129. SAYI TAKDİM

yuzakidergisi_kasım2015_sayı_129

Kıymetli Okuyucularımız,

Kadim bir hakikat:

“Nefsini bilen, Rabbini bilir.”

Rabbini bilen, O’nun karşısındaki acziyetini, hiçliğini idrak eder.

Kâinâtı düşünen; değil kendisinin, yaşadığı güneş sisteminin dahî bir «hiç» olduğunu idrak etmez mi? Trilyonlarcasının içinde bir hiç…

Ya idrak ötesi, Âlemlerin Rabbi’ni biraz tanısa insan? Böbürlenebilir mi? Büyüklenebilir mi? Zulmedebilir mi? Haksızlık yapabilir mi? Yalan söyleyebilir mi? Diğer yandan;

O’nun teminatı altında olduğunu bilince;

Ümitsizliğe düşebilir mi? Daralabilir mi? Üzülebilir mi?

Bilgi çağında yaşıyoruz. Her şeyi biliyoruz. Bir kendimizi bilemiyoruz, Allâh’ın azametini ve kendi hiçliğimizi idrak edemiyoruz.

Hâlbuki Koca Yûnus asırlar öncesinden ses veriyor:

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Bu nice okumaktır?..

Hiçliği idrakten kaçış, zayıflığı kabulden kaçmak mı? Hâlbuki hiçliği idrak, kuvvetin ta kendisi… Hiçliği idrak; tevâzuun şerefi, kulluğun saltanatı…

Gururu terk edebildiğimiz ölçüde, izzete ulaşabiliriz.

Kibri ayaklarımızın altına alabildiğimiz ölçüde, ilâhî plânda el üstünde tutulan kullar olabiliriz.

İlâhî kudret ve azameti anlayanda yeis kalır mı, ilâhî adâleti idrak edende depresyon kalır mı?

Ama Yûnusça bilmek, Yûnusça bir idrak şart…

Buhranlı toplum meselelerine;

Çatırdayan ailelere;

Yıpranan ve ilâçlara dadanan psikolojilere;

Çare;

İlâhî Azamet Karşısında; HİÇLİĞİ İDRAK

Âhiret karşısında;

Dünyanın hiç olduğunu idrak…

Cehennem karşısında; dünyevî bütün sıkıntıların hiç olduğunu idrak…

Cennet mukabilinde; dünyanın bütün servet ve kıymetlerinin hiç olduğunu idrak…

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; insanın da şeytanın da ilâhî azamet karşısında bir hiç olduğunu, ilâhî beyanların ışığında açıklarken, hiçliği idrak edemeyenlerin Nemrutlar gibi helâk olduğunu, hiçliğini idrak edenlerin ise Fatihler gibi âbâd olduğunu şiirler refakatinde izah etti.

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; O’nun Muhteşem Ahlâkı makalelerinin dördüncüsünde, «Tevâzu ve Mahviyet» mevzuunu kaleme alarak; Fahr-i Kâinât Efendimiz, ashâbı ve etbâının en güzel misallerini sergiledi.

Hazret-i Mevlânâ’nın Gönül Deryâsında Sır ve Hikmet İncileri bölümünde ise; Allah yolunda mal ve can ile cihâd etmenin, Hak yolunda çilelere sabretmenin, ızdıraplara katlanmanın ehemmiyeti işlendi.

Yazarlarımız da tevâzu fazîletini ve zıddı olan kibir rezîletini farklı farklı zâviyelerden ele aldılar. Doğu ve batı mukayeseleri içinde hiçliği, fenâyı, mahviyeti, tefâhuru, vakarı, ucbu masaya yatırdılar. Televizyon dizilerinden, sosyal paylaşımlara ve kılık-kıyafete kadar sirâyet eden içtimâî yansımalarını değerlendirdikleri gibi, işin mânevî ve derûnî taraflarına da ışık tuttular.

Büyük ahlâk felsefecimiz Kınalızâde’den Medine müdâfii Fahreddin Paşa’ya, Muhyiddin İbnü’l-Arabî’den Kâtip Çelebi’ye birçok büyük, fakat mütevâzı şahsiyet de dosyamızın misaller albümünü teşkil etti.

Tevâzu da vakar da, bütün fazîletler gibi samimî, oldukça değerli… Şiirler de hissiyâtımızın samimî yansımaları oldu.

Acılarımız ve sevinçlerimiz… Çağrılarımız ve feryatlarımız…

Yarına yüz akı ile çıkmak için yüz ağartıcı işler başarmak, yüz kızartıcı ve yüz karası işlerden uzak durmak şart… Nur yüzlü medeniyetimizi hakkıyla temsil etmek, Hakk’ın yeryüzünde şahidi olma gayreti içinde olmak; asla gurur değil, samimî, haysiyetli, vakur bir duruş…