ORUÇ VE HİKMETLERİ
YAZAR : Sami GÖKSÜN
Cenâb-ı Hak, Hakîm’dir, yüce hikmet sahibidir. Dolayısıyla, O’nun bütün emir ve yasaklarında bin bir sır ve hikmet gizlidir.
Geçmiş ümmetlere farz kıldığı gibi bizlere de farz kıldığı oruç ibâdetinde de kim bilir, ne sırlar ve hikmetler vardır. Bu sayısız hikmetlerden birkaçını sünnet-i seniyyenin lisanından ve Hak dostlarının, irfan ehli âlimlerin kalemlerinden tespit edebiliyoruz.
Hikmetlere âşinâ olmak, îmânı şevklendirir, itaati kolaylaştırır. Bu sebeple gelin orucun hikmetlerini birlikte okuyalım:
Oruç; insanın irade ve rûhunun güçlenmesine sebep olur. Oruç, kuvvetli bir irade eğitimidir.
Oruç ibâdetini yerine getiren insanlar; daha nâzik ve uyumlu olup, kaba ve bencil davranışlardan uzak dururlar. Bu hâlleriyle mü’minler; zorluklara sabrederek, sıkıntılara göğüs gererek, açlığa-susuzluğa dayanarak, nefse hâkim olma melekesini kazanırlar. Fakirlik ve yoksulluğun ne demek olduğunu daha iyi anlarlar. Bütün bunların yanında orucun; sağlık yönünden, ekonomik, sosyal ve pedagojik bakımdan da çok faydaları vardır. Mü’min bu eğitimi de Peygamber Efendimiz’den ve O’nun hadîs-i şeriflerinden öğrenir.
O şöyle buyurur:
“Oruç bir perdedir, biriniz oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız bir söz ederse veya kavga edecek olursa; «Ben oruçluyum.» desin ve ona bulaşmasın.” (Buhârî, Savm, 9)
Oruç sırf Allah -celle celâlühû- için tutulur. Oruçlu bir insan; devamlı ibâdet hâlinde olduğu için, her an mânevî bir gözetim altında olduğunun farkına varır. Böylece insan, kendi kendini eğitir. Meselâ;
Oruçlu bir insanın; işyerinde, evinde, dışarıda, tenhada, kimsenin olmadığı yerlerde, tek başına iken, başkalarının baskısını hissetmediği bir ortamda olduğunu düşünelim. O mekânda helâl kazancıyla aldığı çeşit çeşit yiyecekler, rengârenk meyveler; uzun yaz günlerinde önünde buz gibi sular olmasına rağmen elini uzatıp da almasına, yemesine hiçbir mâni de yokken, sırf Allah korkusundan dolayı, onlara el uzatmıyorsa; bu aynı zamanda bir irade eğitimidir. Böyle bir insanın yanında, evinde yetişen çocuklar da eğitilmektedir. Kendi evinde bu şekilde yetişen bir çocuk, büyüdüğü zaman aynı güzellikleri yaşayacak ve yaşanmasına da öncülük edecektir. İşte toplumun arzuladığı maddî-mânevî huzur ortamı böylece gerçekleşmiş olur.
Oruç; insanın maddî meyillere esir olmaması ve nefsinin dizginlerine sahip bir hayat yaşaması için, rûhun bedene hâkimiyetini temin edecek en tesirli ibâdettir.
İstediği bir şey aklına geldiği zaman, hiçbir sınırlama getirmeden yapmaya alışan kişi; oruçlu olduğunda mecburen akşamın olmasını bekleyecek, bu beklemeyle o, iktisat etmeyi öğrenecek, sorumsuzca yaşamaktan uzaklaşacaktır.
Yemek, bedeni beslediği gibi, oruç da rûhu besler. Oruç tutmayanların rûhî olgunluğa ulaşmaları mümkün değildir.
Oruç; hem bedeni hem de rûhu dinlendirerek, sağlıklı ve huzurlu bir hayat yaşamamıza vesile olan bir ibâdettir.
Oruç, insana yaratılış gayesini hatırlatır. Onu Rahmânî şeyler yapmaya sevk eder. Aç ve susuz kalmasına rağmen tarifi mümkün olmayan lezzetler hissettirir. Kötülükleri hoş göstermeyip, ondan kaçınmayı ve ondan hoşlanmamayı hissettiren bir ibâdettir.
Oruç, Cenâb-ı Hak’la buluşmayı hatırlatır. Oruçlu insan; bütün gün yemesini, içmesini, şehvetini Allah için terk eder ve O’na bu hâlde kavuşmayı arzular.
Oruç, her türlü zâhirî ve bâtınî haramlardan kaçınarak, âdeta melekler gibi bir keyfiyet kazandırır.
Oruç, insana nimetlerin değerini öğretir. Nimetler içinde yüzen insan, oruçla onların kıymetini ve ehemmiyetini anlar, onların şükrünü edâ etmeye çalışır.
Oruç, günahlara karşı bir kefil ve teminat hükmündedir. Onu hakkıyla tutanlar için, hatalardan koruyucu bir perdedir.
