KALPTEN BİR BESMELE

YAZAR : Sami GÖKSÜN

İnsanın maddî olarak da mânevî olarak da en mühim uzvu kalptir. Sevgili Peygamberimiz, şöyle buyurur:

“İnsanın vücudunda bir et parçası vardır ki; o et parçası sâlih olursa bütün vücut sâlih olur, o et parçası bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. Dikkat edin o et parçası kalptir.” (Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Musâkât, 107)

Kalbin çalışmasındaki maddî bozukluk, insanı hastalıklara ve ölüme götürür. Kalbin duygularındaki fesat ve bozukluk da, insanı mânen öldürür. Bu sebeple kalplerimize dikkat etmeliyiz.

Maddî kalbimiz için dikkat ediyoruz. Bilhassa belli bir yaşın üzerindeki insanlar; yediğine, içtiğine, sıcağa, soğuğa, birçok şeye ihtimam gösteriyor. Tansiyonunu ölçtürüyor, ilâcı varsa dikkatle takip ediyor.

Kalbimiz; mâneviyâtımızın merkezidir, ondaki sevgi ve nefret doğru adreslere yönelmeli. Mü’min, kalbinin sahibini tanımalı ve bilhassa O’nu sevmeli. O’nu sevenleri sevmeli, O’nun sevdiklerini sevmeli. Bir kul ki kalbinin sahibini bilirse, ondan bahtiyar kimse olamaz. Bir kul ki kalbini Mevlâ’ya nazargâh eylemiş ise ondan huzurlu kimse olamaz. Bunun için o et parçası dediğimiz kalbin, îmânın nûruyla aydınlatılması lâzımdır. Küfrün, şirkin, fıskın, fücurun, hasedin, nefretin, her türlü gafletin kalpten tamamen temizlenmesi gerekir.

Çok sevdiğiniz bir kişiyi evinize davet ettiğinizde; eviniz ne kadar temiz olsa da tekrar elden geçirir, pırıl pırıl eylersiniz. Hele davet ettiğiniz Zât, halının altını, koltukların arkasını da görebilecek biri olsa ne yaparsınız?

Kalbimizde, Cenâb-ı Hak’tan gizleyebileceğimiz bir kuytu, bir köşe var mı? Kâinâtın hiçbir yerinde olmadığı gibi, kalbimizde de yok.

O -celle celâluhû- kirli bir yere misafir olur mu?

Elbette ki olmaz. Şemseddin Sivâsî Hazretleri’nin buyurduğu gibi:

Vâsıl olmaz kimse Hakk’a cümleden dûr olmadan,
Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pür-nûr olmadan…

Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hak,
Pâdişah konmaz sarâya hâne mâmûr olmadan.

Misafirimize evimizi hazırlamamız, sadece temizlemekten ibaret de değildir. Temizlikten sonra başlarız, onun sevdiği şeyleri hazırlamaya…

Kalbimizi önce tertemiz eyleyip, sonra da Hakk’ın sevdiği sahih îman, sâlih âmel ve güzel ahlâk ile Rabbimiz’in huzûruna hazırlanmalıyız. İşte ehl-i îman, kalbine îman gözüyle bakmalı ve sâlih ameller işleyerek kalbini nurlandırmalıdır.

Hadîs-i şerifte;

“Cenâb-ı Hak, sizin kalplerinize bakar.” buyurulmuştur. Allah nezdinde kulun kıymeti, kalbi nisbetindedir. Ebûbekir’i kıymetli, Ebû Cehil ve Ebû Leheb’i lânetli kılan; kalplerinin hâlidir.

Peygamberimiz’in asrında yaşamış bu üç insandan Hazret-i Ebûbekir, tertemiz kalbi ile O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hakikatini gördü ve yüceldi. Ebû Cehil de kalbinin kapkara ve paslı aynasında Efendimiz’i kendi çirkin sûretinde görüp O’ndan nefret etti. Kendisi bedbaht oldu.

Hazret-i Ömer ise, kalbi temizlemenin bir misali oldu.

Hazret-i Ömer başlangıçta düşman saflarının içinde yer almaktaydı ve hattâ ileri gelenlerindendi. Ebû Cehil ve adamları Hazret-i Ömer’i yere-göğe sığdıramıyorlar;

“(Hazret-i) Muhammed’i ancak sen öldürürsün!” diyerek onu galeyâna getiriyorlardı. Bunun için de Hazret-i Ömer, Efendimiz’i öldürmek niyetiyle yola çıkmıştı. Yolda îmanlı bir zâta rastladı, o da Ömer’e sordu:

“–Yâ Ömer, nereye gidiyorsun?”

“–Muhammed (-sallâllâhu aleyhi ve sellem-)’i öldürmeye…

Ömer çok öfkeli bir yapıdaydı. Onun yanında herkes konuşamaz, destursuz hareket edemezdi. Adam tehlikeyi bertaraf etmek için bütün cesaretini topladı, konuşmaya devam etti:

–Ey Ömer, bu iş senin ailene de girmiştir. Senin kız kardeşin Fâtıma ve enişten olan Sa‘d da müslüman olmuştur.

–Yaa öyle mi?!.

Ömer, Rasûlullâh’ın yanına gitmekten bir an vazgeçti ve kardeşi ile eniştesinin evine gitti. Evin içinde Kur’ân okunuyordu. O ilâhî ve nûrânî sesi Ömer duydu.

