DİKKAT DÜŞMAN!

YAZAR : Sami GÖKSÜN

Düşman; birinin kötülüğünü isteyen, ona nefret besleyen ve zarar veren şey veya kişidir.
İnsan normal hâlinde dikkat etmeyebilir, her an teyakkuzda beklemez. Fakat bir düşman ikazı varsa, bir düşmanlık, bir saldırı alârmı varsa; pür dikkat kesilir.
Askerlerimiz sınırlarımızda,
karakollarımızda nöbet bekler. Herkes sabaha kadar uyurken, onların gözüne uyku girmez. Sulh zamanında bile…
Niçin?
Fırsat kollayan düşman; imkân bulamasın, zaaf ve gevşeklik görmesin diye…
Dikkat düşman var!
Canına, ırzına, malına, evlâdına kasdetmek isteyen bir hasım var!
Geleceğini karartmak isteyen bir düşman var!
Bu ikazlar, bir milleti harekete geçirir. Çanakkale ve Millî Mücadele zaferleri -bütün yokluklara rağmen- bu ruhla kazanıldı.
Bu ikazların bir de her birimize hitap eden şekli var.
Dînî, mânevî hayatımızı ilgilendiren düşmanlar…
Fudayl bin Iyaz Hazretleri ikaz ediyor:
“Düşman istersen nefis yeter.”
Nefsimiz kendi bünyemizde, kendi içimizde. O bize nasıl düşman olur? Bizden nasıl nefret eder?
Nefsin düşmanlığı, bize zarar verecek işler yapmasındadır. Çünkü nefis pek zalim ve pek cahildir. Peşin menfaatleri görür de, onun ötedeki zararlarını görmez yahut düşünmez.
Yûsuf Sûresi’nde buyurulduğu gibi:
“Nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder.” (Yûsuf, 53)
Kötülükler, ahlâksızlıklar ve zulüm… Nefsin hevâ ve hevesleri insanı dünyada perişanlığa, âhirette azaba dûçâr eder.
Biz, evimizin camını kırmak gibi basit bir şeyi yapana bile düşman diyoruz da; bizi cehenneme sürükleyene düşman denmez mi?
İnsan düşmanını yok etmeye, en azından zararını bertaraf etmeye çalışır. Bunun için savaşır. Nefs, içimizdeki düşman olunca, ona karşı da cihad etmek gerekir. Hem de hiç sulhü olmayan bir cihad…
Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri tasavvufu böyle tarif etmiş:
“Sulhü olmayan mânevî bir cenk…”
Fakat nefs içimizde, bizden bir parça olduğu için, dıştaki, zâhirî düşmanı öldürsen de, bunu öldüremezsin. Hedef onu zararsız bir hâlde tutmaktır. Ona muhalefet etmek, onu arındırmaya, temizlemeye çalışmaktır.
İnsan kendine karşı müsamahakârdır, kendini az çok beğenir. Nefs düşmanına mağlûp olanlar da genellikle, ona acıyanlar, ona hak verenlerdir. Tasavvuf büyükleri; bu sebeple, ağyâra müsamaha, nefse ise daima muâheze prensibiyle hareket etmişler… Nefse hiç haklılık payı çıkarmamışlar.
İnsanın bir düşmanı daha vardır. O hem insanlığın hem de Allâh’ın düşmanıdır. Yâsîn-i şerifte Cenâb-ı Hak buyurur:
“Ey Âdemoğulları! Size «Şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır.» demedim mi?” (Yâsîn, 60)
Nefs, cahilliğinden ve heveslerine düşkünlüğünden, insana zarar veriyordu. Yine nefs, mayasındaki kibir, cimrilik, acelecilik gibi kötü huylar sebebiyle Allâh’a kulluk, cömertlik, iffet gibi güzelliklere düşman kesiliyordu.
Fakat şeytanın düşmanlığı kin, nefret ve haset temelli, tam bir düşmanlıktır.
Şeytan, tâ ezelde, insanlığın atası Hazret-i Âdem’in mazhar olduğu, ilâhî teveccühlere haset etmiş, ateşten yaratılmışlığı bir gurur sebebi saymış, kendisini değil de, çamurdan yaratılan bir başka varlığı halîfe seçen Allâh’a da o varlığa da düşmanlık ilân etmişti.
