İlâhî Azamet Karşısında; HİÇLİĞİ İDRAK

YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

m_a_esmeli_yuzakidergisi_kasım2015

“Meleklere;

«‒Âdem’e secde edin!» demiştik.

İblis’in dışında hepsi secde ettiler.

İblis;

«‒Ben, dedi:

◆ Çamurdan yarattığın bir kimseye;

◆ Secde mi ederim!»” (el-İsrâ, 61)

“Ve dedi ki:

«‒Şu;

◆ Benden üstün kıldığına da bir bak!

Yemin ederim ki;

◆ Eğer beni kıyâmete kadar yaşatırsan,

◆ Pek azı dışında, onun neslini;

◆ Kendime bağlayacağım / kendi kontrolüm altına alacağım!»” (el-İsrâ, 62)

“Allah buyurdu:

«‒Çekil, git!

◆ Onlardan kim sana uyarsa,

◆ İyi bilin ki, hepinizin cezası cehennemdir.

◆ Tam bir ceza!»” (el-İsrâ, 63)

(İmdi, imtihan için izinlisin, haydi);

◆ Onlardan gücünün yettiği kimseleri,

◆ Çağrılarınla şaşırt / ayaklarını kaydır!

◆ Süvarilerin ve yayalarınla,

◆ Onları yaygaraya boğ;

◆ Mallarına ve evlâtlarına ortak ol,

◆ Kendilerine vaatlerde bulun.

(Ama biliyorsun ki;)

◆ Şeytan,

◆ İnsanlara,

◆ Aldatmadan başka bir şey va‘detmez.»” (el-İsrâ, 64)

Yeryüzünde;

İlâhî azamet ve kudret karşısında gurur ve kibre kapılarak, isyan ve küfrân-ı nîmet felâketine düşerek yaşayanlar, işte böyle bir mahiyetin ve karakterin aynası ve aynısıdırlar.

Enâniyetin devreye girdiği ve şekillendirdiği o kötü mahiyet ve karakterde neler var?

En başta;

Çamuru bahane ederek ilâhî nefha olan rûhu görememek. Balçıkla güneşi sıvamaya kalkışmak.

Sonra balçık yüzünden göremediği cevheri küçümsemek;

Sonra kıskançlık ve isyankârlık.

Sonra intikam duygularına kapılarak başkaldırı içinde kötülüklere bulaşmak.

Sonra öç almak için o kötülükleri başkalarına da bulaştırmak hırsı ve niyeti.

Sonra ilâhî huzurdan kovuluş.

Sonra insanları aldatmak için yalanlar, yaygaralar, ayak kaydırmaya çalışmalar!

Bütün bunlar niçin?

Hiç.

O mel‘un karakterin yüce Allâh’a karşı bunları sonuna kadar yapabilecek kudreti ne?

Hiç.

Çünkü Cenâb-ı Hak, insanlar arasında imtihana izin verirken o mel‘un karakteri kuvvet ve kudret bakımından netice itibarıyla sadece hiçliğin içine hapsetti. Buyurdu ki:

اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ وَك۪يلًا

«‒Şurası muhakkak;

◆ Benim (ihlâslı, gerçek) kullarım üzerinde,

◆ Senin,

◆ Hiçbir ağırlığın / hiçbir hâkimiyetin olmayacaktır.

◆ Senin de Rabbin (olan Allah, onları) koruyucu olarak yeter.» (el-İsrâ, 65)

İşte;

Hazret-i Âdem’den beri dünyada bütün yaşananların özet fotoğrafı.

Yeryüzünde hak ile bâtılın, hayırla şerrin, iyilikle kötülüğün arasındaki mücadele ve onların en nihayet nasıl neticelendikleri.

İlâhî kudret karşısında herkes ve her şey, sadece hiç!

O hiçliği aşmaya kalkışanların elde ettikleri de;

Yine hiç.

Hem de acı bir şekilde. Hüsran içinde.

Yıllarca insanlığa kan kusturan Nemrut ne kazandı?

Azabın dışında kocaman bir hiç.

Hazret-i Musa’ya engel olmak için 980 bin masum yavruyu katleden Firavun ne kazandı?

Kahr-ı ilâhînin ve yakıcı «eyvah»ın dışında yine koca bir hiç!

Hazret-i Peygamber’i tarihten silmek isteyenler ne yapabildi?

Yine hiç.

O hâlde;

Boşa diş bilemesin şu zâlim canavarlar,
Bize Nûh’un gemisi, onlaraysa tufan var!

Sen kanat çırp, bu gökler rahmettir nefesine,
Döner Âd kavmi için kasırga kafesine!..

“Ey nâr serin ol!” derken işte Rabb-i Rahîm’i,
Bak ateşin elinde mi yakmak İbrâhîm’i?..

Güç ve kuvvet yalnızca yüce kudretin fendi,
Nemrûd’u görmedin mi, topal bir sinek yendi.