Oruç; kalkan gibi sahibini koruyan, onun cennete girmesine yardım için cennet surlarında sırlı bir kapı hâline gelen ve elinde kâsesiyle bir sâkî gibi ona kevserler sunan kutlu bir arkadaştır.
Oruç, insanın cismânî arzularına karşı koyma melekesini geliştirir. İnsan, oruçlu olduğu anlarda, her türlü negatif istek ve meyillere engel olmaya güç yetirdiği gibi; kazandığı bu dirençle, oruçlu olmadığı zamanlarda da bu tür istek ve meyillere karşı koymayı öğrenir.
Oruç, gizli ve açık her zaman emânete riâyet edilmesini öğretir. Oruçlu, sabahtan akşama kadar Allah -celle celâlühû-’nün izin verdiği alanda olmaya riâyet eder. Bütün imkânlar hazır olmasına, hiç kimse görmemesine rağmen mü’min, orucunu devam ettirir.
Oruç, ahde vefâyı (verilen sözde durmayı) öğretir.
Oruç, insanı sabra alıştırır. Oruç; sıkıntı ve ıstıraplar karşısında boynu eğilmeyen, kendine hâkim olan, kendisine takdim edilen bir kısım vaatler karşısında gerçek ve hak bildiği prensiplerden asla fedâkârlık etmeyen mükemmel ve ideal insanlar meydana gelmesine vesile bir ibâdettir.
Oruç, insanı nizam ve intizama alıştırır. Oruç sayesinde (hususiyle Ramazan’da) insan, sosyal hayatta diğer insanlarla çeşitli bağlar kurar.
Oruç, bütün hayatını en seçkin ve lüks yemeklerle devam ettiren, hayatında hiç aç-susuz kalmayan, açlığın sıkıntısını hiç hissetmeyen, hattâ açlığın nasıl bir şey olduğunu bile bilmeyen zengine; onu, zamanın belirli günlerinde aç-susuz bırakıp, bizzat yaşatarak açlığın ve susuzluğun ne mânâya geldiğini öğreten, fakir-fukarânın hâlini hatırlatan bir ibâdettir.
Oruç, sadece midenin aç bırakılması değildir. Mide gibi göze, kulağa, kalbe, hayale ve insanın diğer organlarına ve duygularına da oruç tutturmak, onları haramlardan, kendisini ilgilendirmeyen hususlardan uzaklaştırmak hakikî oruçtur.
Oruç; rûha riyâzat, bedene perhiz yaptıran bir ibâdettir.
Oruç; vücudumuzun dinlenmesine, yenilenmesine ve mükemmel bir şekilde çalışmasına vesile bir ibâdettir.
Oruç, bedenimizi hastalıklara karşı koruyan bir ameldir.
Oruç, insanı Kur’ânî bir terbiyeye tâbî tutar.
Oruç konusunda sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu hadîs-i şerîfiyle bizleri ne güzel teşvik ediyor. Buyuruyor ki:
“Oruç, maddî ve mânevî kötülüklere (karşı) tutulan bir kalkan, günahlara ve şeytanlara karşı sağlam bir kal‘adır. Oruç, sabrın yarısıdır. Allah rızâsı için bir gün oruç tutanı, Allah -celle celâlühû- cehennemden yetmiş sene uzaklaştırır. Ramazan orucunu, îmanlı bir gönülle ve sevabını yalnızca Allah’tan umarak tutan kimsenin geçmiş günahları affolunur. Oruçlunun sükûtu tesbih, uykusu ibâdet, duâları makbul, amellerinin sevabı katmerlidir. Allah -celle celâlühû- indinde oruçlunun nefesleri misk kokusundan güzeldir. Allah -celle celâlühû-, oruçlular için cennetten başkasına râzı olmaz. Oruç ve Kur’ân, sahiplerine kıyâmet gününde şefaat edecektir.”
Oruçla ilgili olarak Cenâb-ı Hak;
“Oruç Ben’im için yapılan bir ibâdettir. Onun mükâfatını Ben vereceğim.” (Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 163) buyurmuştur. Bunun içindir ki oruç, kulu Allâh’a yaklaştırır.
Çünkü oruç, Allah’tan başka ortak kabul etmeyen bir ibâdet şeklidir. Çünkü insanlık tarihi boyunca birçok kâfirler; güneşe, aya, ateşe ve putlara tapmıştır. Onlar için sadakalar vermiş, kurbanlar kesmişlerdir. Fakat hiçbir zaman onlar için oruç tutmaya kalkışmamışlardır. Oruç, sadece Allah için tutulmuştur.
“«Orucun mükâfatını Ben tayin ve takdir edeceğim.» cümlesi Hak dostlarınca şöyle şerh edilmiştir:
“Her ibâdetin karşılığı cennettir, orucun karşılığı ise «Cemâlullah»tır.”
Cenâb-ı Hak cümle ümmet-i Muhammed’e bu ikramı nasip eylesin.
Âmîn…