HÂL EHLİNİN HÂL LİSANI…

YAZAR : Sami GÖKSÜN

Seyyid Burhaneddin Hazretleri, milâdî 1165 yılında Tirmiz’de dünyaya gelmiştir. Tirmiz; Özbekistan’ın güneyinde, Afganistan sınırı üzerinde, Amuderya Nehri ile Suhanderya Nehri kavşağında, yeni Tirmiz şehrinin biraz batısında bugün harabeleri kalmış eski bir şehirdir.

Seyyid Burhaneddin Hazretleri; gerçekleri derinlemesine araştırdığı için «Muhakkik», insanların kalplerinden geçen gizli sırları keşif yoluyla bildiğinden de, «Seyyid-i Sırdan» unvanlarıyla anılmıştır. İlk tahsilini babasından aldıktan sonra; Belh şehrine giderek, Sultânü’l-Ulemâ Bahâeddin Veled’den 12 yıl mânevî ilimleri tahsil etmiştir.

Temiz nesebi Peygamberimiz’in torunu Hazret-i Hüseyin’e dayanmaktadır. Bu sebeple kendileri Seyyid’dir.

Seyyid Burhaneddin Muhakkik-i Tirmizî Hazretleri, Sultânü’l-Ulemâ Bahâeddin Veled Hazretleri’nin yetiştirdiği büyük Hak dostlarındandır. Gönlünü mârifet nûruyla parıldatan bu velî kul, ta küçük yaşlarında muradının incisine nâil olmuştu. Sultânü’l-Ulemâ’nın mânevî meclislerinde çok bulunmuş ve ondan ilim, hikmet, mârifet ve irfan nûru devşirerek kemale ulaşmıştı.

“Yanını yataktan kaldırmayan (geceleri uykuyu terk etmeyen) adam, hiçbir şeye mâlik olamaz. Arslan dahî avını sürmezse, açlıktan nefesi kokar. Bu yolda aşk ve cehd lâzımdır. Aşka kanat açmadan bir şey elde edilmez!” diyen Seyyid Burhaneddin Hazretleri; aşkın yoluna erken yaşta kanat açmış, sultanının irfan bahçesinden mârifet nurları derlemeye başlamıştı.

Bu tahsilin ilerleyen yıllarında, sultanının oğlu Mevlânâ Celâleddîn’in mürebbîlik ve atabekliğini de yaptı. Mânevî eğitimini tamamlayınca Sultânü’l-Ulemâ’dan icâzet alarak Tirmiz’e döndü ve halkı irşâda başladı.

Sultanü’l-Ulemâ Bahâeddin Veled Hazretleri, 1220 yılında Belh’ten hicret etti. Bağdat ve Hicaz’ı dolaştıktan sonra Konya’ya gelip yerleşti.

Bir gün Seyyid Burhaneddin; memleketi Tirmiz’de yüksek âlimlerle sohbet hâlinde iken, sohbetin ve meclisin en derin ânında;

“–Eyvah! Üstâdım gitti. Âlimlerin sultanı olan efendim ebedî âleme sefer etti!” diye feryat etti. Bulutların rahmet yağmurları boşalttığı gibi gözlerinden yaşlar aktı. Sene 1230 idi ve hocası Sultânü’l-Ulemâ, kilometrelerce ötede, Konya’da vefat etmişti. Muhakkik-i Tirmizî, üstâdının vefatını kerâmet nûruyla görüp anlamıştı. Bu hicran kendisini çok üzmüştü. Bu mahzunluk içerisinde günleri günlere ekliyordu.

Bir gece zikir, şükür, tefekkür ve ibâdetini yaptıktan sonra yatağına uzanıvermişti. Rüyasında üstâdını gördü ve üstâdından şu emri aldı:

“–Ey Burhaneddin! Derhâl Mevlânâ’nın terbiye ve yetişmesiyle meşgul olmak üzere Konya’ya gel!”

Seyyid Burhaneddin Hazretleri, rüyada aldığı bu talimat üzerine 1231 yılında Konya’ya gitti. O günlerde Mevlânâ Hazretleri, babasının vefatından beri yaşadığı hüznü bir nebze hafifletmek düşüncesiyle Karaman’a kayınpederinin yanına ziyarete gitmişti. Seyyid Burhaneddin Hazretleri; Mevlânâ’nın Karaman’da olduğunu öğrenince, ona bir mektup göndererek Konya’ya çağırdı:

“–Ey Celâleddin, Konya’da seni bekliyorum acele gel!”

Hazret-i Mevlânâ mektubu alır almaz hiç beklemeden hızlıca Konya’ya geldi. Seyyid Burhaneddin Hazretleri ile buluşup, aşk ve şevk ile mâneviyat tahsiline başladı.

