Bir Îman Âbidesi, PEYGAMBER ÂŞIĞI FAHREDDİN PAŞA

YAZAR : Hayrettin DURMUŞ hayrettindurmus@gmail.com

h_durmus_yuzakidergisi_kasım2015

Söğüt ve Domaniç’in sarp kayalarında şahlanan îman; üç kıta, yedi deniz hükümranı bir cihan devletinin de temelini atmıştı. 1299 yılının Ocak ayında Selçuklu’dan bayrağı devralan Osmanlı; mazlumlara sevinç, zalimlere korkuydu. Tarihin cilvesine bakın ki yine bir Ocak ayında Medine’yi terk etmeye mecbur kalmıştık. O şanlı direnişin kısa hikâyesini anlatayım istiyorum sizlere:

İngiliz oyunlarına, bedevîlerin isyanlarına, açlığa, susuzluğa, elli dereceyi aşan kavurucu sıcağa, başta İspanyol nezlesi olmak üzere türlü hastalıklara karşı direnerek ve ağır çöl şartlarına rağmen canla başla mücadele ederek savundular Medîne-i Münevvere’yi. Çekirge yediler, aç kaldılar, can verdiler ama cânânı vermediler. Hazret-i Peygamber’in kabrini son âna kadar savundular. Sarsılmaz îmanlarıyla göz yaşartan bir kahramanlık destanı yazdılar…

Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa 30 Ekim 1918’de Mondros Mütârekesi imzalanmış olduğu hâlde, kendisine gelen elçileri reddetmiş ve;

“Sözümüz var. Peygamberimiz’i asla yalnız bırakmayacağız. Al bayrağımız Medine semâlarında dalgalanacak!” demişti. Sözünü de tuttu 10 Ocak 1919 tarihine kadar 324 kahramanıyla birlikte bekledi Peygamber’in kabrini. Nihayetinde Paşa’yı zorla alıp götürdüler. Giderken bir vedâ edişi var ki ne kalemle anlatmak, ne de filmle canlandırmak mümkün…

PEYGAMBERİMİZ’İN MÂNEVÎ HUZÛRUNDA

Paşa hastalığına rağmen kefenine bürünüyor, Peygamber Efendimiz’in kabrine gidiyor ve saatlerce orada kalıyordu. Burada olmayı seviyordu. İçini bilinmez bir huzur kaplıyor, bu huzur her dem artıyordu. Günden güne kendini yıpratan hastalığını, kendi dertlerini unutmaya çalışan Paşa’nın beyninde bir şey, unutulmadan hep aklının bir köşesinde duruyordu; burayı teslim etmemek… Ne olursa olsun buradan ayrılmamak…

Fahreddin Paşa türbeden içeri girdi. Büyük bir saygıyla ayakta bekledi. Bir köşeye çöktü. Gözlerinde çekingenlik, yüzünde mahcubiyet vardı. Neden sonra Peygamber Efendimiz’in kabrini çevreleyen gümüş parmaklıkları eliyle sildi. Elini gezdirirken tarifi imkânsız bir heyecana tutuluyor, bu heyecan zaten hastalıktan zayıf düşmüş bedenini şiddetle sarsıyordu. Gümüş parmaklıkları silerken elinde olmadan konuşmaya başladı:

“Efendimiz… Ümmetiniz size karşı mahcuptur. Huzûrunuzda söz vermişti. Bilmenizi isterim ki, Efendim ben, sizi asla bırakmayacağım. Burada türbenize vuran geceye dahî kızmaktayım. Ben ki, titreyen bir mum gibi ışık olur, kabrinizin üstüne düşme cüretkârlığını gösteren karanlığı dağıtırım. Ben ki, bir çınar gibi ayakucunuzda, gözümü kırpmadan beklerim Efendim…”1

«ELVEDÂ PEYGAMBERİM… BEN SEN’İ BIRAKIP GİTMİYORUM… VALLÂHİ BENİ ZORLA GÖTÜRÜYORLAR!..»

