O GÜN GELMEDEN

YAZAR : Sami GÖKSÜN

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, halîfeliği esnasında evrakı mühürlediği yüzüğünün üstüne;

“Ey Ömer, ölüm sana vaiz olarak yeter!” yazdırmış.

“Başka vaiz mi istiyorsun, ölüm sana yetmez mi?!.” mânâsına. Yazdığı mektubu, resmî evrakı mühürlerken her seferinde, o yazıyı görüp ders alırmış.

Her can ölecektir, her beden de mezarın sînesine yaslanacaktır. Bu gerçeği her can bilir, fakat ölümden sonraki hayata hazır olmayanlar, ölüm hakikatinden kaçar da kaçar…

Cenâb-ı Hak buyurur ve uyarır:

“De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da gaybı ve şahâdet âlemini (yani görüleni ve görülmeyeni) bilen Allâh’a döndürüleceksiniz. O, size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” (el-Cum‘a, 8)

Müslüman insana yaraşan, ölümü çok düşünerek hatırdan çıkarmamak ve onun için hazırlanmaktır. Ölümü doğru bir şekilde hatırlamak, dünya sıkıntılarını kolaylaştırır ve dünya hırsından insanı korur.

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Lezzetleri yok eden ölümü çok hatırlayın.” (Tirmizî, Zühd, 4) buyurmak sûretiyle ölümün bir tefekkür derinliği içerisinde anılmasını istemektedir.

Ölüm, lezzetleri sona erdirir; fakat onun sona erdirdiği tatlar, fânî lezzetlerdir. Eğer ölüme güzel hazırlanılırsa, hayırlı bir ömür sürülürse, ölüm, bâkî lezzetlerin, ebedî zevklerin kapısı olur.

Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular:

“–Kim Allâh’a kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever. Kim de Allâh’a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz!”

Bunun üzerine Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- şaşırdı ve sordu:

“–Yâ Rasûlâllah! Ölümden hoşlanmama hâli de buna dâhil mi? Hiçbirimiz ölmekten hoşlanmayız.”

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“–Hayır böyle değil.

Lâkin, mü’min (ölüm gelince) Allâh’ın rahmeti, rızâsı ve cenneti ile müjdelendiğinde Allâh’a kavuşmayı çok ister ve sever. Allah da ona kavuşmayı sever.

Kâfir ise, ölüm kendisine gelince Allâh’ın azabı ve cezasıyla müjdelenir. Bu sebeple Allâh’a kavuşmaktan hoşlanmaz, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.” buyurdular. (Buhârî, Rikâk, 41; Müslim, Zikr, 14)

O hâlde, ölüme, yani âhirete hazırlanmalı.

Nasıl?

Uzun bir yolculuğa çıkacak kişi nasıl hazırlanırsa öyle…

Yani yolluk hazırlayarak, azık tedârik ederek…

Nedir bu azık?

İlâhî beyan bildiriyor:

“Azıklanın, muhakkak ki azığın en hayırlısı takvâdır.” (el-Bakara, 197)

En çok hazırlık ve azığa bu uzun yolculukta ihtiyacımız var. Bu yolculuğun azığı, sâlih amel ve takvâdır. Allah Teâlâ’dan korkarak O’nun himayesine girmektir. Takvâ azığını alan kimse; kurtuluşa erer ve selâmete ulaşır, huzur içinde menziline varır. Bu hazırlığı yapmayanlar hüsrana uğrar ve perişan olurlar.

Hazırlıksız yola çıkanlar ne mihnetler çeker, ne ıstıraplar yaşar… Âhiret yoluna hazırlıksız ve azıksız çıkanlar da, neticesiz bin bir nedâmet içinde kavrulacaklardır:

“Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında;

«Rabbim!» der. «Beni geri gönder! Tâ ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.»

Hayır! Bu onun ağzından çıkan (boş) bir lâftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.” (el-Mü’minûn, 99-100)

O gün geri dönüş yok!

Fakat bugün var.

Bugün tevbe kapısı açık. Hem de ardına kadar açık. Yanlışlardan geri dönmek mümkün. İsyanlardan pişman olup, nedâmet getirmek mümkün.

Bu kapı son nefese kadar açık. Fakat sakın son nefese kadar erteleme! Çünkü o son an ne zamandır, asla bilmiyorsun.

Demişler ki:

“Ey uzun kuruntuları kendisini aldatıp dünya ile meşgul olan insan; ölüm beklemediğin anda gelir, kabir ise amel sandığıdır.”

İyi düşünmek lâzımdır ki, hiç kimse ne zaman öleceğini bilemez. Dünya ile alâkalı birçok plânları ve emelleri olduğu hâlde ölüm, birden insana gelebilir. Bunun için; «İhtiyarlar varken bize sıra gelmez!» diye gençliğine aldanma. Senden daha büyük emeller peşinde koşan nice gençler, orta yaşlılar ve ihtiyarlar; işleri yarıda iken ölmüş gitmişlerdir. Nice kimseler var ki; apartmanını yapıp bitirdiği hâlde içine girmeden ölmüştür. Nice çiftçiler var ki; mahsulünü kaldırdığı hâlde, bir lokmasını yemek kendisine nasip olmadan ölmüştür. Nice kalem sahipleri var ki; eserleri bitmeden, hayata gözlerini yummuşlardır.

Bu hususta hikmetli bir zât şöyle diyor:

“Ey yolculuk gününü unutan insan, dostları birbirinden ayırıcı olan ölümden seni neden gafil görüyorum.

Yokluğa gidenlerden hiç ders almıyorsun; hâlbuki ölen, dünyayı olduğu gibi bırakıp gitmektedir.

Yanlarında götürdükleri, bir kefen parçasından ibarettir. Bütün yaptıkları boşta kalmıştır.

Onlar toprak altında birbirinden uzak kalmış durumdadırlar. Hâlbuki ölmeden önce dost ve ahbap idiler.

Sen de yarın veya bir gün onların yanındasın, ama mezarda yalnız ve tek başınasın,

Samimiyetini umduğun insanlardan sana hayır gelmez, sözünde duran bir dost bulamazsın,

O hâlde, şimdiden ölüm için hazırlanın. Zira o, çok yakındır, boş kuruntulardan vazgeç.”

Ölümü anmak, anlamak ve ona hazırlanmak için Allah Teâlâ’nın şu kelâmlarını dinleyelim:

“Hele can boğaza dayandığı zaman;

O vakit (can çekişenin yanında bulunan) sizler, bakar durursunuz.

(O anda) Biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz.

Mademki ceza görmeyecekmişsiniz,

Onu (yani çıkmakta olan canını) geri çevirsenize, şayet iddianızda doğru iseniz!” (el-Vâkıa, 83-88)

Yine o dehşetli ânı anlatan şu âyetler:

“Artık gözünüzü açın!

Ne zaman ki can köprücük kemiğine dayanır,

«Tedavi edebilecek kimdir?» denir.

(Can çekişen) bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar.

Bacak da bacağa dolaşır.

İşte o gün sevk edilecek yer, sadece Rabbinin huzûrudur.” (el-Kıyâmet, 26-30)

Hulâsa; ne kadar yaşarsak yaşayalım, sal tahtasına bineceğiz ve Rabbimiz’e döndürüleceğiz.

Cenâb-ı Hak bu dönüşte, îmân-ı kâmil ile huzûruna varanlardan eylesin…

Âmîn…