ZİKİR HAYATTIR

YAZAR : Yard. Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

mustafa_canli-yuzakidergisi-agustos2015
BİR HADİS:

عَنْ أَبِى مُوسَى – رضي اللّٰٖه عنه قَالَ قَالَ النَّبِيُّ صلى اللّٰٖه عليه وسلم
« مَثَلُ الَّذِى يَذْكُرُ رَبَّهُ وَالَّذِى لاَ يَذْكُرُ مَثَلُ الْحَىِّ وَالْمَيِّتِ »
Ebû Musa -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre, Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin misali, diri ile ölünün misali gibidir.”

(Buhârî, Deavât, 66)

BİR MESAJ: Kalbini Allâh’ın zikriyle nurlandır!

Dil hânesi pür nûr olur,
Envâr-ı zikrullâh ile.
İklîm-i dil mâmûr olur,
Mîmâr-ı zikrullâh ile. (Sultan Ahmed)

 

Zikir, ıstılahta; Allâh’ı anmak, zikretmek, O’nu unutmamak, hatırdan çıkarmamak anlamlarına gelir. Kâinattaki bütün varlıklar; dağlar taşlar, ağaçlar, çiçekler, O’nu zikir ve tesbih eder. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

“Yedi kat gök, yer ve bunlarda bulunan herkes, O’nu tesbih eder. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur…” (el-İsrâ, 17/44)

Öyleyse diyelim aşk ile;

Allah, Allah, Allah -celle celâlühû-…

Zira zikir hayattır. Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, serlevha hadîsimizde, yüce Allâh’ı zikreden bir kalbin diri olduğunu ifade buyurmaktadır. Allah -celle celâlühû-’yü anmak, O’nu hatırda tutmak; insana hayat verir, bedenini ayakta ve diri tutar. Zikir, insanın organlarına can verir. Kurumuş çorak toprağa suyun hayat verdiği gibi zikir, bunalmış ve paslanmış gönüllere hayat verir. İçinde zikir olmayan bir hayat, ölü bir hayattır. Böyle bir hayat süren kişi, hem dünyada hem de âhirette karanlıklar içerisinde kalır. Zira Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Kim Ben’im zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun hakkı, dar bir geçimdir ve Biz onu, kıyâmet gününde kör olarak haşrederiz.” (Tâhâ, 20/124)

Öyleyse ölmemek için, diri olmak için diyelim aşk ile;

Allah, Allah, Allah -celle celâlühû-…

Zikir nurdur. Zikir, insanın kalbini ve bedenini nurlandırır. «Allah!..» diyen bir gönül nurlanır, «Allah!..» diyenin yüzü de parlar. Böyle zikir hâlinde olan bir mü’min, -hadîsin ifadesiyle- yüzüne bakıldığında Allah Teâlâ’yı hatırlatan bir kimsedir. (İbn-i Mâce, Zühd, 4)

Zikir rikkattir. Zikir; kalbi yumuşatır, rakîk hâle getirir. Kalp rikkatinin zıddı, kalp katılığıdır. Zikirden uzak olursak, -Allah korusun- kalbimiz katılaşır. Bu da Rabbimiz’den uzaklaşmamıza, dünyaya dalmamıza sebep olabilir. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir sözünde şöyle buyurmaktadır:

“Allâh’ı unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmayın. Çünkü Allâh’ı unutarak çokça konuşmak kalbi katılaştırır. Allah’tan en uzak olan kimse ise kalbi katı olandır.” (Tirmizî, Zühd, 62)

Yine âyet-i kerîmede yüce Rabbimiz;

“Allâh’ı zikretmek hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun!” (ez-Zümer, 39/22) buyuruyor.

Zikir şifâdır. Zikir, hem gönlümüzün hem de bedenimizin şifâsıdır. «Allah!..» diyen bir mü’min hem gönül hem de beden olarak şifâ bulur.

