HALKA HİZMET HAKK’A HİZMETTİR

YAZAR : Ayla AĞABEGÜM aylaagabegum@hotmail.com

Son yıllarda; “Ben inancımı çok şükür yaşıyorum ve yaşatıyorum.” diyen yazarların, konuşmacıların üzerinde durdukları konulardan biri de geçmiş yıllarla mukayeseler yapıp, geçmişte çekilenleri anlatmak oluyor. Ben de aynı yılları yaşadım. Önemli olan; yaşanan acıların dile getirilmesinden çok, o devirde yaşayanların; «İmbikten süzülen İslâmî zarâfet»inin bugün yaşanıp yaşanmadığının dile getirilmesidir. Bu konuda susmak, yaşadığımız yanlışları dile getirmemek; her gün biraz daha İslâmî zarâfetten uzaklaşmaktır.

Mal sahibi mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?!.
Mal da yalan mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan!.. (Yûnus Emre)

Bir kudsî hadiste anlatılır:

“Rabbimiz buyuracak:

“−Ey âdemoğlu! Ben senden su istedim, Bana su vermedin!”

Kul;

“−Ey Rabbim, ben Sana nasıl su verebilirim? Sen ki, âlemlerin Rabbisin!” diyecek. Bunun üzerine Allah Teâlâ;

“−Falan kulum senden su istedi. Sen ona su vermedin. Bilmiyor musun, eğer ona su vermiş olsaydın, bunu Benim yanımda bulacaktın!” buyurur. (Müslim, Birr 43)

Yaşadığımız her ânı bu hassasiyet içinde değerlendirebilsek, dergimizin Ocak sayısında «Melekler Üşümesin» başlıklı yazımızda anlattığımız sahneler cereyan etmezdi. Melek, maddî ve mânevî üşüyen çocukların sembolüydü. Taşımalı eğitimle okula giden Melek ve arkadaşları arabaları bozulunca inerler, kameralara yansıyan an önemlidir. Melek’in ayağında yazlık terlikler vardır ve üzerindeki mavi önlüğüyle kışa meydan okumaktadır. Bir gün sonra Melek hayalindeki bot ve kabana kavuşur. «Televizyonlara yansımayan Melekler de üşümesin!..» diye projeler üreterek bir kampanya başlatalım, konusundaki düşüncelerimi bu sayıda paylaşacağımı yazmıştım.

Kudsî hadiste belirtildiği gibi;

“Halka hizmet, Hakk’a hizmettir.”

Zekâtımızı vererek, kurbanımızı keserek hizmetimizi tam yaptığımızı düşünebilir miyiz? Bir seyahatten dönerken bavulumu taşımaya yardım eden ilkokul öğrencisi Sevim’e;

“–Gelecek sene gelirken İstanbul’dan getirmemi istediğin ne var?” diye sorduğumda;

“–Kitapların kokusunu özledim yaz tatilinde okumam için bana hikâye kitabı getirin.” demişti.

Değişik yayınevlerinin, yazarı belli olmayan «Dünya Hikâyelerinden Örnekler» şeklinde kitapları var. Hikâyelerdeki mesajlar çok güzel olduğu için, komşu bir ilkokul öğrencisine vermiş, verirken de;

“Okuduktan sonra konuşalım.” demiştim. Mesajları nasıl anladığını merak ediyordum. Bir ay geçtiği hâlde kitabın okunmadığını gördüm. Çocuk meğer kitabı okula götürmüş, öğretmen derste okutuyormuş.

Yaşadığımız her olay, bizim yeni düşünceler içinde olmamıza vesile oluyor.

Hanımlar Eğitim ve Kültür Vakfının yönetim kurulu toplantısında hikâyeyi anlattım. Dinleyenler duygulandılar. O yıllarda; “Ben inancımı yaşıyorum, kıyafetimle de bunu belli ediyorum.” diyenlerin kurduğu sivil toplum kuruluşları; yardım, burs, Ramazan’da yiyecek dağıtma hizmetlerinde bulunuyorlardı. Kökü dışarıda olan derneklerden bazıları; isimlerini vererek okullara kitaplıklar kuruyor, hattâ imam hatip liselerinin bile öğretmen odalarını yeniliyor, görmezler merkezindeki eksikleri tamamlayarak oralara da isimlerini veriyorlardı.

Hanımlar Vakfında duygulanan arkadaşlarla bir fon oluşturduk, gecekondu bölgesindeki bir ilköğretim okuluna sınıf kitaplıkları kurmaya karar verdik. Hazırlıklarımızı yaptık, çocuklara ikram etmek için süslü sepetlerle şekerlemeler götürdük. Bizi, okul kapısında karşıladılar. İçlerinden birisi biraz üzüntüyle; “Aaa kitap getirmişler.” dedi. Yağmurlu bir günde çıplak ayaklarında tokyo terlik olduğunu görmüştüm. Ruhlarını doyurmaya çalışırken, onların nelere ihtiyacı olacağını düşünmemiştik.

