HABÎB’İNİ SEV Kİ, ALLAH DA SENİ SEVSİN

YAZAR : İrfan ÖZTÜRK

Hamd ü senâlar, bütün ibâdetler ve tâatlarAllâh’a mahsustur. O Allah ki, her şeyin hâlıkı ve mâlikidir. Her şey O’na dönecektir. Salât ü selâm, o Nebî-i Âhirzamân’a ki, Son Peygamber ve Hakk’ın son habercisidir. Âline ve evlâdına ve ezvâcına ve ahbâbına ve ensârına ve ashâbına ve kıyâmet gününe kadar O’nu sevenlere ve seveceklere selâm olsun. Âmîn…

Ey kardeş; Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de buyurdu:

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونٖ۪ى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَحٖ۪يمٌ

“Habîbim; kullarıma söyle: Eğer Ben’i seviyorlarsa, Sana tâbî olsunlar ki Ben de onları seveyim, günahlarını affedeyim. Muhakkak ki Ben, merhametliyim, bağışlayıcıyım.” (Âl-i İmrân, 31)

Yine Kur’ân-ı Kerim’de;

اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِىِّ يَا اَيُّهَا الَّذ۪ٖينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلٖ۪يمًا

“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salât ederler. (Cenâb-ı Hak, rahmet ve bereket yağdırır, melekler de O’nun için Allâh’a duâ ve istiğfarda bulunurlar.) Ey mü’minler! Siz de O’na salevat getirin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin.” (el-Ahzâb, 56) buyuruyor.

Bu âyetlere mümâsil nice âyet ve hadisler vardır ki, Hazret-i Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Hak katındaki yüce kıymetine delâlet eder.

Bir gün ashâbın büyüklerinden bir zâtın Rasûl-i Ekrem’e;

“–Yâ Rasûlâllah! Siz ne vakitten beri nebîsiniz?” diye sorduğu; Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in de;

“–Âdem Nebî, su ile toprak arasında iken, ben nebî idim.” buyurduğu bazı eserlerde menkuldür. (Aclûnî, 2/129)

Yine bir gün Peygamber Efendimiz’e, Hazret-i Ömer;

“–Yâ Rasûlâllah! Canım hariç, Sen’i her şeyden fazla severim.” dedi.

Peygamber Efendimiz, bu söz üzerine;

“–Hayır, canımı kudret elinde tutan Allâh’a yemin ederim ki ben sana canından da sevgili oluncaya kadar hakikî îmân etmiş sayılmazsın!” buyurdu.

Hazret-i Ömer, bu söz üzerine derhâl;

“–Yâ Rasûlâllah! Sen’i şimdi, nefsimden de ziyâde seviyorum.” dedi.

O zaman Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–İşte şimdi oldu ey Ömer, (şimdi kâmil bir mü’min oldun.)” buyurdu. (Buhârî, Eymân, 3)

Demek; Rasûlü her şeyden fazla, nefsimizden fazla sevmedikçe kâmil îmâna nâil olamayacağımız bu hadis ile sâbit oldu.

Aziz kardeşim! Sen de Rasûlullâh’ı canından ziyâde sev. Ashâbına ve âline ve ezvâcına salât ü selâm eyle. Mübârek sünnetlerine ittibâ et. Ahlâkını, Rasûlullâh’ın ahlâkına benzetmeye sa‘yü gayret et ki; Allah, seni de sevsin ve günahlarını bağışlasın.

Rabbimiz; kullarına vereceği kıymeti, onların Hakk’ın Elçisi’ne gösterdikleri hürmet ve muhabbete göre taksim ve tayin eder.

Nitekim Efendimiz’in devrindeki hükümdarlara böyle muamelede bulunmuştur:

Peygamber Efendimiz; devrinde bulunan hükümdarlara, krallara ve kabîle reislerine mektup yazıp dîn-i İslâm’a davet etmiştir. İcâbet edenler, bu davete karşı elçi göndermiş, İslâmlığı öğrenmiş ve İslâm’ı kabul buyurmuşlardı.

