan için Kur’ân okudum.» cevabını verir.

Cenâb-ı Hak;

«–Yalan söylüyorsun. Sen, âlim desinler diye ilim öğrendin, ne güzel okuyor desinler diye Kur’ân okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi.» buyurur. Sonra emrolunur, o da yüzüstü cehenneme atılır.

(Daha sonra) Allâh’ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah Teâlâ verdiği nimetleri ona da hatırlatır. O da verilen nimetleri hatırlar ve itiraf eder.

Cenâb-ı Hak;

«–Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın?» buyurur.

O şahıs;

«–Verilmesini sevdiğin, râzı olduğun hiçbir yerden esirgemedim, sadece senin rızânı kazanmak için verdim, harcadım.» der.

Hak Teâlâ;

«–Yalan söylüyorsun. Hâlbuki sen, bütün yaptıklarını ne cömert adam desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi.» buyurur. Emrolunur, bu da yüzüstü cehenneme atılır.” (Müslim, İmâre, 152)

Bu hadîsin muhtevâsına benzeyen bir rivâyet de Abdullah İbn-i Mübârek’ten nakledilmiş ve Rûhu’l-Beyan, İthâfu’s-Sâde gibi eserlerde yer almıştır. Sahih görmeyen âlimler olsa da muhtevâsı yukarıdaki sahih hadis ile mutâbık olduğundan hulâsa olarak arz edelim:

Rivâyete göre;

“Allah Teâlâ yedi kat göğü yaratmazdan önce, her birini bir tanesine bekçilik etmek üzere yedi tane baş kapıcı melek yaratmıştır. Her göğün geri kalan diğer kapılarına da değerlerine göre birer melek dikmiştir.

Kulun amelini korumaya memur olan koruyucu melekler, o kulun amelini alarak göğe yükseltirler. Amel; güneş gibi parlaktır, etrafa nur saçar. Koruyucu melekler birinci göğe vardıklarında ameli överek büyütürler. Fakat tam ana kapıya yaklaştıklarında bekçi melek şu sert çıkışı yapar:

“–Durun, bu ameli götürüp sâhibinin yüzüne çarpın. Ben buradan geçen bir amelin sahibinde gıybet olup olmadığını tespit etmekle mükellefim. İnsanların gıybetini yapan kimsenin amelini ben buradan öteye geçirmem.”

Sonra bir başka kulun amelini alıp çıkaran koruyucu melekler ikinci göğe varırlar. Amelden nur fışkırmaktadır. Yeni melekler, bu ameli över ve temize çıkarırlar. Fakat tam ikinci gök kapısına vardıklarında, kapıcı melek şu sert çıkışı yapar:

“–Durun, bu ameli götürüp sâhibinin yüzüne çarpın. Biz fahr (övünme) kontrol meleğiyiz. O, bu ameli ile dünyanın çer çöp kadar kıymetsiz menfaatini arzu etmiştir. Rabbim bana, böyle bir kulun amelini buradan öteye geçirmemi yasakladı. Bu kul, meclislerde insanlara karşı böbürlenmekte, övünmektedir.”

Daha sonra koruyucu melekler; sadaka, oruç ve daha birçok iyiliklerden ibaret olan bir ameli alarak sevinç içinde üçüncü göğe yükseltirler. Tam kapıya yaklaştıklarında bekçi melek şu sert çıkışı yapar:

“–Durun, bu ameli götürüp sahibinin yüzüne çarpın. Ben kibir kontrol meleğiyim. Rabbim bana kibirlinin amelini buradan öteye bırakmamamı emir buyurmuştur. Çünkü o kimse, meclislerde insanlara karşı tekebbür ederdi.”

Bu sefer koruyucu melekler; namaz, oruç, hacdan ibaret olan bir ameli alarak dördüncü göğe çıkarırlar. Amel; bir yıldız, bir inci tanesi kadar parlaktır. Yalnız tam kapıya yaklaştıklarında bekçi melek şu sert çıkışı yapar:

“–Durun, bu ameli götürüp sahibinin yüzüne çarpın. Ben ucub kontrol meleğiyim. Rabbim bana, böylelerinin amelini buradan öteye geçirmememi emir buyurmuştur. Bu kimse ise, bir iş yaptığı zaman ona muhakkak ucub sokan; nefsine pay ayıran kimseydi.”

Hafaza melekleri, kulun bir gelin gibi donatılmış amelini beşinci göğe çıkarırlar. Cihad, hac, umre gibi ibâdetlerden ibaret olan bu amel, güneş gibi parlaktır ve her yana nur saçmaktadır. Kapıya vardıklarında bekçi melek şu sert çıkışı yapar:

“–Durun, bu ameli götürüp sahibinin yüzüne çarpın. Ben hased kontrol meleğiyim. O kimse, ilim öğrenen kimselere hased etmektedir. Yaptığını Allah için yapan kimselere hased etmektedir. Her kul ancak kendi nasibini alırken, bu onu düşünmeden kıskançlık göstermektedir. Rabbim bana böylelerinin amelini buradan öteye geçirmememi emir buyurmuştur.”