Vakfa döndüğümüzde yeniden düşündük. Sınıf öğretmenlerinden ihtiyaç listelerini aldık. Ayrıca bütün sınıfların öğrencilerinden, resim yapmalarını ve kompozisyon yazmalarını istedik. Yıllarca kuruluşlarımızın, belediyelerimizin; kameraların karşısında yardım yapması beni çok üzdüğü için yeni bir yöntem bulmaya çalışmıştım. Sınıflarda çekiliş yapacaktık. Çocukların kompozisyonlarında bulduğumuz bir cümleden, resimlerindeki bir çizgiden dolayı armağan verdiğimizi zannedeceklerdi. Durumu iyi olanlara da kitap, kalem gibi hediyeler veriyorduk. Çocuk hediyeyi evde açacaktı, kimse kimsenin ne aldığını bilmeyecekti.

Aradan yıllar geçti. Melek’in kameralara yansıyan, karlı bir gündeki yazlık giysileri ve yazlık terliği beni düşündürmeye başlamıştı. Düşündüğüm çareleri okuyucularımla paylaşmak istedim, yeni bir çalışma başlatmalıydık, sizlerin düşüncelerinin bize ulaşmasıyla bu çalışmanın büyüyeceğine inanıyorum.

1. Kardeş sınıf projesi:

Türkiye’de çok sayıda özel okul olduğunu düşünüyorum. Her sınıfın, ulaşılması zor olan yerlerdeki ilköğretim okullarında bir kardeş sınıfı olmalı. Öğrenciler mektuplaşarak arkadaşlık kuracaklar. Mektuplaşmalar devam ettikçe, yazma kabiliyetleri gelişirken daha rahat düşünmeye başlayacaklardır. Ellerindeki oyuncakları, hikâye kitaplarını paylaşacaklardır. Bu arada, sınıf öğretmenleri yardımıyla çocukların ihtiyaçları tespit edilir. Çok yeni ve temiz olan giysiler kullanılabilir, yenileri de alınabilir. Hepsi güzelce paketlenerek çocukların sevineceği duruma getirilir.

2. Kadın toplulukları:

Hanımlarımızın kabul günleri var, altın günleri var, dînî sohbet toplantıları var; bu toplantıları da aynı şekilde anlamlı hâle getirebilirler. İçlerinden birinin kasaba veya köyündeki okulla temas kurabilirler. 19 yıldır devam eden, ayda bir toplandığımız, kitap okuduğumuz ve kitabın yazarını davet ettiğimiz bir grubumuz var. Toplantılarda burs toplayıp, Çaykara’daki bir ilköğretim okuluna gönderiyoruz. Zaman zaman da kitap yolluyoruz. Çocuklarla ilk yıllarda mektuplaşıyorduk, duygulu cevaplar veriyorlar. Bir kısmı;

“Biz de mezun olduğumuz zaman okulumuzdaki arkadaşlarımıza burs vereceğiz.” diyorlardı.

Vakıf ve derneklerimiz, gençlerle bu faaliyetlere devam edebilirler.

3. Kuruluşlarda çalışan memurlar, arkadaşlarıyla bu faaliyete katılabilirler.

4. Üniversiteler:

Marmara Üniversitesinde görev yapan Sefa Bey ve öğrencileriyle yıllardır bu faaliyet devam ediyor; üniversiteli ablalar, ağabeyler çocuklarla mektuplaşıyorlar. Aynı üniversitede hoca olan Süleyman TIRAŞ Beyin Üsküdar’da kurduğu İrfan Otağı Derneğinde aynı faaliyetleri Sefa Hocayı da alarak beraber yürüteceğiz. Yardımları, özellikle mezun olan öğrencilerinin gittikleri okullara göndermeyi uygun buluyorlar. Diğer üniversitelerimizde devam eden faaliyetlerin sayısının artmasını diliyoruz.

Bu konuların dergilerde kalmayıp televizyonlara ve gazetelere de yansıması için çalışabiliriz. Eğitim müdürlükleri ve bakanlığı da projeye ortak edersek, resmî okullarda da aynı faaliyetleri yapabiliriz. Çocukların hayatında giysi kadar kitap okumak da önemlidir. Biz büyükler; çocukluğumuzu düşünelim, okuduğumuz bir şiir, bir hikâye, anlatılan mesajlı bir masal hayatımıza etki ederken hassasiyetlerimizin artmasına vesile olmuştur. Konuyu genç bir arkadaşla konuşuyordum, gözleri dolarak, okuduğu ona tesir eden bir hikâyeyi anlattı. Bu çalışmalar artarsa internet bağımlılığından da uzaklaşmış olacaklardır.

Sözlerimizi Âkif’in mısralarıyla bitirelim:

Azmiyle, ümîdiyle yaşar hep yaşayanlar,
Me’yûs olanın rûhunu vicdânını bağlar

Heyecanımızı küçümseyecek olanlara da şairin mısralarıyla seslenelim:

Kurtulmaya azmin niye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?