Fahreddin Paşa Hazret-i Peygamber’in kabrini ve Medine’yi korumakta o kadar kararlıydı ki teslim olmayı asla aklının ucundan geçirmemişti. Bu durumu bizlere en iyi tarihçi İsmet BOZDAĞ anlatıyor:

“Müdafaadan ümit kestiğimiz en son dakikada bütün silâh arkadaşlarım abdest alıp Harem-i Şerif bahçesinde toplanacaklar, dînî ve vatanî vazifelerini tam olarak yaptıklarına Allâh’ın Rasûlü’nü şahit tutarak, minarelerden salâlar verilecek, her yerde tekbir sesleri yükselecek, bütün bunlar olurken mızıka Osmanlı marşını çalmaya başlayacak; işte o zaman ben tabancamla cephaneliği ateşleyeceğim. Ne varsa gökyüzüne uçacak.”2

Anlaşma yapılmıştı. Medine’den geri çekilme emri çoktan verilmişti ama Fahreddin Paşa’nın teslim olmaya hiç niyeti yoktu. Çaresiz Medine terk edilirken, Paşa kılıcını eline aldı. Sararıp solmuştu. Sesi titriyordu:

“Efendim kılıcımı size emânet ediyorum. Sözümde duramadım. Ben gitmiyorum ama götürüyorlar. Buna şahit olun Efendim. Ancak ben gitsem de rûhum sizinledir.

Bayrağım! Al bayrağım! Kızgın kumlarda yatan şehidlerim! Gazilerim! Elvedâ! Efendimiz elvedâ! Ben gitmiyorum. Vallâhi beni zorla götürüyorlar!..”

Fahreddin Paşa hançeresi yırtılırcasına bağırıyordu. Gitmemek için ayak diriyor ancak bir zamanlar kumanda ettiği, emir verdiği subaylara karşı koyamıyordu. Medine’den uzaklaşırken; o, dayanılmaz feryâdına devam ediyordu.3

FAHREDDİN PAŞA’NIN KISACA HAYAT HİKÂYESİ

Fahreddin Paşa, Medine’den sonra İngilizlerin Mısır, Kasru’n-Nil kışlasında altı ay esir kaldı. Esirken bile şerefle taşıdığı üniformasını bir gün olsun sırtından çıkarmadı. Oradan da harp suçlusu olarak Malta’ya getirildi. Burada da iki yıl esir hayatı yaşadı. Aynı zamanda İstanbul’da da idam cezasına çarptırıldı. Meclisin girişimleri sonunda serbest kalabildi.

İtalya, Almanya, Rusya üzerinden gelerek 2 Ağustos 1921’de Kars’ta vatana ayak basabildi. 24 Eylül 1921’de Ankara’ya geldi. 12. Tümen komutanı olarak Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne katıldı. 1922’de TBMM tarafından Kâbil elçiliğine tayin edildi. Afganistan’da 4 yıl kaldı. 1926 yılında yurda geri döndü.

Fahreddin Paşa’nın cesaretine çölde hayran olan binlerce insan çocuklarına Fahri adını verdi. Hattâ bedevîlerin çölde ürken develerine;

“Ne o, Fahri Paşa’yı mı gördün?” dedikleri rivâyet edilmektedir.

Son fişeğine, son damla kanına kadar Medine’yi müdafaaya kararlı olan, Ravza-i Mutahhara’nın altına kan ve ateşten örülü bir kefenle gömülmeyi göze alacak kadar gözü pek, Medine burçlarında Türk’ün al bayrağı dalgalandıkça coşacak kadar sevdalı olan Fahreddin Paşa; 22 Kasım 1948 tarihinde seksen yaşındayken vefat etti. Kabri Rumelihisarı Mezarlığı’ndadır. Mezar taşında şöyle yazar:

“Birinci Dünya Harbi’nde Medine Kahramanı Müdâfii Fahreddin Paşa burada yatıyor. El-Fâtiha.”

Ne dersiniz? Coşkulu bir îman âbidesi olan Fahreddin Paşa Fatiha’yı hak etmiyor mu? Bu yazımın ulaştığı her yürekten Fahreddin Paşamız için Fâtiha rica ediyorum…

_________________________

1 Feridun KANDEMİR, Medine Müdafaası, s. 278.
2 İsmet BOZDAĞ, Osmanlı’nın Son Kahramanları, s. 116.
3 Medine Müdafaası, s. 292.