Zikir rûhumuzun gıdasıdır. Nasıl ki bedenimizin gıdaya ihtiyacı varsa rûhumuzun da gıdası vardır. İşte rûhumuzun gıdası da Allâh’ı anmaktır, namaz kılmaktır, Kur’ân okumaktır…

Zikir itmi’nândır, huzurdur. Zikir, insanın kalbini teskin eder. Allâh’ı zikreden, O’nu hatırdan çıkarmayan mü’minin gönlü, huzur ve mutlulukla dolar. Bizi yaratan Rabbimiz Teâlâ; kalplerimizin ne ile mutlu olacağını, tabir câizse mutluluk reçetesini şöyle ifade buyuruyor:

“Bilin ki, kalpler ancak Allâh’ın zikriyle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 13/28) Onun için zikir, kalplerimizin sürur kaynağıdır.

Zikir sekînettir. Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki;

“Allâh’ı zikir için oturanları, melekler kuşatır, onları rahmet kaplar, üzerlerine mânevî bir huzur (sekînet) iner ve Allah, yanındaki meleklere onlardan bahseder.” (Müslim, Zikir, 39)

Öyleyse kalplerimizin ve bedenimizin huzuru, şifâsı ve gıdası için diyelim aşk ile;

Allah, Allah, Allah -celle celâlühû-…

Zikir şuurdur, uyanıklıktır. Allâh’ı zikreden bir mü’min, gaflet göstermediği için bir şuur ve uyanıklık hâlindedir.

Zikir sevaptır, zikir günahlara keffârettir. Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir gün ashâbıyla birlikte otururken onlara;

“–Sizden herhangi biriniz, her gün bin sevap kazanmaktan âciz mi?” diye bir soru yöneltmişti.

Orada oturan sahâbîlerden biri dedi ki:

“–Bizden biri bin sevabı nasıl kazanabilir?”

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, o sahâbîye şöyle cevap verdi:

“–(Allâh’ı) yüz kere tesbîh eder (sübhânallah der) ve kendisine bin sevap yazılır veya bin günahı silinir.” (Müslim, Mesâcid, 146)

İşte bu sebeple zikir tesbîhtir. Sübhânallah diyerek her türlü noksan sıfatlardan Cenâb-ı Hakk’ı münezzeh kılmaktır.

Sübhânallah, Sübhânallah, Sübhânallah…

Zikir tekbîrdir. Allâhü ekber diyerek O’nun en büyük olduğunu haykırmaktır.

Allâhü ekber, Allâhü ekber, Allâhü ekber…

Zikir tahmîddir. Elhamdülillâh diyerek O’na olan şükran duygularımızı arz etmektir.

Elhamdülillâh, Elhamdülillâh, Elhamdülillâh…

Zikir tehlîldir. Lâ ilâhe illâllah diyerek hayatımızda O’ndan başka otorite tanımadığımızı ilân etmektir.

Lâ ilâhe illâllah, Lâ ilâhe illâllah, Lâ ilâhe illâllah…

Zikir hatırlamaktır, zikir hatırlanmaktır. Zikir, bu dünyada bizlere her türlü nimetleri lutfeden yüce Rabbimiz’i unutmamak, O’nu hatırda tutmaktır. Âhirette de unutulmamak ve hatırlanmaktır. Nitekim yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Yalnız Ben’i anın ki Ben de sizi anayım…” (el-Bakara, 2/152)

Öyleyse hatırlamak ve hatırlanmak için diyelim aşk ile;

Allah, Allah, Allah -celle celâlühû-…

Zikir O’nunla olmaktır. Zikir;

“Ey îmân edenler! Allâh’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah-akşam tesbîh edin.” (el-Ahzâb, 33/41) fermânınca her an O’nunla beraber olmaktır. Zikir;

“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allâh’ı anarlar…” (Âl-i İmrân, 3/191) âyet-i kerîmesinde belirtildiği üzere her hâlimizde O’nu anmaktır. Zikir, savaş hâlinde bile O’ndan gafil olmamaktır. Nitekim bir kudsî hadîs-i şerifte yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Ben’im gerçek kulum, (savaş meydanında) çarpışırken bile Ben’i anandır.” (Tirmizî, Deavât, 118)

Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sürekli Allâh’ı zikrederdi. Kalkarken, yatarken, otururken, yemeğin başında-sonunda, binitine binerken, yürürken, hattâ tuvalet ihtiyacını gidermeden önce ve giderdikten sonra hep Allâh’ı zikrederdi. Bir defasında çöl halkından biri Efendimiz’e gelmiş ve;

“–Sevabı çok, yapması kolay bir şey söyle de ona sımsıkı sarılayım.” demişti.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de ona;

“–Dilin daima Allâh’ın zikriyle ıslansın (meşgul olsun)!” buyurarak zikri tavsiye etmişti. (Tirmizî, Deavât, 4)

Zikir cennet için fidan dikmektir. Bir gün Efendimiz, Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’ı bahçede fidan dikerken görmüş ve;

“–Ey Ebû Hüreyre, o diktiğin nedir?” diye sormuştu.

