Fırtınanın Savurduğu Bir Halkın Mücadelesi ABD’NİN KURULUŞU (1783) -1-

YAZAR : Ahmet MERAL ahmetmeral61@gmail.com

a_meral

AMERİKA’DA KOLONİLERİN KURULMASI

Amerika kıtası, Kristof Kolomb’un 1492 yılında yeni kıtaya ayak basmasından bir süre sonra Avrupa sömürgeciliğinin yoğun hücumuna maruz kaldı. Amerika’ya ilk ayak basanlar İspanyollar olduğu için, kıtanın ilk ve önemli sömürgelerini elde etmede kazançlı çıkan da İspanya devleti oldu. Genç kıtada sömürge arayışı kervanına 1500’de Portekizler, 1534’te Fransızlar, 1603’te de İngilizler katıldılar.

Amerika’ya yerleşim amacıyla ilk gelen göçmenler ise tamamı erkeklerden oluşan küçük bir İngiliz kolonisi oldu. İngiliz göçmenler, öncelikle Jamestown adasına yerleşerek orada bir kasaba kurmayı başardılar. Daha sonra İngiltere’den 90 genç kız taşıyan bir gemi daha geldi. Bunlar, nakliye masraflarına karşılık gemi sahiplerine 120 libre tütün vermeye râzı olan göçmenlere eş olarak verildi. Aynı şekilde gemilere doldurularak getirilen zenciler de göçmenlere köle olarak satıldı.

Böylece Amerika’daki ilk sömürge dönemi, 1608 yılında İngiltere’den gelen yaklaşık 100 kişilik bir grubun Virginia bölgesine yerleşmesiyle başladı. Daha sonraları Avrupa’daki birçok ülke bu göç hareketine katılmış ve artan göç hareketleri neticesinde Amerika’da «koloni» adı verilen yerleşim birimleri oluşmuştur. Zamanla kıtada önemli bir ekonomi oluştuğunu gören Avrupa ülkeleri bu koloniler için paylaşım savaşına giriştiler. Bu mücadelelerden en kârlı çıkan ülke yine İngiltere oldu. Sonuçta Amerika’daki tüm koloniler İngiltere’nin büyük bir sömürgesi hâline geldi.

İngiltere zamanla koloniler üzerindeki hâkimiyetini genişletti ve desteklediği göç hareketleri ile kıtadaki ağırlığını daha da artırdı. Amerika topraklarına ilk yerleşenler arasındaki en kalabalık grubu İngilizler oluşturmuştu. Kolonilerde devrimi savunan kesimin önde gelenlerinden biri olan Thomas Paine, İngiliz asıllı olmasına rağmen 1776’da şöyle yazmıştı:

“Amerikalıların anayurdu Avrupa’dır; İngiltere değil.”

Bu sözler sadece Büyük Britanya’dan gelen grupları değil; İspanya, Portekiz, Fransa, Hollanda, Almanya ve İsveç göçmenlerini de tanımlıyordu. Bununla birlikte 1780 yılında her dört Amerikalıdan üçü ya İngiliz idi ya da İrlanda kökenliydi. Amerika kıtasında tarih boyunca İngiliz dili ve kültürünün hâkimiyetini sağlamış olan da buydu.1 ABD, Kanada ile beraber batı medeniyetin kıtadaki uzantısıdır. Avrupa ile temel ortak noktası; iktisâdî ve sosyal sistem olarak serbest teşebbüs ve piyasa ekonomisini, siyasî rejim olarak da demokrasiyi kabul etmiş olmasıdır.

ABD’yi kuran göçmenler, Avrupa’daki dînî ve siyasî baskılardan ve iktisâdî zorluklardan kaçarak geliyorlardı. Böylece içlerinde Avrupa’ya karşı derin bir kırgınlık ve husumet taşıyorlardı. İnanç ve yoksulluk fırtınasının savurup okyanus dalgalarına karıştırdığı acılı bir kuşak olarak yeni kıtaya ilticâ etmişlerdi. Göçmenlerin sadece maceraperest serseriler olmadığı muhakkaktır. Amerika onlar için özgürlük ve fırsatlar beldesiydi. Bu beldede hem din ve mezheplerine göre özgürce yaşayabilir hem de hakkıyla çalışarak zenginleşebilirlerdi.

Bu sebepledir ki, Amerika Birleşik Devletleri; mücadeleci ve diri bir toplumun, başta din ve vicdan hürriyeti olmak üzere, inanç, düşünce ve teşebbüs hürriyeti gibi temel hakları esas alarak kurduğu bir devlettir.

Çok geçmeden Amerikalı yeni bir kuşak doğmaya başladı. Amerikan kolonileri, kapılarını yeni göçmenlere de açık tutarak zamanla daha da kalabalıklaştı. Nitekim Kuzey Amerika’ya göç edenler; kalıcı olarak yerleşmek düşüncesiyle, ailelerini de yanlarında getirmişlerdi.