Rum kayseri Herakliyüs, Mısır kralı Mukavkıs; mektubu almışlar, cevap vermişler, cevapla beraber Efendimiz’e hediyeler göndermişlerdi. Onların saltanatları bir süre daha devam etmiştir.

İran kisrâsı ise, Efendimiz’in elçisini katletti ve nâme-i Peygamberî’yi yırttı, bunun üzerine o da Allâh’ın gazabına uğradı. Kendisi, elçiyi nasıl katlettirdiyse; kendi de öz evlâdı tarafından katlolundu, mülkü de yakın zaman içinde mektup gibi parçalandı.

Peygamber Efendimiz’i çok seven, O’nun için her türlü çile ve işkenceye katlanan ashâbı ise, peygamberlerden sonra insanların en fazîletlileri oldular.

İşte onlardan biri de Habbâb bin Eret -radıyallâhu anh- idi.

Hazret-i Habbâb demirci olup, kılıç yapardı. Peygamber Efendimiz; onun dükkânına gider, ona İslâm’ı anlatırdı. Bu görüşmelerinin neticesinde Habbâb -radıyallâhu anh- müslüman olmuş, ebedî saâdete erişmişti. Fakat Mekke’deki diğer, köle, zayıf ve güçsüz müslümanlar gibi o da çok çileler ve sıkıntılar çekti.

O; kendisini himaye edecek kimse olmadığı hâlde, müslüman olduğunu açıklamaktan çekinmedi. Kureyşli müşrikler onun İslâm’a girdiğini duyunca, ona işkence ve eziyet etmeye başladılar.

Onun çıplak vücuduna demir gömlek giydirir, en sıcak günde, Ramdâ adı verilen hararetiyle meşhur bölgede vücudunun yağını eritircesine, güneş altında tutarlardı.

Güneşten kızgın hâle gelmiş, ya da ateşle kızdırılmış olan taşlara, çıplak sırtını bastırdıkları hâlde, ona söyletmek istedikleri küfrü söyletemezlerdi! O, büyük bir îmanla;

“–Allah birdir, Muhammed -aleyhisselâm- O’nun Peygamberi’dir!” diye haykırırdı.

Bunun üzerine müşrikler hırslarından deliye döner, işkenceyi daha da artırırlardı. Nitekim müşrikler, bir gün, onu yakalayıp soydular. Düz bir yerde yaktıkları ateşin içine, sırtüstü yatırdılar. İçlerinden birisi, ayağı ile onun göğsünün üzerine basıp, ateşi söndürünceye kadar çiğnedi.

Yıllar geçtiği hâlde bile, Hazret-i Habbâb’ın sırtındaki yanıkların izleri, kaybolmadı!

Hazret-i Ömer, hilâfeti esnasında, Habbâb’a, o günleri sormuştu. Habbâb sözlerle anlatmak yerine sırtını gösterdi:

“–Ey mü’minlerin emîri! Bak sırtıma!”

Hazret-i Ömer, diyor ki:

“–Doğrusu ben, böylesine tahrip olmuş bir sırtı hiç görmemiştim!

Mekke’nin zulümle dolu yapısında, zayıf ve fakir insanların zorbaların şerrinden emîn olması için, birtakım zengin ve güçlü kişilerin himayesine girmeleri gerekirdi. Yoksa hiçbir can ve mal emniyeti olmazdı. Habbâb bin Eret -radıyallâhu anh- da, müslüman olmadan önce, Ümmü Enmâr adlı bir kadının himâyesinde idi. Bu azılı müşrik kadın, Hazret-i Habbâb’ın müslüman olduğunu öğrenince, çılgına döndü. O da bir kadın olduğu hâlde, işkenceciler arasına katıldı. Demirci olan bu sahâbînin başını, ateşte kızdırdığı demirle dağlayarak dîninden döndürmeye çalıştı.

Hazret-i Habbâb; Peygamberimiz’e varıp Ümmü Enmâr’ın yaptıklarını anlattı. Bunun üzerine Peygamberimiz;

“Allâh’ım! Habbâb’a, yardım et!” diyerek duâ edince, Ümmü Enmâr, kafasıyla ilgili bir hastalığa tutuldu. Ağrısından köpekler gibi ulur oldu!..

