TARTIŞMAK DEĞİL, TÂBÎ OLMAK

YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Peygamberimiz -aleyhisselâm- başta olmak üzere, ashâb-ı kirâmın büyük gayretleri ile İslâm güneşi; her geçen gün yeni bir nasipli gönlü aydınlatıyordu.

Bunca aydınlığa rağmen, karanlık düşünceliler, ısrarla karanlık kuytularda toplanıyor, karanlık kararlar alıp duruyorlardı.

Yine bir gün Kureyş müşriklerinin en önde gelenleri, güneş battıktan sonra Kâbe’nin arka tarafında toplantıya oturmuşlar, ateşli bir tartışma içine girmişlerdi. Sonunda fikir birliğine varıp, birbirine yakın şeyler söylemeye başladılar:

–Hemen şimdi çağıralım O’nu!

–Öyleyse haber salın, gelsin!

–Muhammed’e haber salın da, O’nunla konuşalım, tartışalım!

–O’nunla son defa konuşalım ki, bu konuda kınanmayalım!

–«Kavminin eşrafı Sen’inle konuşmak üzere toplandılar. Hemen yanımıza gel!» diyelim!

Bu konuşmalardan sonra, adamlarından birini alelacele Rasûlullah -aleyhisselâm-’a haberci olarak gönderdiler:

–Kavminin önde gelenleri Sen’inle konuşmak için toplandılar. Hemen gelsin diye beni Sana gönderdiler.

–Öyleyse hemen gidelim!1

Rasûlullah -aleyhisselâm-, hiç zaman kaybetmeden hemen kalkıp yola düştü. Bütün herkesi engin şefkat ve merhametiyle kucaklayan Peygamber Efendimiz; kavminin hidâyete erişmesini çok istiyordu. Onların yüz çevirmekte direnip durmaları ise çok ağırına gidiyordu. Bunun için davete hemen icâbet etmiş, hiç zaman kaybetmemişti. Yanlarına vardığında Mekke’nin en önde gelenlerini bir arada gördü:

–Ey Muhammed! Biz Sen’inle konuşalım diye Sana haber saldık!

–Ben de hemen geldim işte!

–Biz vallâhi Araplar içinde; Sen’in gibi, kavminin başını derde sokan bir adam daha bulunduğunu bilmiyoruz! Sen; babalara, atalara dil uzattın! Dîni ayıpladın! İlâhlara dil uzattın! Akılları akılsızlık, beyinsizlik saydın! Birliği böldün, dağıttın! Aramızda yapmadığın, başımıza getirmediğin kötü iş kalmadı!

–Bütün bunları ben mi yapmışım yani?

–Sen tabiî ki!

Eğer Sen; getirip ortaya attığın o sözlerle mal ve servet elde etmek istiyorsan, bizden daha zengin oluncaya kadar, sana mal-mülk verelim!

Eğer Sen; onunla içimizde en büyük şan ve şerefi kazanmak istiyorsan, biz Sen’i seyyid ve ulu kişimiz tanıyalım!

Eğer Sen; onunla kral olmak istiyorsan, Sen’i kendimize kral ilân edelim!

Şayet o Sana gelen şey; görüp de tesiri altında kaldığın cinlerden bir tâbi işi ise, biz Sen’i ondan kurtarıncaya veya Sen’in hakkında mazur sayılıncaya kadar tedavi çareleri araştıralım!

Rasûlullah -aleyhisselâm-, bu tarz bir hareket beklemediği için, çok üzüldü:

–Dediğiniz şeylerin hiçbirisi bende yoktur! Ben size getirdiğim şeylerle; ne mallarınızı istemek, ne içinizde büyük şeref ve şan kazanmak, ne de üzerinize hükümdar olmak için gelmiş değilim. Fakat beni, Allah size bir Hak elçisi olarak gönderdi ve bana bir de kitap indirdi. Sizin (kabul edenleriniz) için, (cennetle) bir müjdeleyici ve (kabul etmeyenleriniz) için de (cehennemle) bir korkutup uyarıcı olmamı bana emretti. Ben, Rabbimin bana yüklediği elçilik vazifelerini size tebliğ ettim ve sizi öğütledim de!