Kıtaya göçü câzip hâle getiren sebepler şunlardı:

Uygun fiyata elde edilebilen arazi bolluğu, yiyeceklerin bol ve ucuz olması, işçi ücretlerinin aileleri rahat ettirecek düzeyde yüksek olması, insanların istedikleri din ve mezhebe uyma konusunda son derece özgür olmaları…

Gerçekten de Kuzey Amerika’ya göç edenler, kıtanın güneydeki parçasına gelenler gibi altın ve elmas bularak zengin olup ülkelerine dönmek hırsıyla değil; Avrupa’da yaşadıkları dînî baskılardan, işsizlik ve yoksulluktan kurtulmak, kendilerine özgürce yaşayacakları yepyeni bir ortam oluşturmak amacıyla göç etmişlerdi.

Halil İNALCIK, ilk koloniler için şöyle demektedir:

“İngiltere’de 1730-1760 döneminde din meselesindeki tartışma konuları Katoliklik, Protestanlık, Anabaptizm ve Püritanizm idi.”

İngiliz devleti Püritenleri kanun dışı sayıyordu. Püritenler ağır baskılara maruz kalıyor, takibata uğruyor, yakalananlar cezalandırılıyordu. Bu nedenle Püritenler önce Hollanda’ya kaçtılar. Hollanda’da tutunamayınca bu kez kendi hayatlarını ve dînî inançlarını yaşamak için uzak bir memleket olan Amerika’yı seçtiler. Püritenlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde tekstil sektörünün çökmesi, üst üste bereketsiz mahsul alınmasından doğan açlık tehdidi, hastalıkların patlak vermesi, suç oranının artışı ve yüksek vergiler; göçü tetikleyen ve halkın İngiliz Kralı’na olan öfkesini artıran temel sebeplerdi.

Püritenler bu şartlar altında özgürce ibâdet edebilecekleri ve işlerini kurabilecekleri yeni bir toprak hayal ediyorlardı. Nitekim 1641 yılında 14 bin Püriten ilk defa Massachusetts’e, Amerika’nın kuzey kısmına, sonra güneye koloni hâlinde yerleştiler. İşte ilk Amerikan kolonisi böyle doğdu. Bu olay; «Büyük Göç» olarak bilinmektedir. Amerika’nın nüfusu 1760 yılında sadece 13 kolonide yaklaşık 1 milyon 600 bin kişi idi. 1790’da 4 milyon, 1840’da 17 milyon oldu. Politik zulümlerden kaçan, dînî ve iktisâdî hürriyet isteyen birçok insan Avrupa’dan okyanusu aşıp Amerika’ya geliyordu. İrlandalıların göç sebebi ise kıtlıktı.

Bu insanların Amerika’yı adanmış bir toprak görmelerinin görünür sebeplerinden biri, bu toprakların nisbeten boş ve kimseye ait olmamasıydı. Göçmenlerin oluşturduğu seyyar sınır, her yıl batıya doğru ilerliyordu. Böylelikle göçü göze alanlar en uç noktaya giderek kendi öz varlıklarının efendisi oluyordu.

Virginia’ya gelenler, genellikle beş parasız maceraperest altın avcılarıydı. Esnaf ve çiftçiler ise onlardan sonra gelerek bölgeyi daha da şenlendirmişlerdi. İngiliz göçmenler, yerleştikleri Jamestown kasabasında toprakla çok fazla ilgilenmediler ve daha rahat bir hayat için altın ve gümüş gibi değerli maden avına yöneldiler.

Anavatandaki yönetim şekli, sömürgelerde de uygulanıyordu. Meselâ; İngiltere’deki Kral’a, Lordlar ve Avam Kamarası’na karşılık; kolonilerde Vali, Konsey ve Temsilciler Meclis’i bulunuyordu. Kral’ın tayin ettiği vali ile koloninin yasama meclisi arasında genellikle vergi konusunda tartışmalar yaşanıyordu. Kolonilerin hürriyet ve haklarla ilgili mahallî anayasaları vardı. Bazı koloniler; ticaret şirketleri ve büyük toprak sahipleri tarafından, bazıları da dînî sebeplerle göç edenler tarafından kurulmuştu. İngilizlerin kolonilerdeki iskân ve yönetim şekli farklıydı. Kral, istediği birini vali olarak tayin eder, vali de «Kral adına» toprakları idare ederdi. Kral, özel şahıslara veya şirketlere bir miktar arazi tahsis edebilirdi. Göçmenler; anavatanın himayesinde, bir siyasî oluşuma gidebilir, kendilerini yönetebilirdi.

___________________________

1 İhsan Burak BİRECİKLİ Dr., History Studies ABD ve Büyük Orta Doğu İlişkileri Özel Sayısı, s. 83-84.

2 J. M. Roberts, Avrupa Tarihi, İnkılâp Kitabevi, İst., s. 416.