Kendisine;

“Başını, dağlatırsan geçer.” diye tavsiyede bulundular. Bunun üzerine o da, Habbâb’dan başını dağlamasını istedi. Habbâb; demiri, alır, ateşte kızdırır, Ümmü Enmâr’ın başını, onunla dağlardı! Rabbimiz, o şartlarda dahî müslümanların intikamını böyle aldırıyordu.

Hazret-i Habbâb’ın, azgın müşriklerden Âs bin Vâil’den epeyce alacağı vardı. Onu istemek için yanına gitti. Âs, Habbâb Hazretleri’ne dedi ki:

–Muhammed’i inkâr etmedikçe, sana alacağını vermem.

–Vallâhi ben ölünceye kadar, öldükten sonra ve kabrimden kalkınca da asla Peygamberim’i red ve inkâr edemem. Her şeyden vazgeçerim de, yine bu inkârı yapamam.

Bunun üzerine bedbaht Âs alay ederek dedi ki:

–Öldükten sonra dirilecek miyiz? Öyle bir şey varsa; o zaman malım da, evlâdım da olacak. Borcumu, sana o gün öderim!

Bunun üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:

“Şimdi şu âyetlerimizi inkâr eden ve; «Elbette bana mal ve evlât verilecektir!» diyen adamı gördün mü? O, gayba muttalî mi olmuş, yoksa Rahmân’ın huzûrunda bir söz mü almış?

Hayır, öyle değil! Biz onun dediğini yazacağız ve azabını da çoğalttıkça çoğaltacağız! O sözünü ettiği mal ve evlâda Biz vâris olacağız, nesi var nesi yoksa Biz’e kalacak ve o, huzûrumuza tek başına (ilk yarattığımız gibi mal ve mülkten, makam ve mevkiden hattâ elbiseden bile soyunmuş olarak) gelecektir.” (Meryem, 77-80)

Habbâb, Efendimiz’in ilk Kur’ân muallimlerinden idi. Meşhur, Hazret-i Ömer’in kız kardeşinin evinde müslüman olması esnasında, evde Kur’ân öğretmeye gelmiş kişi o idi. Onun geldiğini görünce gizlenmişti. Ömer bin Hattâb’dan, kalbinde îman nûrunun parladığını gösteren sözler duyunca, Habbâb gizlendiği yerden çıktı. Tekbîr getirdikten sonra dedi ki:

–Müjde yâ Ömer! Rasûlullah Efendimiz Allah Teâlâ’ya duâ ederek;

“Yâ Rabbî! Bu dîni, Amr bin Hişâm (Ebû Cehil) ile yahut Ömer bin Hattâb ile kuvvetlendir!” diye duâ buyurmuştu. İşte bu devlet, bu saâdet, sana nasip oldu.

Hazret-i Ömer bu hâtıra ile daima Hazret-i Habbâb’a sevgi ve hürmet göstermiş, hattâ halîfeliği sırasında bir gün onu kendi yerine oturtmuştur.

İşte Allah Rasûlü’nün duâsına erenler, O’nun sevgisi uğrunda çile çekenler, O’nun verdiği Kur’ân vazifesini canları pahasına yerine getirenler… Dünyada azizler, âhirette de azizler…

Diğer tarafta da O’ndan ve O’nun getirdiği tertemiz dinden nefret eden zulüm, kibir, cimrilik, haksızlık ehli… Dünyada da kahr u perişan oldular, âhirette de zillet ve hüsran onları bekliyor.

Allâh’ım, Habbâb Hazretleri’nin, Sana ve Rasûlü’ne olan aşk ve muhabbetini bizlere de nasip eyleyip, bizleri Habîb’inin ve Habîb’ini sevenlerin şefaatlerine nâil eyle! Yâ Erhame’r-Râhimîn…

Nazar et Ravza’sına, hasret penceresinden,
Fokur fokur ses gelsin, gönül tenceresinden,
Tencerenin sesini duyurma başkasına,
Boşaltırlar içini, tenceren kalır sana… (Gülzâr-ı İrfan)