Rabbim köleyi sultan eder, sultanı köle,
Şaşıp kalır Yûsuf’a el uzatan bu hâle!..

Bir asânın sırrında kaç ejderhâ kayboldu,
Yarıldı Kızıldeniz, Firavunlar ne oldu?!

Der ki ebâbîl kuşu, elimde kavrulmuş taş,
Ey Ebrehe, kim dedi sana Kâbe’yle uğraş?!

Îman, tarihe gömdü Bedir’de Ebû Cehl’i,
Ebû Leheb ne oldu; ders alsın küfür ehli… (Seyrî)

Onlar ve onlar gibiler, ibret.

Onlar;

Ömür boyu hiçliklerini bir türlü anlamadılar. Son nefeslerinde anlar gibi olsalar da hiçbir faydası olmadı. Hepsi son nefeste fark ettikleri hiçliklerinin pençe-i kahrı içinde göçüp gittiler. Hayr ve güzellik nâmına arkalarında ne kaldı:

Hiç.

Fakat, her nefes bu hayatı Allah karşısında hiç oluşun idraki içinde değerlendirenler, nice ağır imtihanlar yaşasalar da neticede zafer üstüne zaferler kazandılar. En büyük başarılarda bile hiçliğin dışına çıkmadılar. Çünkü Hazret-i Allah, Hazret-i Peygamber’i dahî bu terbiye içinde yaşattı. Muhteşem Bedir zaferinden sonra buyurdu ki:

«O attığın vakit aslında atmadın hiç Sen,
Fakat ki attı Hudâ, ey Nebî o an zâten.
Kesin bu, hiç sizin öldürmeniz değil onlar,
Bilin ki, hepsini Allah’tır öldüren Kahhâr!
Bilin, sebep şu; güzel bir keder, belâ vererek,
Onunla her inanan halkı, bir güzel denemek!
Ne şüphe, hep işitendir, bilendir Allâh O!» (el-Enfâl, 17)

-Yegâne sâhibi her kudretin O, billâh O!-

(nazmen terc. Seyrî)

İşte bu;

Hem dünya hem de âhirette insanoğluna zaferler kazandıran, hayırlı ve ebedî neticelere ulaştıran, sonsuz mükâfatlara mazhar eden ilâhî terbiye.

Hiçlik terbiyesi.

Küçücük beyliği cihan imparatorluğuna dönüştüren bir formül.

Fatihler yetiştiren bir dehâ prensibi.

Hiçlik idraki.

Yerde tevâzu, göklerde saltanat sırrı.

Bu sırrı çözerek hiçlik idraki içinde yaşayan insanoğlu, varlıkların en şereflisi.

Çözemeyen ve çözmeyi de üstelik bir türlü anlamayarak şu fânî dünyayı bir zulüm-hâneye dönüştürmeye uğraşanlar ise, aşağıların aşağısı.

Ne kadar güçlü görünseler de neticeleri sadece hiç.

Ne kadar imkânlı olsalar da sonları yine hiç.

En hâkim olan gaddarların da âkıbeti:

Hiç.

Hazret-i Mevlânâ ne güzel ifade etmekte:

“İnsanın emirler veren, nutuklar çeken ve neler neler söyleyen uzvu, yani dili; sadece bir et parça­sıdır. Gören gözü ise küçük bir yağ parçası.”

“İnsanın duyan kulağı da, iki parça kıkırdak; idrak eden, anlayan kalbi ise bir iki damla kandan ibaret…”

“Ey zavallı insan!

Sen bu kâinatın büyüklüğü, Allâh’ın kudret ve azameti karşısında nesin?

Sen pisliklerle dolu bir kurtcağızsın.

Fakat yine de dünyaya bir nam salmışsın, cihanda gürültüler koparmışsın.”

Ya sonra?

Yine hiç.

Mel‘un karakter sebebiyle bu hiçliğin dışına insanoğlu ne zaman çıkmaya çalışsa, o zaman başına gelmedik felâketler kalmamıştır.

Allâh’ı öfkelendiren yaşayışlar sebebiyle yeryüzündeki intikam tecellîleri ve saniyeler içinde yerle bir olan mâmûreler, bize ne söylüyor:

İnsan göğe başkaldıracak güçte değildi,

Aldattı nefis, sâniyelik hışma yenildi… (Seyrî)

Öyleyse;

Hakikat, Fahr-i Râzî’nin ölmeden evvel geldiği şu noktada âşikâr:

“Akılların attıkları adımların sonu ayak bağıdır. Akıllarına güvenerek uğraşan kimselerin, yaptığı çalışmaların sonu sapıklıktır. Bedenlerimiz, bedenlerimizden dolayı vahşet içinde.”

Dolayısıyla;

Rahmet içinde yaşatan bir hiçlik idraki gerek.

Yâ Rab!

Nasîb et!

Âmîn…