Size getirdiğim şeyi kabul ederseniz, o; dünyada ve âhirette nasip ve azığınız olur! Eğer onu kabul etmez, reddederseniz, yüce Allah benimle sizin aranızda hükmünü verinceye kadar, bana düşen, Allâh’ın emrini yerine getirmek üzere, her güçlüğe göğüs gerip katlanmaktır!2

–Ey Muhammed! Sen iyi bilirsin ki, geçimi bizden daha kıt, daha sıkıntılı kimse yoktur. O hâlde; Sen’i gönderdiği şeylerle göndermiş olan Rabbinden dile de, bizi sıkan, daraltan şu dağları ortadan kaldırıp bizden uzaklaştırsın! Yurdumuzu bizim için genişletsin! Geçmiş baba ve atalarımızdan bazı kimseleri de bizim için diriltsin! Bizim için diriltilecek olanlar arasında Kusayy bin Kilâb da bulunsun! Çünkü o; doğru sözlü bir şeyh, bir ulu kişi idi. Sen’in söylediğin şeyler hak ve gerçek mi, yoksa bâtıl mı? Ona soralım! O Sen’i tasdik ederse, Sen de istediklerimizi yaparsan, Sen’i tasdik eder, doğrularız! Hem bunlarla Sen’in Allah katındaki mevkiini ve dediğin gibi Allâh’ın Sen’i Rasûlullah olarak gönderdiğini öğrenmiş oluruz!

–Ben size bunlarla gönderilmedim. Allah beni ne ile gönderdi ise, ben ancak Allah tarafından size onu getirdim, size onu tebliğ ettim.

Eğer getirip tebliğ ettiğim şeyleri kabul ederseniz, o; dünyada ve âhirette sizin nasip ve azığınız olur. Onu kabul etmez, reddederseniz, yüce Allah benimle sizin aranızda hükmünü verinceye kadar, bana düşen; Allâh’ın emrini yerine getirmek üzere, her güçlüğe göğüs gerip katlanmaktır!3

–Sen bizim için bunları yapmazsan, kendin için Rabbinden bir şeyler edin! Söylediğin şeylerde Sen’i tasdik edecek, doğrulayacak, bizi Sen’in üzerinden geri çevirecek bir meleği Sen’inle birlikte göndermesini Rabbinden iste! Yine, Rabbinden iste de; Sana bahçeler, köşkler, altın, gümüş hazineleri versin de, Sen’i; gördüğümüz maîşet peşindeki çabalardan, bunlarla müstağnî kılsın! Çünkü bizim gibi, Sen de çarşılarda dolaşıp duruyor; bizim gibi, Sen de geçimini sağlamaya uğraşıyorsun! Eğer Sen; dediğin gibi gerçekten bir Hak elçisi isen, kavuşacağın bu nimetlerle, Rabbinin katındaki mevkiini öğrenmiş oluruz!

–Ben bunları yapmam! Ben bunları Rabbinden isteyecek bir insan da değilim! Zaten ben size bunlarla gönderilmedim. Fakat, Allah beni (getirdiklerimi kabul edenleriniz için cennetle) bir müjdeleyici ve (kabul etmeyip reddedenleriniz için de cehennemle) bir korkutup uyarıcı olarak gönderdi.

Eğer size getirdiğim şeyleri kabul ederseniz, o; dünyada ve âhirette sizin nasip ve azığınız olur. Onu kabul etmez, reddederseniz, yüce Allah benimle sizin aranızda hükmünü verinceye kadar, bana düşen; Allâh’ın emrini yerine getirmek üzere, her güçlüğe göğüs gerip katlanmaktır!4

–Öyle ise haydi, Rabbin «isterse muhakkak yapar» dediğin gibi; göğü parçalar hâlinde üstümüze düşür bakalım! Sen bunu yapmadıkça, biz Sana inanmayız!

