106. SAYI TAKDİM

Kıymetli Okuyucularımız,

“Tefekkür etmez misiniz?”

İlâhî bir sual, daha doğrusu, Rahmânî bir ikaz…

Kimileri bu «akletme, tefekkür etme, düşünme» ikazlarını; akılcılığa, bilim ve felsefeye teşvik zannedebiliyor.

Hâlbuki, akıl; İslâm tefekküründe sadece bir kanat…

Mü’minin aşk kanadına da ihtiyacı zarurî…

İlim sadece bir kanat… İnsanın irfan kanadına da ihtiyacı elzem.

Hepsini âhenk içinde sevk edecek bir de ilâhî tâlimatlar şehbâli ise zaruret üstü zaruret:

Vahiy, kitap ve sünnet…

Çareler bulduracak, hakikî «İslâm Tefekkürü», ancak bu şartlar içerisinde menzil-i maksûda kanatlanır…

Felsefe nâmında birleşen beyhûde arayışlar ise; kılavuzsuz akıl, şîrâzesiz duygu ve körü körüne taklitlerden ibaret…

Felsefeye taklit dememiz yadırgatmasın. Çoğu kez felsefe, tefessüh etmiş batıdan; «kes-kopyala-yapıştır!» mantığı içerisinde taklit anlayışını yansıtmaktan öteye gidemiyor. «Tercüme et-uyarla-yakıştır!» da denilebilir. Bu sebeple ilâhî ikaz daha anlamlı:

Siz kendiniz «tefekkür etmez misiniz?»

Batının ahlâkî, ferdî, içtimâî batışından ibret almaz mısınız?

Aynı âkıbete bu koşuşturma neden?

Batı gibi dînini parça parça, fırka fırka etme arzusu neden?

Şer‘-i şerif gibi bir mihenge sahipken dalâletlere savrulmak niçin?

«Şeb-i Arûs» vesilesiyle, mâneviyatı hatırlara getiren Aralık ayında; düşünce, ilim ve irfan sahasındaki hakikat ve dalâlet farkını dosya konusu olarak seçtik. Hak yolculuğunu içinden ve dışından yıkmaya çalışanlara, «hakikat» yolunun hakikî veçhe ve çehresini bir kez daha arz etmeye çalıştık.

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ;

“Tefekkürün doğru ve faydalı olması için en gerekli şart, onun sağlam bir teraziye sahip olmasıdır.” diyerek bu teraziyi aklı yaratan ve yaşatana teslîmiyet olarak tespit etti.

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; «tasavvuf»un İslâm’ın rûhu olduğunu, turuk-ı aliyyenin de asr-ı saâdet İslâm’ının müesseseleşmiş hâline ulaşma gayreti olduğunu sadra şifâ bir makale hâlinde ifade etti. Şeb-i Arûs’un 740’ıncı yılında, Hazret-i Mevlânâ’dan Sır ve Hikmetlerde ise; «Leylâ’yı İncitmeme» hassâsiyetiyle yaşamak daveti mevcut.

Dosyamız yazarlarımızca gergef gibi işlendi. Kimi mâneviyatı telâkki edemeyen ve maddeciliğin pençesinde sağlığını ve «sıhhat»ini yitiren batıya ve üzerimizdeki tesirlerine dikkat çekti. Kimisi; tasavvufa Molla Kasım tahditlerinin, onu icra edeceği vazifeden uzaklaştıracağına işaret etti. Kimisi; mâneviyat yollarındaki aldanışların sebeplerine, cehâlete, art niyete, olağanüstülüklere düşkünlüğe neşter vurdu.

Bir bahsi anlatmanın en güzel yolu, ona canlı misaller vermek:

Mevlânâ’nın ilk pîri Seyyid Burhâneddin, son devir meşâyıhından Ahıskalı Ali Haydar Efendi ve Şeyh Şerâfeddin Dağıstânî gibi zâtların hayatından iktibaslar bu gayeye hizmet etmekte…

Elbette şiir:

Lisan, hak ve hakikatlerin ifade vasıtası ise; şiir de bunun en seçkini, en mümtazı…

Bu gayeye vuslata gayret eden mısralarla sizleri derin bir tefekkür harmanıyla baş başa bırakıyoruz.

Yüzakıyla…