Yine koruyucu melekler; abdest, birçok namaz, oruç, hac, umreden ibaret olan amelleri alıp altıncı göğe çıkarırlar. Kapıya yanaştıklarında bekçi melek şöyle tersler:

“–Durun, bu ameli götürüp sahibinin yüzüne çarpın. Çünkü bu amellerin sahibi, Allâh’ın kullarına; insanlara merhamet etmeyen kimsedir. İnsanlara bir belâ geldiği veya zarara uğradıkları zaman, merhamet edip yardıma koşacağı yerde, onları daha fazla perişan etmeye çalışırdı. Ben buraya amelleri gelen kullarda merhamet bulunup bulunmadığını araştırmakla görevli meleğim. Onun amelini buradan öteye geçirmem.”

Yedinci kat göğe çıkan meleklerin beraberlerinde alıp götürdükleri; namaz, oruç, cihad gibi ibâdetlerdir. Bu amel; şimşek sesi gibi güçlü bir sese, yıldırım gibi de göz alıcı bir parlaklığa sahiptir. Koruyucu melekler kapıya yaklaştıklarında kapıcı melek şöyle seslenir:

“–Durun, bu ameli götürüp sahibinin yüzüne çarpın ve kalbine kilit vurun. Ben, ihlâsla Allah rızâsı için işlenmeyen ameli buradan öteye geçirmem. Bu amel, Allah’tan başkası için riyâ ile işlenmiştir. Bu kimse; fukahâ arasında büyük görünmek, ulemâ, arasında hatırı sayılmak, memlekette şöhreti yayılmak için böyle ictihadda bulunmuşdur. Rabbim bana, ihlâs ile yapılmamış kulların amellerini buradan öteye geçirmememi emretti.”

Bundan sonra koruyucu melekler kulun; namaz, oruç, hac, umre, güzel huydan ibaret olan bir amelini alıp göğe çıkarırlar. Bu kere yedi kat göğün yedi baş bekçi meleği de o amelin kapılarından geçmesine izin verirler. Koruyucu melekler bütün engelleri aştıktan sonra ameli Allâh’ın huzûruna götürür ve takdim ederler. Ayrıca Allâh’ın hoşnutluğunu kazanmak için işlendiğine ve iyi amel olduğuna şahitlik ederler. İşte o vakit yüce Allah şöyle seslenir:

“Siz, kulumun amelini zabtetmekle görevli meleklersiniz. Ben de kulumun kalbine vâkıfım. O, bu ameli işlerken beni değil, Benden başkasını murâd etmiştir. Lânetim onun üzerine dökülecektir.” Melekler hep birden derler ki: “Lânetin onun üzerine olsun ey Rabbimiz! Ona biz de lânet ederiz.” Bunun üzerine yedi kat semâ ve semâdakiler ona lânet ederler.

Rivâyetin sonunda bu tehlikelerden kurtulmak için de şu tavsiyeler vardır:

Allah Rasûlü’ne iktidâ et, amelinde kusur olsa bile, yakîne ermeye çalış, lisânına sahip ol, gıybetten sakın, Kur’ân âlimi olan kardeşlerini gıybet etme. Kendini onlardan üstün görme, âhiret amelinin içine dünya amelini katma, insanların arasını açıp darmadağın etme, kıyâmet gününde cehennem köpekleri de seni darmadağın eder. Amelinle insanlara gösterişte bulunma, riyâdan sakın! (Rûhu’l-Beyân, c. I, s. 250-253 Erkam Yay.; Zebîdi, İthâf, VIII, 265)

Ey kardeş!

Akılları şaşırtan, yürekleri hoplatan, solukları kesen ve korkudan tüyleri ürperten bu büyük ve acı haberleri dinledin.

Şimdi sana düşen nedir?

Sana düşen Rabbinin aydınlık yoluna girerek gece-gündüz rahmetine erişebilmek için yalvarıp yakarmaktır. O’nun rahmet kapısından ayrılma. Rahmeti için yalvar yakar, ağla sızla. Çünkü bu tehlikeden seni ancak Allâh’ın rahmeti kurtarabilir.

Onun yardımı yetişmezse bu tehlikeler deryasından sağ sâlim çıkamazsın. Gaflet uykusundan uyan. Her şeyi yerli yerinde yap. Azgın nefsinle savaş et, onu yola getirmeye bak. Allâh’a başkaldırma yollarını bırak. Belki helâke sürüklenenlerden olmazsın. Her durumda yüce Allah’tan yardım iste. Çünkü Allah, çok yardım edici ve çok esirgeyicidir.

Rasûlü’mün dilinden,
Nasihat ettim size,
İhlâsla amel edip,
Duâ eyleyin bize… (Gülzâr-ı İrfan)