–Bu iş Allâh’a aittir. O size bunu yapmak isterse yapar!5

–Ey Muhammed! Rabbin, Sen’inle oturacağımızı, kendisinden sormuş olduğumuz şeyleri Sen’den soracağımızı ve kendisinden istediğimiz şeyleri Sen’den isteyeceğimizi bilmiyor muydu? Ne diye, bize vereceğin cevapları daha önceden Sana öğretmedi? Getirip bize tebliğ ettiğin şeyleri kabul etmediğimiz takdirde kendisinin bize ne yapacağını Sana ne diye haber vermedi? İşittiğimize göre, bunları Sana Yemâme’de Rahmân diye anılan bir adam öğretiyormuş! Biz vallâhi hiçbir zaman Rahmân’a inanmayız! Ey Muhammed! Artık Sana karşı bir sorumluluğumuz ve kınanacağımız yoktur! Biz, vallâhi, Sen’in yakanı bırakmayacağız! Ya biz Sen’i yok edeceğiz ya da Sen bizi yok edeceksin!

–Allâh’ın dilediği olur!6

–Biz meleklere taparız! Melekler Allâh’ın kızlarıdır! Allâh’ı ve melekleri; sözlerinin doğruluğuna kefil olarak getirmedikçe, Sana inanmayız!

Peygamberimiz -aleyhisselâm-; büyük bir ümitle geldiği bu nasipsizlerin yanından, büyük bir hüzünle ayrıldı.

Peygamberimiz’in halalarından Âtike halanın oğlu olan Abdullah bin Ebû Ümeyye; azılı bir müşrik olup, onlarla beraberken, hemen ardından koşup yetişti:

–Yâ Muhammed! Biraz da beni dinle!

Peygamberimiz -aleyhisselâm-, durup bu nasipsiz halaoğluna baktı:

–Ey Muhammed! Kavmin Sana bazı tekliflerde bulundu. Sen onların tekliflerinden hiçbirini kabul etmedin!

Sonra; Allah katındaki mevkiini, dediğin gibi, peygamberliğini öğrenmek, Sen’i doğrulamak ve Sana uymak üzere, Sen’den kendileri için bir şeyler istediler. Sen yine yapmadın!

Sonra, yine; kendilerini korkuttuğun azaplardan bir kısmının kendileri için acele getirilmesini Sen’den istediler, yapmadın!

Artık vallâhi Sen gözümün önünde göğe merdiven kurarak çıkıp gitmedikçe ve oradan dediğin gibi peygamber olduğuna şahâdet edecek dört de melek yanında getirmedikçe, Sana hiçbir zaman inanmam! Vallâhi, bunu yapacak olsan bile Sen’i doğrulayacağımı sanmıyorum!7

Bu denli densiz konuşan Abdullah bin Ümeyye; bununla da yetinmeyerek, çok ağır sözler söyleyip, yine ağır hakaretler ettikten sonra, hırsla dönüp, öfkeyle uzaklaştı.

Peygamberimiz -aleyhisselâm- ise, bu nasipsizle muhatap olmayarak evine doğru yola koyuldu.

Peygamberlerin sonuncusu olup, kendisine itaat edilerek, tâbî olunmak için gönderildiği hâlde; nasipsiz müşrikler O’na neler de söylüyorlardı böyle!

Nasipsiz müşrikler böyle densizlik yapsalar da; o günlerde sahâbîler, bu günlere kadar ve sonraki günlerde de ümmeti olarak biz hepimiz Peygamberimize tâbî olup, O’nun yolunu yol edineceğiz inşâallah.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

______________________

1 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 1, s. 315.
2 Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 1, s. 205.
3 Süyûtî, Dürru’l-Mensûr, c. 4, s. 202.
4 Zürkânî, Mevâhibu’l-Ledünniye Şerhi, c. 1, s. 257.
5 Belâzûrî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 142.
6 Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 5, s. 50.
7 Süheylî, er-Ravdu’l-Unuf fî Şerhi’s-Sîretü’n-Nebeviyye li’bni Hişâm, c. 7, s. 443.