ÜÇ NEBEVÎ HASLET

YAZAR : Sami GÖKSÜN

Yüce Rabbimiz buyurur:

“Andolsun ki, Allâh’ın Rasûlü’nde sizin için; Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman ve Allâh’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (el-Ahzâb, 21)

Hazret-i Peygamber’i hayatın her ânında takip etmek ve her hususta O’nu örnek almak, müslüman için, fevkalâde önemli bir vazifedir.

İslâm büyüklerinden İbn-i Hazm’ın şöyle söylediği belirtilmektedir:

“Âhiret iyiliğini, düzgün yaşayış ve bütün fazîletleri kazanmak isteyen kişi, Hazret-i Peygamber’i örnek alsın. Çünkü Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bütün hayırlarda en öndedir. Cenâb-ı Hak; O’nun ahlâkını övmüş, fazîletleri en mükemmel şekliyle O’nda toplamıştır.”

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; 23 sene gibi kısa bir zamanda, tarihte emsâli bulunmayan bir medeniyet inşa etmiştir. Küçücük meseleler yüzünden birbirlerini kolayca öldürebilen, vahşîliğin her türlüsünü işleyerek, kız çocuklarını diri diri toprağa gömen bir kavimden; dönemlerinden «Asr-ı saâdet: Mutluluk çağı» diye söz ettiren örnek bir toplum meydana getirmiştir.

O gün nasıl Hazret-i Peygamber’e şiddetle ihtiyaç var idiyse, bugün de O’nun yüce ahlâkına ve örnekliğine daha çok ihtiyaç vardır. Bizlere nümûne olması noktasında Efendimiz’in şu hususiyetlerini iyice benimseyip yaşamak zorundayız:

a. Allah Rasûlü’nün İnancı Çok Sağlamdı:

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; bütün peygamberlerde olduğu gibi, sarsılmaz bir îmâna sahipti. Bu sebeple; her türlü zorluğa göğüs germiş, tebliğ vazifesinden asla vazgeçmemiştir. Hazret-i Peygamber’in hayatı bunun örnekleriyle doludur.

O’nun sarsılmaz îmânı, bütün hayatına sirâyet ettiği gibi, sahâbe-i kirâma da yansımış ve beraberce eşine rastlanmayacak muvaffakiyetler kazanmışlardır.

b. Allah Rasûlü, Örnek Bir Şahsiyete Sahipti:

Hazret-i Peygamber’in söz ve davranışları; insanlığın, hayatın her safhasına dair takip edeceği misallerle doludur. O, yolundan gidenlerin, hayatlarını; sevgi, güzellik, huzur ve hayırla süsleyecekleri örnek bir insandır.

Efendimiz’e peygamberlik vazifesinin verilmesinin ilk dönemlerinde; üstlendiği vazifenin ağırlığını ve karşılaşabileceğini tahmin ettiği gelişmelerin kaygısını çekerken, Hazret-i Hatice’nin söylediği şu sözler, O’nun yüce şahsiyetini tanımak açısından oldukça önemlidir:

“Vallâhi, Allah Sen’i utandırmaz. Çünkü Sen, akrabalarına bakarsın, sözün doğrusunu söylersin, fakir ve muhtaçlara elinden gelen yardımı yapar, hiç kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Misafirlerine ikram eder, onları ağırlarsın, Hak’tan gelen felâketler karşısında inananlara yardım edersin.”

Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; yüce Rabbimiz’in koruması sayesinde peygamberliği öncesinde hem şirke düşmemiş, hem de o günün toplumunda çok yaygın olan kötülüklerin hiçbirine bulaşmamıştır.

Cenâb-ı Hakk’ın gönderdiği Son Peygamber olup, insanlık için örnek teşkil eden ve hayatı baştan sonuna kadar tespit edilen bir zâtın, geçmişinde en ufak bir lekenin bulunmaması çok anlamlıdır. Bu; gerek hayatında iken bizzat tebliğde bulunduğu insanlara yaptığı etki, gerekse kıyâmete kadar gelecek insanların ona bakış açıları itibarıyla son derece önemlidir. Bu hâl, bizim için de takip edilmesi gereken en güzel bir örnektir.

İşte müstesnâ şahsiyetinin muârızları tarafından itiraf edilişinin sayısız misallerinden biri:

Bir gün, Mekke müşriklerinin ileri gelenleri toplanmış konuşuyorlardı. Tecrübeli ve bilgili bir kimse olan Nadr bin Hâris de onların arasındaydı. Nadr, oradakilere hitâben şöyle söylemiştir:

“Ey Kureyş! Muhammed’in (s.a.s.) işi sizi çok şaşırttı. O’na karşı tedbir almakta âciz kaldınız. Muhammed (s.a.s.) sizin aranızda yetişti. Halkın en sevgilisi O idi. O’nu güvenilir kabul etmiştiniz. Peygamberliğini ilân edip, dînini size arz edince; O’na sihirbaz, kâhin, şair ve mecnun demeye başladınız. İşte bu size yakışmadı. Vallâhi O’nun söylediklerini duydum ve dinledim. O’nda sizin bu saydıklarınızın hiçbirisi yoktur.”