Ömer, kız kardeşi ve eniştesini bir hayli hırpaladı. Darbelerden dolayı takatsiz kalarak yere düşen bu îman erlerine yine de vurmaktan geri durmadı. Sonra kız kardeşi kendini toparlayıp şöyle mukabelede bulundu:

–Ey Ömer, istersen bizi öldür. Elhamdülillâh biz müslüman olmuşuz.

Ömer’in kalbine ve gönlüne bir anda merhamet ve şefkat hisleri doluverdi ve çok farklı bir değişim yaşadı. Kalbinin ekseni istikamete geldi. Îmânın vermiş olduğu şecaat duyguları karşısında mağlûp olan Ömer; daha sakin bir hâlde kız kardeşinin ve eniştesinin okudukları Kur’ân ayetlerini istedi. Ancak kız kardeşi aynı cesaretle;

“–Hayır olmaz, ona ancak temiz olanlar dokunabilir!” deyip boy abdesti alması gerektiğini söyledi. Ömer temizlendikten sonra Kur’ân âyetlerine dokunabildi. Okudu, okudukça kalbi küfürden temizlendi, îmân ile doldu.

“–Ne olur beni Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e götürün.” dedi. Müslüman olmaya karar verdi ve temiz bir hâlde Allah Rasûlü’nün huzûruna çıktı.

Efendimiz’in huzûrunda kemâl-i edep ve hulûs-i kalp ile büyük bir kararlılıkla müslüman olup îmânın lezzetine erişti. Ömer olmaktan Ömerü’l-Faruk olmaya terfî etti.

Aslında Mekke müşriklerinden birçoğu böyle sarsıntılar geçirmişti. Kur’ân’ın eşsiz belâgati onları kalplerinden yakalamıştı. Efendimiz’in müstesnâ şahsiyeti, onları da cezbetmişti. Fakat onlar, adımı atamadılar. Önlerine kibir dağları çıktı, yıkamadılar. Haset engeli çıktı, delemediler. İsyan hendekleri açıldı, aşamadılar. Sahâbî olabilecekken, küfrün elebaşı olarak kaldılar.

Hazret-i Ömer ise; ne Mekkeliler nezdinde yıkılacak itibarı düşündü, ne Abdullâh’ın Yetîmi’nin önünde teslîmiyet izhar etmeyi zillet olarak gördü, ne de arkadaşlarının dönek diyecek olmasına aldırdı.

Bir şahâdet getirdi, câhilîlikten sahâbîliğe terfî etti.

Bir besmele çekti, her şeyi değiştirdi.

O besmele ki; Hazret-i Ömer’e hem dünya hem de âhireti kazandırdı. Cenâb-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine, Hazret-i Peygamber’e öyle bir îmân etti ki, kalbi îmân ile nurlandı.

Günahkâr, gaflet üzere yaşayan, itikatsız her kim varsa; besmelesini çekip, îman yoluna dâhil olup güzel sırlara nâil olmalıdır.

Seyrî ne güzel ifade etmiş:

En büyük cankurtarandır çırpınan insanlığa,
Çün Muhammed’den nasibdâr ümmet eyler besmele…

Besmelenin sırlarına insan bir vâkıf olsa, her ânını onu zikirle geçirir. Şu anlatacağım hâdise çok ibretlidir:

Bir hanım her fırsatta daima besmele çekermiş. Onun bu fazîletinden gafil olan kocası da bu durumdan sıkılırmış.

“–Ne diye her işin, her sözün başına besmele çekersin be kadın?” dermiş.

Hanımı da;

“–Öyle deme, bey… Allâh’ın adıyla başlanmayan işten hiç hayır gelir mi? Hem ben besmele çekip de hiç yolda kalmamışımdır.” demiş.

Kocası bu lâfın üzerine;

“–Ben sana bu inancının boş olduğunu göstereceğim.” demiş.

Evin beyi bu iddiasını gerçekleştirmek ve hanımını mahcup etmek için bir senaryo hazırlamış. Arkadaşlarından borç adı altında çok miktarda parayı getirmiş;

“–Hanım, bu parayı arkadaşlarım bana; «Sen emin insansın.» diye emânet verdiler. Kendilerine lâzım olduğunda her an isteyebilirler.” diyerek keseyi hanımına vermiş. Hanımı her zamanki gibi, besmeleyi çekmiş ve evdeki gizli sandığın içine koymuş.

Aradan birkaç gün geçtikten sonra, beyi plânını uygulamaya başlamış. Hanımı evde yokken; paraları gizli sandıktan çıkarıp, su geçirmez bir şekilde sarıp sarmaladıktan sonra, götürüp evin bahçesindeki derin su kuyusunun içine salmış. Akşam telâşla eve gelip hanımına;

“–Hanım, o arkadaşlar paralarını istiyorlar.” demiş. Hanımı da kalkıp parayı koyduğu gizli sandığın başına varmış, besmeleyi çekip kapağı açmış. Bu arada adam içinden gülüyor, hanımının besmeleye olan îtikādını sarsmanın keyfini çıkarmaya hazırlanıyormuş.

Kadın paranın olduğu yere elini uzatmış, para çantasını çıkarmış. Hem de, etrafından sular damlayarak…

Adam hayretler içinde bakakalmış…

İşte kadının hayatındaki besmele muhabbeti ve samimiyeti, kendine kurulan komployu bile bozabiliyor. Yüce Mevlâ’mız, Rahmân ve Rahîm isimlerini hayatının her ânında diline ve kalbine vird edinen birini utandırır mı hiç?!. Hayır…

Cenâb-ı Hak cümlemize selîm bir kalp nasip eylesin.

Âmîn…