İlim ve irfan yağmuru çorak gönüllerde taze baharlar meydana getirir. Kalp sahrasına mârifet nûru indi mi, artık kemal yolları açıldı demektir. Mevlânâ, yaratılışı itibarıyla ilmî ve mânevî terakkîye çok istîdatlıydı. Kısa zamanda zâhirî ve bâtınî ilimlerde yüksek dereceler elde etti. Bu çalışma bir yıl sürdü. Hazret-i Mevlânâ zâhirî ilimlerde derinleşmek üzere Halep ve Şam’a gitti. Seyyid Burhaneddin -kuddise sirruh- da Kayseri’ye döndü. Mevlânâ Hazretleri çıktığı ilim seferinden dönerken Kayseri’ye uğrayıp hocasıyla buluştu. Beraberce burada bir müddet kaldıktan sonra birlikte Konya’ya geldiler. İlk gelişinden itibaren tam 9 yıl Mevlânâ’yı irşâd eden Seyyid Burhaneddin Hazretleri 1240 yılında çok sevdiği Kayseri’ye dönmek istediğini belirtip;

“–Ey Celâleddin! Sen belli bir kıvama geldin, artık bize yol gözüktü.” deyip, Kayseri’ye dönmek üzere yola koyuldu. Hazret-i Mevlânâ, üstâdını gözyaşları içerisinde helâlleşerek uğurladı. Seyyid Burhaneddin, Mevlânâ Celâleddin Hazretleri’ni, Şems-i Tebrizî’ye hazırlamak vazifesini yerine getirmişti.

Seyyid Burhaneddin Hazretleri, Kayseri’ye yerleşti ve irtihâline kadar orada yaşadı. Bu süre zarfında birçok gönül ehlinin yetişmesine vesile oldu. Kayseri Cami-i Kebir’de çok tesirli ve feyizli vaazlarda bulundu. Nice Hak dostuyla karşılaşıp sohbetler etti.

Zamanın büyük Hak dostlarından Şihâbüddîn-i Sühreverdî Hazretleri; Bağdat’tan Anadolu’ya geldiğinde, Seyyid Burhaneddin Hazretleri’ni ziyaret etti. Yüksek huzurlarına vardıklarında ona hürmeten yanına tam yaklaşmadı ve biraz uzağa oturdu. Aralarında tek kelime dahî konuşma olmadı. Daha sonra talebeleri, Şihâbüddîn-i Sühreverdî Hazretleri’nin bu hâline taaccüp edip sordular:

“–Ey âlem şeyhi, birbirinizle konuşmamanızın hikmeti nedir?”

Şeyh Hazretleri buyurdular ki:

“–Hâl ehli önünde hâl lisanı lâzımdır. Kāl lisanına ne hacet var?”

“–Onu nasıl buldunuz?”

“–Hakikat ve mârifet deryasına maharetle dalmış, mânâlar âleminin parlayan bir yıldızı ve gizli sırların kaynağı olarak buldum!”

Seyyid Burhaneddin Hazretleri, zamanın en büyük velîlerindendi. Gece ibâdetini çok sever, beli bükük, mumlar gibi Rabbinin huzûrunda durur; devamlı olarak zikir, şükür, tefekkür ve ibâdetle meşgul olurdu. Riyâzet ve mücâhede kılıcını çekmiş, nefsi takvâ urganı ile bağlamış ve onu istediği kıvama sokmuştu.

O kadar ki, 15 gün ağzına lokma koymadığı zamanlar bile olurdu. Derlerdi ki:

“–Ey gönül köşesini aydınlatmak isteyenler, karnınızı aç bulundurunuz ve çok oruç tutunuz. Çünkü oruç hikmet hazinelerinin anahtarıdır. Oruç tutmak kalp gözünün açılmasına, kalbin rikkat ve merhamete gelmesine sebep olur. Oruçlunun duâsı Allah Teâlâ indinde makbuldür.

Nefis timsahına karşı zaferler elde etmek elbette kolay değil. Onun başını bir kalem gibi kesecek ve arzularına gem vuracaksın ki, saâdet sabahı kapını çalsın.”

Bir başka gün gusül abdesti alıyordu. Abdesti bitince hizmetçisine seslendi:

“–Ey evlâdım! Ecel şerbetim bir bardağa konulmuş bana verilmek üzeredir. Beni yıkamaları için sıcak su hazırla ve dışarıya çık; «Seyyid Burhaneddin vefat etti!» diye nidâ et!”

Sonra içeri girdi, iki rekât namaz kıldı. Ellerini yüce Arş’a kaldırarak niyaza başladı:

“Ey arslanlar yaratan Allâh’ım! Bana bir emânet verdin, nihayet o emâneti benden geri alacaksın. İnşâallah beni sabredenlerden bulacaksın.

Ey Rabb-i Rahîm’im! Sen’i ve Sen’in şanlı Rasûl’ünü çok seviyorum. Sana kavuşmak arzum son haddine ulaştı. Beni bu sevgime ve arzuma bağışla! Habibin hürmetine muradımın incisini elde etmeyi ihsan buyur.”

Bir müddet bu şekilde tazarrû ve niyaza devam etti. Sonra;

“Lâ ilâhe illâllah Muhammedür Rasûlullah!” dedi ve son nefesini verdi.

Cenâb-ı Hak cümlemize, velî kullarına verdiği güzel hasletlerden ihsan eylesin. Ebedî âlemde de beraber olma bahtiyarlığına kavuştursun.

Âmîn…