Allah Rasûlü’nün düşmanları, O’nu atalarının dînini terkettiği için; şair, sihirbaz, mecnun gibi çok çeşitli iftira ve iddialarla halkın gözünden düşürmeye çalışmışlardı. Ancak, Efendimiz’de asla ahlâkî bir noksanlık bulamamışlar, bu sebeple de O’na bir kusur isnat edememişlerdir. Çünkü bu boş sözlerle kimseyi kandıramazlardı. Onlar; sadece her zaman ve her devirde, bütün hak tanımaz insanların başvurduğu ucuz yolları izlediler. Efendimizle ve O’na inananlarla, alay ettiler. Onlara hakaret ettiler, zulmettiler, ablukaya alıp açlığa mahkûm ettiler.

Ancak, gücünü ve itibarını getirdiği ilâhî prensiplerden, dayandığı hakikatlerden ve yaşadığı fazîletlerden alan Hazret-i Peygamberimiz’in karşısında, bu kimselerin çirkefçe çabaları hiçbir netice vermedi. Allah -celle celâlühû-, Sevgili Peygamberi’ni dâvâsında başarıya ulaştırdı.

Geçmişte olduğu gibi, bugün de O’nun şahsiyet ve sîretine leke sürmek isteyenler vardır. O gün çaresiz kalanlar, bugün de çaresiz kalmaya mahkûmdurlar.

c. Güzel Ahlâk Sahibiydi:

“Ve Sen, elbette yüce bir ahlâka sahipsin.” (el-Kalem, 4) buyurarak Allah -celle celâlühû- Efendimiz’i övmüş, insanlara da O’na tâbî olmalarını ferman eylemiştir.

Risâlet vazifeleri arasında, beşerî münasebetlerin temiz ve nezih bir ahlâkî temele oturtulmasının bulunduğunu; Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu hadîs-i şerîfiyle ifade etmektedir:

“Ben, sadece güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Beyhakî) O’nun sadece peygamberlikten sonraki değil, önceki hayatında da, insanlarla münasebetlerinde hiçbir problem, kınanacak hiçbir ahlâkî kusur yoktu. Aksine, inanan inanmayan herkes; O’nun ahlâkının güzelliğini kabul etmiştir.

Zira Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ahlâk itibarıyla insanların en güzeli idi. O; güzel ahlâk sahibi olduğu gibi, ümmetine de güzel ahlâkın önemini her defasında vurgulamış ve;

“Mü’minlerin îman yönünden en mükemmel olanı, ahlâkı en güzel olanıdır.” (Hâkim) buyurmak sûretiyle, Allâh’a îmânı sağlam olan bir kişinin, aynı zamanda insanlara karşı davranışlarında da ahlâkî mükemmelliğe ulaşması gerektiğini vurgulamıştır.

Hayatının bütün safhalarını bilen biri olarak, amcası Ebû Tâlib’in; «Kureyş ne der?» diye düşünüp peygamberliğini tasdik etmediği hâlde; Efendimiz’i bütün imkânlarıyla desteklemesi ve oğlu Hazret-i Ali’ye amcasının oğlunun yanında yer almasını tembih etmesi, yeğeninin hayatını ve yüce ahlâkını çok iyi bilmesinden kaynaklanmaktadır.

Hulâsa bütün bunlar bize gösteriyor ki, Efendimiz’in güzel ahlâkından hisseler alıp, O’nun gibi yaşamamız gerekmektedir. Eğer insan şu hadîs-i şerîfin aslına vâkıf olur ve o yolda başarılı olursa, hesap günü mîzânı ağır gelenlerden olacaktır. Efendimiz buyuruyor ki:

“Kıyâmet gününde mü’min kulun mîzânında güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah -celle celâlühû- çirkin hareketler yapan ve çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizî)

Hazret-i Peygamber’in hayatı, beşer hayatının her safhası için güzel bir örnektir. Çünkü O’nun ömrü; üstün ahlâkın, güzel âdetlerin, asil ve güzel duyguların hâkim olduğu bir hayattır. Bu hayat; hidâyete ermek isteyenler için bir kandil ve rehberdir.

Cenâb-ı Hak cümlemize O’nun güzel ahlâkından hisseler nasip eylesin. Bu dünyada muhabbetine, âhirette de şefaatine nâil olabilmeyi lutfeylesin… Âmîn…