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-;

“–Kendim için bir fidan dikiyorum.” diye cevap verince, Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona şunları söylemişti:

“–Senin için daha hayırlı bir fidan göstereyim mi? «Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber: (Allâh’ı bütün noksanlıklardan tenzîh ederim, hamd Allâh’adır, Allah’tan başka ilâh yoktur ve Allah en büyük olandır.)» de. Böyle söylersen her kelimeye karşılık cennette senin için bir ağaç dikilir.” (İbn- Mâce, Edeb, 56)

Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber…

Bazı zamanlar vardır ki o zaman dilimlerinde zikir daha fazîletli ve daha bereketlidir. Meselâ seherlerde Allâh’ı zikretmekte ayrı bir güzellik ve bereket vardır.

Onun için zikir seherdir. Çünkü seher vakti, kulun Allâh’a en yakın olduğu anlardandır. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, ashâb-ı kiramdan Amr bin Abese’ye söylediği şu sözler, seher vakitlerinin ne kadar değerli olduğunu bizlere anlatmaktadır:

“Rabbin kuluna en yakın olduğu vakit, gecenin son yarısıdır. Eğer o vakitte Allâh’ı zikredenlerden olabilirsen ol!” (Tirmizî, Deavât, 118)

En fazîletli zikir anlarından biri de farz namazlardan sonra yapılan zikirdir. Nitekim Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; her namazın peşinden otuz üç kere Sübhânallah, otuz üç kere Elhamdülillâh, otuz üç kere de Allâhü ekber diyen bir kişinin büyük sevaba erişeceğini bize haber vermektedir. (Buhârî, Ezân, 155)

Sübhânallah, Elhamdülillâh, Allâhü ekber…

Yine sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar yapılan zikir, en fazîletli zikirler arasında yerini alır. Sevgili Peygamberimiz, bir sözünde; sabah namazını kılıp güneş doğuncaya kadar Allâh’ı zikreden bir kişinin savaşta bir mücâhidin elde edeceği ganîmetten daha fazla ganîmetin sahibi olacağını bildirmiştir. (Tirmizî, Deavât, 108)

Bu bakımdan;

“Ey îmân edenler! Mallarınız ve evlâtlarınız sizi, Allâh’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (el-Münâfikûn, 63/9) fermânınca; eşimiz, işimiz, evlâtlarımız, okulumuz vs. hiçbir şey, bizi Allâh’ı anmaktan, O’nu zikretmekten alıkoymamalı. İmtihan için geldiğimiz şu fânî dünya hayatında Rabbimiz’den gafil olmadan, bollukta ve darlıkta; sıhhatte ve hastalıkta; barışta ve savaşta hep O’nunla olmalı, hep O’nu anmalı ve hep O’nu zikretmeliyiz.

Ve Sevgili Peygamberimiz’in şu sözlerine kulak vermeliyiz:

“İnsanlar! Allâh’ı zikredin! Allâh’ı zikredin! Yeri yerinden oynatan birinci sûr üflenecek. Arkasından ikincisi gelecek. Ölüm bütün şiddetiyle gelip çatacak! Ölüm, bütün şiddetiyle gelip çatacak!..” (Tirmizî, Kıyâmet, 23)

Öyleyse ölüm gelip çatmadan diyelim aşk ile;

Allah, Allah, Allah -celle celâlühû-…

Allâh’ım! Sen’i zikretmek, Sana şükretmek ve Sana güzelce kulluk yapabilmek hususunda bizlere yardım eyle!

Allâh’ım! Bizleri her an Sen’i zikreden ve her an Sen’inle beraber olanlardan eyle!

Allâh’ım! Kalplerimizi Sen’in zikrinle yumuşat! Bizleri Sen’in zikrinden uzaklaşıp kalpleri katı olanlardan eyleme!

Âmîn…