Bu öyle bir düşmanlıktır ki; «Âdemoğullarıyla, İblisoğulları arasında binlerce yıldır süren bir kan dâvâsı vardır.» diyebiliriz.
O öyle bir düşmandır ki, ebedî cehennemlik olmak pahasına, kıyâmete kadar bütün ömrünü, insanlığı azdırmaya, Allâh’ın rahmetinden koparıp, gazabına düşürmeye adamıştır.
Ne gariptir ki, içimizdeki cahil nefs düşmanı; kalenin kapısını içeriden açan bir hâin gibi, şeytan ile ortaklık kurar, ona yardım ve yataklık eder. Böylece insan iki ateş arasında delik deşik olur.
Şeytan adlı düşmana karşı insan ne yapabilir?
Çok şey yapabilir.
Çünkü onun esasen vesvese vermek, birtakım iğvâlarda bulunmaktan başka bir gücü yoktur. Yeter ki içteki düşman, ona kapıları açmasın. Fakat nefs, ona kapıları açarsa, şeytan bütün maharetini nefsin tamahkârlıklarını, açgözlülüklerini, cahilliklerini yönlendirerek sergiler ve insanı perişan eder. Hattâ insanı bir şeytan, şeytanın gönüllü hizmetkârı hâline getirir.
Bu düşmana karşı yapılacak şey, onun düşmanı olan silâhlara sarılmaktır. Duyarak, hissederek; «Eûzu besmele»ye sarılmaktır. Şeytanın şerrinden, Allâh’ı sığınmaktır. Ezan, abdest, namaz, Kur’ân ve zikir meclisleri, ihlâs ve huşû sahibi olmak şartıyla şeytanı fersah fersah uzaklaştırır. Amma ihlâs ve huşû kaybolursa, şeytan bu sefer sağdan yaklaşıp, nice âbidi yine tuş eder.
«Dikkat düşman!» ikazını hiç unutmayan sâlihler, dâimâ Allah -celle celâlühû- ve Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e itaat ve teslîmiyetle, şeytanın şerrinden muhafaza olurlar.
Dedik ki;
Şeytanın emrine uyanlar, şeytanlaşır.
Mü’minin üçüncü düşmanı da, kâfirlerdir.
Rabbimiz buyurur:
“Ey îmân edenler! Benim de sizin de düşmanlarınızı dost edinmeyin.” (el-Mümtehine, 1)
Bunlar kâfirlerdir. Onlar, nefs ve şeytan eline düşerek, şeytanlaşmış insanlardır. Bunlar da tıpkı şeytan gibi, Allâh’ın rahmetine nâil olan mü’minlere kin ve haset dolu olurlar. Onları kendileri gibi kâfir yapabilmek için çırpınırlar. Irza, nesle, hayâya, iffete düşmanlık ederler.
Bunlara karşı en büyük silâh şudur:
Hubb-ı fillâh, buğz-ı fillâh…
İnsan; maddî ve mânevî hayatında bu prensibe uyarsa, dostunu ve düşmanını doğru belirler.
İnsanın özü kalbidir. Kalp neyi severse, istikbal onunla beraberlik getirecektir. Bu mânâda; kötü arkadaşların, ekranlardaki inkârcı meşhurların sadece muhabbetleri bile bir mü’mine zarar verir. Düşmanı düşman bilmek elzemdir.
Tabiî ki, bu hassâsiyet; müslüman yahut dindar olmayan herkese düşmanlık beslemek demek değildir. Hattâ insan olmaları hasebiyle, onların hidâyet ve ıslahları için duâ etmemiz de gerekir. Fakat onlar küfür ve isyanlarında bulundukları müddetçe, bir mü’mine açtığımız gibi kalbimizi onlara açamayız.
Tefekkür ettikçe başka düşman ikazları da buluruz.
Dünya; bizi âhiretten alıkoymak isteyen, ayağımızı kabre hazırlıksız bir şekilde kaydırmaya uğraşan bir düşmandır.
Dünya gibi; kadın, evlât, mal, makam-mevkî gibi dünyalıklar da dikkat etmezsek bize zarar verici düşmanlara dönüşürler.
Bütün bu düşmanlara karşı bize kim dosttur?
Rabbimiz!
Ni‘me’l-Mevlâ ve ni‘me’n-nasîr!
O ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır!